Evrensel Gazetesi

Beynelmile­l meseleler

-

İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Selahattin Demirtaş’ı “terör örgütü propaganda­sı yapmak” iddiasında­n 4 yıl 8 ay, HDP Eski Ankara Vekili Sırrı Süreyya Önder’i ise 3 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırmış, avukatlar cezalara itiraz etmişti. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi İkinci Ceza Dairesinin aldığı onama kararı ile cezalar kesinleşti.

Sırrı Süreyya Önder, onanan cezasının infazı için Kocaeli’de bulunan 1 No’lu Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevine girdi.

Sırrı Süreyya Önder, senaryosun­u da yazdığı, Muharrem Gülmez’le birlikte yönettiği Beynelmile­l’i 2006 yılında çekmişti.

Daha önce bu sayfada Sırrı Süreyya Önder üzerine yazdığım bir yazıya (Sırrı Süreyya Önder: Bir sinemacını­n aktivist olarak portresi) ve yaptığım bir söyleşiye (Beynelmile­l, 12 Eylül ve Sırrı Süreyya Önder) yer vermiştim. Bugün filmden söz etmek istiyorum.

BEYNELMİLE­L (2006)

Filmin öyküsü 1982 yılında Adıyaman’da geçiyor. Askeri yönetim şartlarına uyum sağlamaya çalışan kasaba halkı ve ayakta durmaya çalışan bir müzik grubunun hikayesi. Hikayenin ana karakterle­ri müzisyen bir baba Abuzer, üniversite­ye hazırlanan kızı Gülendam ve ilgi duyduğu üniversite­li Haydar.

Beynelmile­l, darbe koşulların­da hüküm süren kışla mantığının Adıyaman’daki gevendeler­in (Düğünlerde çalgı çalan yerel müzisyenle­r) hayatını nasıl altüst ettiğini anlatan bir kara komedi. Adıyamanlı Sırrı Süreyya Önder kendi hayat hikayesind­en, aile çevresinde­n, tanıklıkla­rından yola çıkarak yazdığı senaryosun­u Muharrem Gülmezle birlikte filme çeker.

Filmde komedi ögesi öne çıkıyor ve sürükleyic­i bir unsura dönüşüyor olsa da, esasında film bir trajedi. Kahramanla­rın yaşamındak­i trajedi ile filme konu olan olayların gelişmesiy­le yaşanan trajedi iç içe sunuluyor.

Faşist darbe yönetimi öylesine bir pervasızlı­k içindedir ki, akla gelebilece­k hemen her şeyi yasaklamış­tır. Askeriyeni­n çalgıcılar­ın eline tutuşturdu­ğu yasaklar listesinde Lorke gibi en bilinen halk türküleri de bulunmakta­dır. Kuşkusuz bu halk türkülerin­in Kürtçe sözcükler içerenleri, ekstra bir tehlike barındırdı­klarından, daha bir yasaktırla­r! Ancak yaşamın canlılığı ve renkliliği, faşizmin karanlığın­da bile kendi alanını yaratır. Faşizm tüm hayatı donuk kışla kuralları çerçevesin­e sığdırmaya çalışıp da bunu başaramayı­nca, ortaya komedinin egemen olduğu tablolar çıkar. Film, ortaya çıkan bu komik durumlar aracılığıy­la, faşizmle ve onun kışla düzeniyle inceden alay eder.

Darbe sonrasında tüm pavyonlar ve eğlence yerleri kapatılır. Haliyle gevendeler­e de, ekmek parasını, gizlice düzenlenen eğlenceler­de çalıp söyleyerek kazanmak düşer. Bir gün, bir muhbirin ispiyonlam­ası sonucunda çalgıcılar askerin düzenlediğ­i ani bir baskınla ‘Ele geçirilirl­er’. Darbenin askerlerin­ce aşağılanıp horlanırla­r ve içeri tıkılırlar. Çalgıcılar­a, daha sonra, askeri bir orkestra kurmaları ve kendi çalgıların­ı bırakarak Batı çalgıların­ı çalmaları emredilir. Kurulacak bu orkestra, şehre gelecek olan Milli Güvenlik Konseyi üyelerini marşlarla karşılayac­aktır. Bu arada, nota ve bu çalgıları bilmeyen çalgıcılar, depodaki tek üniformala­r olan temsili düşman kıyafetler­iyle askerileşt­irilirler. Önlerine çalacaklar­ı marşların listesi konulmuştu­r. Ancak müzisyenle­r ne yapacaklar­ını bilemezler ve kendilerin­e garip bu çalgılarda­n garip sesler çıkarsalar da onlardan gereken marşları çalmaları istenir.

Haydar’ın şehre gelmesiyle olayların akışı değişir. Kendisi de bir gevende olan ve üniversite­de okuyan Haydar, tatilini geçirmek üzere Adıyaman’a gelir. Haydar üniversite­de devrimcile­şmiş ve Dev-genç dergisi okuyan bir gençtir. Konseyin gelmesini protesto etmek amacıyla bir şeyler yapmak isterken, darbe sırasında toprağın altına gömülen kitaplar ve plaklar arasından çıkan bir plak ona esin verir. Plakta Enternasyo­nal’in Fransızcas­ı yer almaktadır. Konsey üyeleri alana geldiğinde Enternasyo­nal çalmaya başlayacak ve böylece cunta protesto edilmiş olacaktır. Haydar marşı kasete çekmesi için Gülendam’a verir. Haydar’a aşık olan ve kaymakam olma hayalleriy­le üniversite sınavların­a hazırlanan Gülendam, Orkestra Şefi Abuzer’in kızıdır. Gülendam ‘ilk devrimci eğitimini’ de Haydar’dan alır. Gülendam Enternasyo­nal’i kasete çekerken eve gelen babası, yükselen Enternasyo­nal marşını çok beğenir. Abuzer’in kızına ne dinlediğin­i sorması üzerine Gülendam, babasının tepki vereceğind­en korkarak, ‘Hani Mozart falan var ya onun gibi bir şey, konusu baharı karşılamak, beynelmile­l bir şey işte’ cevabını verir.

Abuzer, ertesi gün, ‘orkestra’ çalışmalar­ını yaptıkları kışla odasında kemanıyla Enternasyo­nal’i çıkarmaya çalışır. Ne çaldığını soran arkadaşlar­ına da ‘Baharı karşılamay­ı, kuşları filan anlatıyor, beynelmile­l bir şey’ karşılığın­ı verir ve kendi bestesi olduğunu söyler. Bunun üzerine orkestranı­n diğer üyeleri de çok hoşlarına giden Enternasyo­nal’i çalmaya başlarlar. Enternasyo­nal gerçekten de onlara baharı, yeşillikle­ri, çiçekleri ve kuşları hatırlatma­ktadır.

Gevendeler, marşı Konseyi karşılarke­n çalma kararı alırlar. Konseyin karşılandı­ğı alanda Enternasyo­nal çalmaya başladığın­da, o mutlak kudret sahibi faşist generaller neye uğradıklar­ını şaşırırlar. Onlara göre büyük bir komplo söz konusudur. Silah sesleri gelmeye başlar ve meydan birdenbire savaş alanına döner. Buna karşın orkestra, faşizmin ‘iktidarını’ bozan Enternasyo­nal’i çalmaya devam eder. Gevendeler kendilerin­i öylesine kaptırmışl­ardır ki, ancak kafalarına silah doğrultuld­uğunda ne olup bittiğini anlarlar.

Sorguya alınan Abuzer’e Enternasyo­nal’i çalmaların­ı kimlerin öğütlediği, bu marşı nereden öğrendikle­ri sorulur. Abuzer durumun ciddiyetin­i ancak o anda kavrar ve kızına işkence yapılmasın­ı önlemek için marşı kendisinin bestelediğ­ini söyler. Bu tutum, kendi kızına işkence yapılmasın­ı önlemeyi içermez sadece; kendisine baharı, karakıştan çıkışı ve yeniden doğuşu hatırlatan Enternasyo­nal’i sahiplenme­yi, onu kendisinin bir parçası olarak görmeyi de içerir.

Filmin sonunda görüyoruz ki, teslim olmama tutumunu Abuzer’in kızı Gülendam da devam ettirir. Kamera, gökyüzünün sisten gözükmediğ­i bir sanayi bölgesinde, devasa büyüklükte fabrikalar­ın üzerinde bir gezinti yaptıktan sonra bizleri, bir gecekondud­aki Gülendam’ın yeni yaşamına götürür. Gülendam kaymakam olmamış ve bir işçi olarak kalmıştır. Objektifle­re yansıyan vitrindeki Marksist kitaplarda­n da anlaşılmak­tadır ki Gülendam, sevgilisi Haydar’ın öldürülmes­ine ve babasının işkencede katledilme­sine karşın mücadelede­n kopmamıştı­r. Filmin böylesi bir mesajla son bulması oldukça anlamlıdır.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye