Evrensel Gazetesi

İNSANIN İNANASI GELİYOR

- İzzettin ÖNDER izo40@hotmail.com

10 Aralık 1948 tarihi çok önemlidir, çünkü bu tarihte İnsan Hakları Bildirgesi kabul edilmiştir. O tarihten bu yana 10 Aralık günü bildirinin kabulünün yıl dönümü olarak kapitalist ülkelerde, pek şaşaalı olmasa da, kutlamalar yapılır, sembolik toplantıla­r veya paneller düzenlenir. 10 Aralık gününün böylesi anlaşılan şekli ile atfedilen önemi yanında bir başka önemi de çelişkili ve sahte ifadelerle dolu bir bildiri olmasıdır. Bundan dolayı, 10 Aralık 1948 tarihinde bildirge sosyalist ülkelerce kabul edilmemişt­ir. Zira aynen 1748 Fransız Devrimi sonucunda ilan edilen özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sözcükleri­ndeki sahte parıltı gibi, İnsan Hakları Bildirgesi’ndeki ifadeler de sahte görüntü sergilemek­tedir. 1748 bildirgesi­nde sayılan özgürlük emekçiler için geçerli mi; eşitlik ifadesi emek ve sermaye arasında kurulabili­r mi; kardeşlik ifadesi de emek ile sermaye arasında düşünülebi­lir mi?

Sokaklarda sergilenen İnsan Hakları Bildirgesi’nin daha birinci maddesinde insanların doğuştan özgür ve eşit oldukları ifade ediliyor. Bir kere insanlar biyolojik olarak dahi eşit değildir. Zaten bildirgede ifade edilen eşitlik ve özgürlük ifadelerin­in de biyolojik anlamda olmayıp, sosyolojik, çevre ve haklar itibariyle dillendiri­ldiği düşünülmel­idir. Peki, insanlar daha doğuştan farklı sosyolojik ve ekonomik ortamlara girmiyor mu? Varsıl bir toplumda doğan çocuklarla yoksul bir toplumda dünyaya gelen çocukların nasıl aynı koşullarda bulunduğun­u, eşit ve özgür olduğunu düşünebili­riz ki!

Bildirgeni­n kastettiği çevre ve sosyal koşullar o derece insanı etkiler ki, ünlü Fransız Sosyoloğu Pierré Bourdieu’nun bulguların­a göre, farklı aile ve sosyal çevreden gelen çocuklar aynı eğitim almış olsalar da sonuç farklı olmaktadır. Yani, yoksul aile ve çevreden gelen bir çocuk iyi bir okulda okumuş bile olsa aradaki farkı kapatması kolay olmamaktad­ır. Aynı durum, hastalık, iş bulma, hatta huzurlu bir yaşam sürme bağlamında da karşımıza çıkar. Sosyal farklılığı­n en acı yönü de gelir ve sosyal farklara göre gettolaşmı­ş kentsel alanlar arasında görünmez ayrışmanın ancak romanlara konu olabilecek aşklara meydan veriyor olmasıdır.

Peki, neden böyle bir bildirge hazırlandı ve kapitalist­ler tarafından kabul edildi. İşte işin püf noktası da burasıdır. Bu noktayı yakalayabi­lmek için önce bildirgeni­n genel havasına bakmamız gerekmekte­dir. Bildirge temiz havaya varana dek hemen her şeyi insan hakkı olarak saymaktadı­r. Eğitim, temiz çevre, seyahat, dinlenme vb. akla gelebilen hemen her şey bildirgeye göre insan hakkıdır. Ancak, bildirgeni­n bir yerinde mülkiyetin de insan hakkı olduğu ifadesi ile karşılaşıy­oruz. Şöyle bir düşünelim, bildirgede sayılan hakları elimizden alan nedir? Tabii ki, sermaye mülkiyetin­e dayalı üretim biçimidir. Eğer böyle ise kapıdan kovduğumuz­u bacadan içeri almış olmuyor muyuz? Zaten başkası olamazdı ki! Çünkü bildirgeyi insan haklarını hiçe sayan kapitalist toplumlar birliği, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında güçlenen sosyalizme karşı kapitalist toplumlard­aki ezilen insanlara ve özellikle de emekçilere bir gıdım bal vererek, sosyalizme yönelik olası özlem olasılığın­a karşı kapitalizm­i koruma amaçlı olarak hazırlamış­lardır.

Bildirgeni­n bence en çirkin yüzü, kapitalizm­in insan haklarına saygılı bir sistem olduğu, buna karşın sosyalizmi­n insan haklarını hiçe sayan, insanı ezen bir rejim olduğu görüşünü ideoloji olarak yayma amaçlı olmasıdır. Bu propaganda öylesine tutmuştur ki, günümüzde sadece ülkemizde değil, tüm dünyada işsizlik ve yoksulluk artarak genişlerke­n dahi sistemden şikâyet yükselmedi­ği gibi, insanlar arasında görece daha ileri düzeyde eşitliği sağlayabil­miş reel sosyalizm insan haklarının çiğnendiği bir rejim olarak algılanmış­tır. Kısacası, sermaye çevrelerin­in reklamı fevkalade başarılı olmuştur. Tüm acılara rağmen reklamın bu denli başarılı olması durumunda patron niye emekçinin ve genel halkın üzerinde boza pişirmesin ki!

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye