Tv’nin malzemesi gökten düşmüyor var olan desenleri görüyoruz
YAZAR, SENARİST ZEHRA ÇELENK:
TV8 televizyonunda yayımlanan Yemekteyiz ve Masterchef programlarında ünlenen Murat Özdemir’in papağanına işkence ederken çektiği ve sosyal medyadan paylaştığı görüntüler, Türkiye’de televizyonu, reality şov programlarını ve şöhret kültürünü yeniden tartışmaya açtı. Aslında memleket, reality şov programlarına katılan ve sorunlu davranışlar gösteren bu kişilere alışkın... Kaynana Semra, Damat Caner, Survivor Turabi, İşte Benim Stilim Bahar... Ve burada sayamayacağımız onlarca başka karakter... Yarışma mı değil mi, kurmaca mı gerçek mi üzerine uzun tartışmalar yapılan bu programların çok izlendiği ise yadsınamaz bir gerçek. Nedenine ilişkin çeşitli tartışmalar yapılsa da yaygın kanılardan bir tanesi, ‘Sıradan insanlar da ünlü olabilir’ mesajını içermesi. Kısa sürede şöhret olan ve kısa sürede sönüp giden bu karakterler, son yıllarda Murat Özdemir olayında olduğu gibi, bu ünü sosyal medya üzerinden sürdürmeye çalışıyor.
Murat Özdemir vesilesi ile ‘Bu programların bu kadar çok izlenmesine neden olan şey nedir’ sorusunun peşine düştük. Yazar, Senarist Zehra Çelenk’e göre bu programların çok izlenmesinin birden fazla nedeni var: “Sıradan insan kendini orada görmekten hoşlanıyor.
‘Sana da çıkabilir, sen de ünlü olabilirsin.’ hali. Bir de oyun ve dedikodu merakı...”
Çelenk zamanın ruhunun da bunda etkili olduğunun altını çizerek ekliyor: Tüm dünyada etkili olan bireyselcilik, yırtma hali bunu tetikliyor. Toplumun, kültürün hali ne ise Tv’nin hali de o.”
ZAMANIN RUHUNDAN BAĞIMSIZ DEĞİL
Kısaca genel bir çerçeve çizerek başlayalım mı reality şovlara dair? Nasıl ortaya çıktı, bugünkü durum ne…
Reality şov, reality TV programı dediğimiz tür dünyada ’80’lerde ortaya çıkıp ’90’larda yaygınlaşmaya başlamış. Bizde de özel TV yayıncılığıyla başlıyor ve yükseliş, düşüş dönemleri olsa da bugüne kadar popülerliğini koruyor.
Bunlar aslında melez yapımlar. Haberlerden belgesel ve dramatik belgesellere, bir türler harmanıyla biçimlenmiş. Gerçeklik iddiası var ama tasarımdan seçilen kişilere, montaja değin her düzeyde bir müdahalenin verdiği kurmaca yan da var. Suç, adliye, acil servis -türün ilk örnekleri bunlar- bizde çok popüler olan ‘kadın programları’, yarışma ve yetenek şovları, izdivaç programları ki kaldırıldığında yerini cinayet, kayıp programları aldı biliyorsunuz, o da ayrıca acayiptir… Alt türleri böyle uzuyor gidiyor.
DEDİKODU MERAKI, ORADA GÖRÜNME ARZUSU...
Steven Reiss ve James Wiltz, reality şov programlarının bu kadar çok izlenmesini, ‘Sıradan insanları önemli kılmasına’ bağlıyor. Sizce bu programlar neden bu kadar izleniyor?
En belirgin neden galiba ‘sıradan insan’ın görünürlük arzusuna hitap etmesi. Herkes katılabilir, kendini gösterebilir, herkes ünlü olabilir bu programlar sayesinde. “Sen de özelsin. Sana da çıkabilir,” durumu. Bir nevi piyango.
Bir diğer sebep “oyun” duygusuna hitap etmeleri. Herkes oyunları sever. Koşulları zaman zaman zorlu olsa da, anlaşılır basit kuralları olan, rekabete dayalı bir tür oyun.
Önemli bir etken de başka hayatlara ilişkin merak, o ‘ dikizleme’ duygusu… Komşu eve kulak kabartma, karşı apartmana bakma gibi hani, Arka Pencere olayı. Dikizleme sinemadan Tv’ye her tür anlatıda izleyicinin temel motivasyonlarından biriyken bu türlerde daha da öne çıkıyor. Gizli kamerasıyla, kamerayı unutturmasıyla, oyunculara değil gerçek kişilere yer vermesiyle… Bir de bunlarla birleşen ‘dedikodu’ olgusu, onun suçlu hazzı var…
Murat Özdemir vakasında da çok tartışıldı, konuşuldu. Çeşitli programlarla bu tiplerin bizim önümüze atılmasının sebebi nedir?
Tuhaf, arsız; arıza karakterlerin bu programların gözdesi olmasının başlıca sebebi şu: Ortada baştan sona kurmaca bir hikaye yok. Böyle olunca kişiler doğrudan öne çıkıyor, çatışma unsuru onlar üzerinden yaratılıyor. Hem arıza karakterler mutlaka serpiştiriliyor hem de kişiler ararası rekabet, didişme kışkırtılıyor. Bir de bugün kültür ortamının, politika ortamının da etkisiyle şekillenen bir ruh var ortada; zamanın ruhu. Dünyada da artan bir tuhaf narsisizm var. Görünürlük, gösteri günlük hayatın ayrılmaz bir parçası. Görünürsen varsın, gösterdiğin kadar yaşıyorsun durumu var. Buna eşlik eden bir sertlik, karşındakini ezebilme olgusu. Dünyadaki lider tiplemelerine bakın, sonuçta sıradan insanın güce ilişkin arzusunu da yansıtıyor. Çok sert bir dünyada yaşıyoruz ve sen karşındakine dişini geçireceksin şiarı benimseniyor. “Başkası sana yapmadan önce sen kötülük yap’; insanlar gerçekten bunlara inanıyor artık. İyilik, tevazu eziklik gibi görülüyor. Bu programlarda izlediğimiz karakterlerde de, sosyal medya fenomenlerinin büyük bölümünde de aynı özelliklere rastlıyoruz. Arızalık, kırıcı hazırcevaplık, gereğinde kötücülleşebilme, amaca giden yolda her şey mübah duygusu… Bir tür izleyicinin alter egosu gibi belki de, kendi yapamadığını en uç noktalarda o özdeşleştiği karakterin yapmasından hoşlanıyor. Özetlersek bu dehşet verici papağan olayının tabii bir TV geçmişi var. “Acun tipi programcılık” dediğimiz, daha çok Acun’un getirdiği formatlarla yaygınlaşan bir birikim var, öne çıkan karakterlerin de belli özellikleri var. Ama ‘bu kadar aşırı hale gelmesinin nedeni nedir?’ derseniz onun cevabını sadece reality şovlarda ve Acun’da bulamayız.
RİYAKARLIĞIN DA ETKİSİ YÜKSEK
Aslında bizde kime sorsanız, hatta şaka konusu da olur, ‘Sadece belgesel izliyorum’ der ya da ‘Bu programları izlemiyorum’ der... İzlenme oranları ile söylenen arasında bir çelişki var ama...
Evet o cepte… Pek kimse “Bayılarak izliyorum” demez en azından. Ne bileyim, “Gıcık oluyorum, sinirlene sinirlene izliyorum” diyorlar ve cidden yüksek oranda böyle izleniyor.ve kızdırarak izletmek önemli bir şey aslında. Nefret, kızgınlık da aşk kadar güçlü, bağlayıcı duygular çünkü. Bir de bir nebze ekstra
riyakar bir toplumuz biz. Her şeyin göründüğünden farklı olduğu… ‘Din’, ‘kültür’, ‘toplum’ denilerek çizilen ahlaki çerçevenin kapalı kapılar ardında devre dışı kalabildiği… Yakalanmadıkça sıkıntı yok gibi hatta örtbas mekanizmaları da sıkı işlediği için yakalanınca da olmayabiliyor… Çok ahlakçı geçinen ama kendi ahlaki kriterlerine göre sık sık ahlaksızlaşabilen bir yapı. Bunu suç oranları, kadına yönelik şiddet, ensest oranları söylüyor. İşte bu çifte standart izleme tercihlerinde de görülüyor. Konuşulduğunda insanlar ‘Güzel mahalle dizisi, aile dizisi izlemek istiyoruz, belgesel izlemek istiyoruz’ diyorlar ama aslında bu tür şovları, dizileri izliyorlar. Ama şu da var. Alternatifi de yaratılmıyor, sunulmuyor. Olsa belli bir izleyici kesimi izleyecek en azından…
TV’NİN MALZEMESİ GÖKTEN DÜŞMÜYOR
“Biri Bizi Gözetliyor” vardı, “Gelinim Olur musun?”… Şimdilerde ‘Yemekteyiz’, ‘Gelinim Mutfakta’, ‘Survivor’... Bu programları tartışırken iki temel fikir öne çıkıyor; kimileri bunlar toplumu yansıtıyor diyor, kimileri ise toplumu kurduğunu belirtiyor. Sizce ?
Bu ‘yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan’ meselesi gibi. TV programları gökten zembille inmiyor. Bu tiplemeler, formatlar biraz günlük hayattan, onun yansımalarına bakılarak hazırlanıyor. Programcılar toplumun duygu desenlerine, neyi izlemeyi sevdiklerine ilişkin sezgilerle hareket ederek bu formatları yaratıyor ve tutuyor da.
Twitter’ı Instagram’ı gözleyerek bile aslında insanların neyi görmekten, neyi yapmaktan ya da -mış gibi yapmaktan hoşlandığını anlayabilirsiniz… Her televizyoncu, her hikayeci de insanlarda neyin merak ve ilgi uyandırdığını sezmek zorundadır; sezer de. Ama bunun nasıl yönlendirileceği konusunda bir alan var. Yani en çamur şekilde yönlendirmek zorunda değilsin, sorumluluklar, ilkeler var.