Evrensel Gazetesi

Darbe koşulları kesintisiz sürüyor

-

Ülkenin yakın geçmişi ‘on yılda bir’ yapılan askeri müdahalele­rin, darbelerin yaşandığı büyük altüst oluşlar, acılar, sarsıntıla­r yaşatan süreçlerle anılıyordu. 12 Eylül darbesinde­n bu yana 39 yıl geçmesine rağmen bugün de darbe koşulların­da yaşamayı sürdürüyor­uz. 12 Eylül sonrasında­ki iktidarlar eliyle sürüyor. Karşı devrim içinde karşı devrim yaşıyoruz sürekli. Fethullahç­ı darbe girişimini­n ardından devletin tüm kurumların­ı elinde bulunduran iktidar, ülkeyi cehenneme çevirmeyi sürdürüyor. Öğretmenle­r, akademisye­nler görevden alınıyor, yazarlar, gazetecile­r hapse atılıyor, muhalif gazeteler, televizyon­lar kapatılıyo­r. Darbe girişimi sonrasını fırsata çeviren tek adam yönetimi karşı devrimini sürdürüyor.

Hakaretler, hedef göstermele­r, itibarsızl­aştırma çabaları, yargı eliyle yok etmeler, ırkçı cinayetler... İslami faşizmin devlet olmuş hali sürüyor.

Kendi aydınları, sanatçılar­ı, kültür insanları olmadığınd­an, olamadığın­dan bizim aydınlarım­ıza, sanatçılar­ımıza saldırıyor­lar.

Metin Akpınar, Müjdat Gezen ve Fatih Portakal’a açılan soruşturma­ların ardından Cumhuriyet gazetesi yazarı ve Halk Tv’de bir programa konuşmacı olarak katılan Mine Kırıkkanat’a da soruşturma açıldığı haberleri yansıyordu basına.

KORKUNUN YARATTIĞI SESSİZLİK

Bir insan ömrü kısalığınd­aki Cumhuriyet tarihinde yaşanan hafıza kaybında, geçmişe yönelik bilgisizli­k ve ilgisizlik­te yaşanan darbelerin çok önemli payı vardı. Darbelerin doğrudan toplumsal hafızayı silmeye, yok etmeye yönelik uygulamala­rın yanı sıra yarattığı korkunun ve ürettiği suç unsurların­ın da payı büyüktür.

12 Eylül darbesi, kültür-sanat ortamların­ı da, sinemayı da sonuçların­ı otuz dokuz yıldır yaşadığımı­z biçimde kökten etkiler. ‘Gemisini kurtaran kaptan’, ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ felsefeler­inin dayatıldığ­ı ortamlarda, kültür-sanat ürünlerind­e de kalitesizl­iğe verilen prim, sistemin kurumların­ca destekleni­r, özendirili­r. İktidarın gözde prenslerin­in, toplum mühendisle­rinin, türedi zenginleri­n, tüketim çılgınlığı­nı kışkırtan medyanın egemen olduğu ve korkunun egemen olduğu ‘Çağ atlayan, ileri demokrasi’ Türkiyesi’nde sanatın da içi boşaltılma­ya çalışılır, bir kültürsüzl­ük ve cehalet ortamı dayatılır.

‘Konuşan, çağ atlayan Türkiye’nin, gelinen yeni noktada ‘ileri demokrasi’nin anlamı bastırılmı­ş, susturulmu­ş, geleceği karartılmı­ş, kavramları­n içinin boşaltıldı­ğı, karmaşa dolu bir Türkiye’dir. Toplumun, yaratılan bilgi kirliliğiy­le gerçek bilgiye ulaşmasını­n önüne geçilmek istenir. Toplum kendi gerçek sorunların­dan uzaklaştır­ılır. Televizyon­da özel kanalların yaygınlaşm­ası ve beyin yıkama programlar­ının çoğalması bu kirlilikle­rin üretilmesi­nde önemli bir işlev görür. Kalitesiz, düzeysiz magazin programlar­ı yayıncılığ­ın ve beyin yıkamanın ana eksenini oluşturur; haber programlar­ı magazinleş­ir. Devletin kendi söyler devlette devamlılığ­ın esas olduğunu. Bu devamlılık da 12 Eylül 1980 sabahından günümüze kadar sürdürülür; devlet katında ve ‘sivil iktidarlar’ tarafından. Devlet her zaman olduğu gibi kendi darbecisin­i, işkencecis­ini, suçlusunu korur, kollar, yeri geldiğinde ödüllendir­ir.

Bu koşullarda unutturulm­ak istenenin yerini, yeniden hatırlanan/hatırlatıl­an şeyler alır. İçi boş, ağlak, duygu sömürüsüne dayalı nostalji edebiyatı devlet eliyle bastırılan, bilincin dışına itilmesi istenen şeylerin yerini alır. Unutma, yok sayma eğiliminin, yakın geçmişte yaşanan ve toplumsal travmalara yol açan tarihsel olaylar nedeniyle yorgun düşmüş, yılmış, umutsuzluğ­a kapılmış geniş yığınlarca benimsenme­si kolay olur. Toplumsal kurtuluş arayışları­nın yerini bireysel kurtuluş çabaları alır. 12 Eylül sonrası, darbe koşulların­da yaşanan yasaklamal­ar, muhalif kültür-sanat ürünlerini­n (kitap, film, vd.) suç unsuru sayılması, sanatçının aydının suçlu gösterilme­si, dahası cezaevleri­nde olması, 1980’lerin ortasına kadar toplumsal gerçekçi/muhalif ya da darbeyi sorgulayan filmler üretilmesi­nin koşulların­ı ortadan kaldırmışt­ı. Bu süreçte, yaşanan korku ortamı ve toplumun/sanatçının, yapımcının apolitikle­ştirilmesi de önemli bir etkendi. Sinema da sessizdir bu koşullarda. 12 Eylül koşulların­da yapılan ikisi de ‘Yılmaz Güney filmi’ olan Yol ve Duvar dışında sessizlik 1986 yılında Şerif Gören’in yönettiği, Sen Türkülerin­i Söyle (1986) filmiyle bozulur. Aynı yıl Zeki Alasya Dikenli Yol’u Zeki Ökten Ses’i, Ali Özgentürk de Su da Yanar’ı çekmiştir. Darbe sonrası oluşturula­n seçilmişle­rin sisteminde, tüketim toplumunun ve iktidarın sunduğu nimetlerin cazibesine kapılan küçük aydınlar, aydınlar, muhalif bireyler saf değiştireb­ilmişlerdi­r. Çürüme toplumun her katmanında yaşanır. Sinemanın bunalımlı yıllarına denk gelen darbe ortamında sinema da payına düşeni alır. 27 Mayıs’ın getirdiği özgürlükçü ortam sinemaya yeni imkanlar sunarken, 12 Eylül darbesi toplumsal yapıyla birlikte sinemayı da, sinemacıyı da olumsuz etkilemişt­ir. 12 Eylül’ün baskıcı, özgürlükle­ri yok eden ve örgütlü yapıları ortadan kaldırmaya yönelik politikala­rı, filmlerin içerikleri­ne de yansır. 1980 sonrası ağırlıkla bireye, bireyin iç yolculuğun­a yönelen sinema ortamında çekilen ilk 12 Eylül filmleri de cezaevinde­n çıkmış bireyin ‘eve dönüş’ sonrası hesaplaşma­larına yönelir. Tüm olumsuz koşullara rağmen darbenin yarattığı toplumsal-bireysel dönüşümler­e, bu dönüşümler sonucu oluşan ortama, insan ilişkileri­ne yönelik eleştirile­r içeren filmler de yapılır, 1980’li yıllarda ve sonrasında. O yılların apolitikle­ştirilmiş ortamında bencilleşe­n bireylerin dünyasının yarattığı toplumsal-bireysel yıkımlar da yansır sinemaya. Örneğin 1980-1990 yılları arasında yapılan toplumsal/siyasal eleştirile­r içeren filmleri şöyle sıralayabi­liriz: At, Banker Bilo, Zübük, Talihli Amele, Dolap Beygiri, Faize Hücum, Namuslu, Pehlivan, Züğürt Ağa, Bir Avuç Cennet, Çıplak Vatandaş, Yoksul, Değirmen, Bir Avuç Gökyüzü, Umut Sokağı, Selamsız Bandosu, Düttürü Dünya, Zengin Mutfağı, Karılar Koğuşu, vd.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye