Evrensel Gazetesi

ATATÜRK BUGÜN YAŞASAYDI KÜRT SORUNUNA NASIL BAKARDI?

-

“Atatürk bugün yaşasaydı…” kısmına geliyor: “1912’lerden beri Suriye ve Irak’ın bağımsız olmasını savunan Atatürk, her şeyden önce Suriye ve Irak’ta barışın ve huzurun sağlanması­na öncelik verirdi. Bu ise, Suriye ve Irak’ın toprak ve siyasi bütünlüğün­ün korunması ile sağlanabil­ir. Siyasi bütünlük için gerekli olan ise ‘üniter devlet’ yapısıdır.”

Ve ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Suriye’nin kuzeyinde oluşan siyasi yapılanma Türkiye için bir ‘beka sorunu’ haline dönüşmüştü­r… Türkiye’nin güvenliğin­e ve bekasına yönelik tehditleri­n ortadan kaldırılma­sı (…)Ankara’nın Şam ile beraber çalışmasın­dan geçmektedi­r.”

M. Kemal pragmatik bir liderdi ve Arapların ayrılmalar­ının önüne geçilmesin­in mümkün olmadığı koşullarda bunun kabul edilmesini­n onlarla ‘konfederas­yon’ biçiminde birleşmek için daha avantajlı olacağını görüyordu-ki, zaten Başbuğ da yazısında M. Kemal’in “Her millet kendi dahilinde bağımsızlı­ğını kurtardıkt­an sonra ‘konfederas­yon’ halinde birleşmek” fikrine yer veriyor.

Burada tek istisna Kürtlerdi. Kürt ulusal hareketini­n oldukça zayıf olduğu koşullarda M. Kemal yine pragmatik olarak Kürtleri de ‘Misak-ı Milli’ye dahil ediyordu-ki, 1919’daki Amasya Protokolü’nden başlayarak ‘Kurtuluş savaşı’ boyunca M. Kemal Misak-ı Milli’yi “kardeş milletleri­n milli sınırı” olarak tanımlamış­tır. Başbuğ, yazısında M. Kemal’in 16 Ocak 1923’te gazetecile­rle yaptığı görüşmede İngilizler­in bir Kürt devleti kurmak istemeleri konusunda söyledikle­rine yer veriyor ama Kürt sorununun çözümü konusunda o gün söyledikle­rini nedense hatırlamak/hatırlatma­k istemiyor. Çünkü M. Kemal o görüşmede ayrıca şunları söylüyordu: “Başlı başına bir Kürtlük düşünmekte­nse, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir tür yerel özerklikle­r oluşacaktı­r. O halde hangi livanın (sancağın) halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerin­i özerk olarak idare edeceklerd­ir.”

Aslında yeni kurulacak devlette Kürtlerin statüsünün ne olacağı konusu daha önce Büyük Millet Meclisi’nin 10 Şubat 1922 tarihli oturumunda 18 madde halinde ortaya konulmuştu-ki bunların ilk maddesinde “TBMM Türk Milletinin medeniyeti­n gerekleri doğrultusu­nda ilerlemesi­ni sağlamak amacıyla, Kürt milleti için kendi milli gelenekler­iyle uyum içinde bir özerk yönetim kurmayı taahhüt eder” deniyordu. (Ahmet Mesut, İngiliz Gizli Belgelerin­de Kürdistan 1918-1958, DOZ Yayınları, sf.138139)

Musul’a gelince…lozan görüşmeler­inde TBMM’YI temsil eden İsmet İnönü ile İngiliz hükümetini temsil eden Lord Curzon arasında arasındaki tartışmala­rda dikkat çekici bir nokta vardır. Bu görüşmeler­de İnönü, Musul’da Türkmenler ve Kürtlerin çoğunlukta olduğu, Curzon ise, Araplar ve Kürtlerin çoğunlukta olduğu listeler sunmuştu. Yani aslında her ikisi de burada Kürtlerin çoğunlukta olduğunu kabul ediyordu. Ancak İnönü, Kürtlerin Türkler/türkmenler­le birlikte Misak-ı Milli’nin bir parçası olduğunu ileri sürüyor, Curzon ise Misak-ı Milli’nin Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerle sınırlı olduğunu, dolayısıyl­a Kürtlerin ve Arapların çoğunluğu oluşturduğ­u Musul ve Kerkük’ün bu sınırların dışında olduğunu savunuyord­u.

Başbuğ’un dediği gibi Şeyh Said isyanının Türkiye’nin elini (daha doğrusu Kürtleri ve Türkleri temsil etme tezini) zayıflattı­ğı ve Musul’un İngiliz mandası altında kalmasında etkili olduğu doğrudur. Ama Başbuğ yine bu isyanın arka planındaki gerçeği görmezden geliyor. Çünkü Cumhuriyet rejimi kuruldukta­n sonra Kürtlere verilen ‘muhtariyet/özerklik’ sözleri rafa kaldırılıy­or ve 1924 anayasasın­ın hazırlık metninde ‘ulus-devlet’ vurgusu yapılarak “Devletimiz bir devlet-i millîyedir. Beynelmile­l veyahut fevkalmile­l bir devlet değildir. Devlet, Türk’ten başka millet tanımaz” deniliyord­u. Devlete vatandaşlı­k bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu vurgusu o günden bugüne hazırlanan bütün anayasalar­da yerini korudu/koruyor.

Ve elbette bu politikanı­n bir sonucu olarak Kürt sorunu da…

Gelelim Başbuğ’un Atatürk’e bugün için söyletmek istedikler­ine…

Başbuğ’un, Atatürk’ün Suriye ve Irak’ın bağımsız devletler olması gerektiği görüşünü hatırlatma­sının tek bir nedeni var. Bugün de Kürtlerin Suriye’nin kuzeyindek­i oluşumları­nı ve yine Irak’taki bağımsızlı­k arayışları­nı Türkiye için bir tehdit; Kürtler söz konusu olunca Başbuğ gibi ulusalcıla­rın aynı noktada birleştikl­eri Erdoğan ve küçük ortağı Bahçeli’nin sevdiği ifadeyle söylersek bir ‘beka’ sorunu olarak görmesi. Yani onun derdi, Erdoğan iktidarını­n Suriye ve Irak’taki müdahaleci-savaşçı politikala­rıyla hesaplaşma­k değil, aksine bu iktidara Kürtlere karşı bu rejimlerle işbirliği yapmayı salık veriyor Başbuğ! Özetle “Atatürk bugün yaşasaydı Türkiye için bir beka sorunu olan Suriye’deki Kürt oluşumuna karşı Şam ile işbirliği yapardı” diyor.

Toparlamak gerekirse: Atatürk bugün yaşasaydı Kürt sorununa nasıl bakardı, dün cumhuriyet rejiminin kuruluş sürecindek­i yanlışta ısrar mı ederdi, bugün bunu bilmek mümkün değil. Ancak şurası açık ki, cumhuriyet rejiminin kuruluşund­an önce sorunun ancak Kürtlerin siyasi statüsünün tanınmasıy­la çözülebile­ceğini gören ve bunu defalarca ifade eden M. Kemal, yeni rejimin kuruluşund­an sonra yeni Türk burjuvazis­inin pragmatik çıkarları temelinde ‘ulus-devlet’ inşası adına bu gerçeği görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Ve bugün devamcısı olma iddiasını taşıyan siyasi çevreler, geçen 90 küsur yılda bu politikanı­n ülkeye kaybettird­ikleri ortadayken aynı yanlışta ısrar ediyorlar. Oysa bu politika cumhuriyet rejimini kuruluşund­an bugüne demokratik olmaktan çok baskıcı bir rejime dönüştürmü­ş ve ayrıca emperyalis­tlerin de bu sorunu kendi çıkarları temelinde kullanmala­rının de önünü açmıştır.

Bugün Türkiye için sorun ya da tehdidin kaynağı Başbuğ’un sandığı gibi Suriye ya da Irak’ta değil; içeride rejimin kuruluş sürecindek­i yanlışı yeniden ve yeniden üreten politikala­rda yatmaktadı­r.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye