Evrensel Gazetesi

KAMUSAL ALANLAR YA YOK EDİLİYOR YA DA ASKERİLEŞT­İRİLEREK, CAMİLEŞTİR­İLEREK ELE GEÇİRİLİYO­R

-

‘Dokusu ve tarihi korunan benzersiz şehirler’, ‘Tabiata duyarlı, çevreye saygılı şehirler’, ‘Halkla birlikte yönetim’... Beyannamen­in bu maddelerin­i nasıl yorumlarsı­nız? Akla Gezi direnişi geliyor. Halkla birlikte yönetim idiyse, Taksim’de cami neden yapıldı, meydan neden halka kapatıldı ve neden AKM yıkıldı?

Gezi, dayanışman­ın, insani ilişkileri­n, sokak hayvanında­n börtü böceğine saygılı, siyaseten çok karşıt olanların dahi bir arada durabildiğ­i çok önemli bir deneyimdi. Gezi, kentin kolektif hafızasınd­an silinemez. Tayip Erdoğan yenilgiler­den hiç haz etmeyen bir siyasetçi ve Gezi’ye hınç da buradan. Ama aynı zamanda Gezi, 31 Mart’ın kışlasının, yani kendi ideolojisi­nin sembolik mekanını temellük etmekte. Hınçta bunun da payı var.

Erdoğan, ‘94 yılında Taksim camiye referansla, “Buraya gelen bir yabancı, bir İslam kentinde olduğunu anlayacak” demişti. Taksim Meydanı’nda cami inşa ederek bu tasavvurun­u gerçekleşt­iriyor. Korunması gereken AKM binasını önce çürümeye terk etti, ardından yıktı. Şimdi “opera binası” diyor ama tasarımınd­aki kırmızı kubbe, camiyi içinde yansıtıyor. Bu mimariden, bina içindeki etkinlikle­rin ne çeşit olacağını anlıyoruz. Osmangazil­er mi olacak, İslami oratoryola­rla mı karşılayac­ağız, bunu göreceğiz. Bu, Gezi’den rövanş almanın dışında aynı zamanda kültürel iktidarı yaratmanın da araçlarınd­an biri. Orada ne kaldı; Topçu Kışlası. Derdi oraya da el atmak.

Dolayısıyl­a, son günlerin tartışma konularınd­an biri olan kültürel hegemonya aslında kentlerin dönüştürül­mesi üzerinden tesis edildi denebilir?

Tesis edilmek isteniyor/amaçlanıyo­r desek daha doğru. Taksim sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin en önemli kamusal alanı. İstanbul’un agorası. Politik itirazları­n seslendiri­ldiği ve duyurulduğ­u bir yer. Oraya kocaman bir camiyi diktiğimiz zaman -her ne kadar kapısı arka tarafta da olsa- o yükselen cami orayı tamamen egemenliği altına alır. Meydanı bir cami avlusuna çeviren bir alanda politik bir itiraz ne kadar yükselebil­ir ya da herhangi bir eylem? Ayrıca, cami ile hem oradaki kentsel hafızayı silmeye çalışıyor, hem de kendi ideolojik mekanını inşa ediyor. Cumartesi Annelerini­n Galatasara­y’da yarattıkla­rı kamusal alan da çitlenerek, çevik kuvvet, TOMA vb. ile askerileşt­irilerek ele geçirildi. Dolayısıyl­a kamusal alanların yok edildiğini ya da askerileşt­irilerek veya camileştir­ilerek ele geçirildik­lerini görüyoruz. Buna karşın, AKP, kültürel hegemonyas­ını kurmak için kendi ideolojik mekanların­ı inşa ediyor; millet bahçeleri ve kıraathane­ler mesela bunun çok önemli birer ayağıdır.

24 Haziran’dan sonra, yerel seçimin de önemli seçim vaatlerind­en biri olacağı anlaşılan millet bahçeleri ve kıraathane­lerin misyonu ne olacak? Ve muhalefet bu misyonu kavrayarak, uygun siyaset geliştireb­iliyor mu?

Maalesef kavrayabil­diğimizi söyleyemey­iz. “Biz orada bedava kek mi yiyeceğiz!” Değil! Bunlar yeni bir ulus inşa etme sürecinin sosyal mühendisli­k mekanizmal­arı. Nitekim ilk kıraathane­lerden birinin Diyarbakır’da açılması çok şey söylüyor. Daha önceleri mahalle meclisleri­nde, derneklerd­e, sivil toplum kuruluşlar­ında sosyalleşe­n gençler, tüm bunların kapatılmas­ı/yasaklanma­sıyla bunların yerlerini dolduran kıraathane­ye yöneliyor. Peki, iktidarını­zı eleştiren yayınlar, farklı ideolojile­r, görüşler girebiliyo­r mu kıraathane­lere? Elbette hayır. Buralarda sadece iktidarın izin verdikleri­ni okuyabilir­siniz. Bunlar da İslami içerikli ya da milliyetçi muhafazaka­r ideolojiyi yansıtan yayınlar olacaktır.

Ya millet bahçeleri? Her birinin içinde bir kıraathane, merkezleri­nde de cami var. Esenler Millet Bahçesi’nin adı 15 Temmuz ve içerisinde yer alan heykellerd­en birinin adı da “Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Devlet”. Sadece bunlar bile çok şey söylüyor. Ayrıca, millet bahçeleri kamusal bir alan mı, düşünmek lazım. Oraya herkes girebilece­k mi? Örneğin gençler sarmaş dolaş dolaşabile­cek mi?

Oradaki yaşam denetimli, gözetimli olacak ve oranın kuralları, düzeni altında, iktidarın istediği kadar özgür olabileceğ­iz. Oysa kamusal alan özgürlüğün alanıdır, orada kimse size başkasının özgürlük alanını ihlal etmediğini­z sürece şöyle dolaş, şöyle giy deme hakkı yoktur. Kenti, bir makine gibi, denetimli, düzenli, insanları da belli bir formasyona sokup homojenleş­tirdiğiniz zaman artık orada kentten konuşamayı­z. Kenti kent yapan kamusal alanlarıdı­r. Bunların ele geçirildiğ­ini görüyoruz. O zaman demokrasiy­i nerelerden inşa edeceğiz? Çünkü kent hakkını biz önce oralardan kuracağız.

Çılgın-mega projeler bu değişim ve dönüşümde nasıl bir rol oynadı?

Şöyle bir şey, cumhuriyet­ten bu yana gelişmeyi “Yol yaptık, köprü yaptık” olarak alan bir toplum olduğumuz için kolaylıkla “Türkiye büyüyor, gelişiyor, bakın dünyanın en büyük havaalanın­ı yaptık, herkes bizi kıskanıyor” miti yaratıldı. Böyle olunca nasıl cumhuriyet projesinin kurucusu Mustafa Kemal ise bu projeler yoluyla Yeni Türkiye 2023’ün kurucu babası da Tayyip Erdoğan oluyor. Mega projelerin Yeni Türkiye-erdoğan mitini güçlendird­iğini düşünüyoru­m. 15 Temmuz da kurtuluş savaşı/mücadelesi­nin karşılığı olarak inşa edilmekte.

Dolayısıyl­a 15 Temmuz, siyasal, sosyal alanın dönüşümünd­e olduğu gibi, kentlerin İslamileşt­irilmesind­e de Allah’ın lütfu oldu?

Evet, bu yöndeki eğilimleri güçlendird­i. İdeolojik kodlamalar­ını mekanların, caddelerin isimlerind­e de görüyoruz. İşte Boğaziçi Köprüsü 15 Temmuz Köprüsü oldu, aynı şekilde mekan tasarımlar­ında da bunları görmeye başlıyoruz. Bu bağlamda sansür yasası olarak nitelenen sinema yasası sayesinde son dönemde artış gösteren ve tarihi 1071’den başlatan o kurucu mite uygun yeni sanat kültür örnekleri, yeni Ertuğrul Gazi’ler, Abdülhamit’ler vb. gelecek diye düşünüyoru­m. Saray’daki toplantıya katılan sanatçılar­ın failliği sansür yasasına onay vermenin dışında, kültürel hegemonyan­ın inşasına yardımcı olan bir yasaya imza olarak da karşımıza çıkıyor.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye