Filmi evde izleme çağı mı?
Netflix, Amazon Prime, Hulu, Apple TV, puhutv, BLUTV, Turkcell TV Plus gibi çevrimiçi içerik servislerinin adlarını son dönemde sıkça duyar olduk. IMDB ve Youtube da bu alanda önemli adımlar atmaya başladı. Genellikle belli bir aylık ücret karşılığı hizmet sunan ve geniş kitlelere ulaşan bu servisler, medyanın ve eğlence sektörünün önde gelen aktörleri arasına girdi. Peki bu abonelikli isteğe bağlı video servisleri Türkiye ve dünyada sinema sektörünü ve seyirci alışkanlıklarını nasıl etkiliyor, gelecekte bizi nasıl bir tablo bekliyor? Evde film izleme çağı başladı ve sinema salonları tarih mi olacak? Bu soruları ve daha fazlasını Sinema Yazarı Şenay Aydemir ile konuştuk.
Mars Group ile yapımcılar arasında yaşanan paylaşım krizi sırasında Yılmaz Erdoğan, yeni filmini Netflix’te yayımlamak için görüşmeler gerçekleştirdiğini söylemişti. Yapımcılar, bu platformları sinema salonlarına bir alternatif olarak mı görüyor ya da görmeye başladılar diyebilir miyiz?
Tabii. Süreç iki türlü işliyor. Bir yapımcı filmini yapar ve Netflix’e satar, oradan bir para alır. Yılmaz Erdoğan’ın yapacağı şey bu olduğu için filminin maliyetini buradan karşılaması imkansız. Dolayısıyla bir şekilde vizyona girmek zorunda.
İkincisi Netflix doğrudan yapımcılara para vererek, onların projelerini destekleyerek film çekmeye başladı. Mesela Coen kardeşlerin filmi, ‘Roma’ filmi Netflix sermayesiyle çekildi.
Amerika’da büyük yapımcıların desteğini alamayan yönetmenler film yapmaya kalktığında para bulamıyor. Çünkü yapımcılar, 50 milyon dolar koydukları filmin 250 milyon dolar gişe hasılatı elde etmesini istiyorlar. Ama Netflix bunları, uzun vadede çıkartabiliyor. Çünkü bunların hepsi abone olarak Netflix’e geliyor ve o abonelerden her ay düzenli bir gelir elde ettiği için bu yatırımların karşılığını şimdilik alıyormuş gibi görünüyor.
KAYNAKLAR ADİL DAĞITILMIYOR
Bu platformların ünlü ve başarılı yönetmenlere film çektiriyor olması, ekonomik anlamda film yapım sürecini nasıl etkiliyor?
Film yapma süreci masraflı bir iş. Özellikle box office dışında film üretenler kaynak bulmakta zorluk çekiyor. Kamusal kaynaklar giderek azalmaya başladı ve her şeyde olduğu gibi burada da kaynaklar giderek merkezileşmeye, popüler olana doğru akmaya başladı. Eskiden Avrupa’daki fon kaynakları daha adil dağıtılırdı şimdi büyük yönetmenler, Cannes’ın gediklileri de bu fonlara başvurmaya başladı. Dolayısıyla onların bir level altındaki yönetmenler giderek fon bulmakta zorlanıyor. Netflix bunu bir biçimiyle değiştiriyor. Kaynak aktarımını sağlıyor ama burada ne kadar açık bir sistem işliyor, bunu kestirmek zor.
Bu kaynaklar bağımsız sinemacılara da verilecek mi?
Şöyle bir avantaj sağlayabilir bağımsız ya da ana akım işlerden uzak duran yönetmenlere: Neflix’in vizyon kaygısı olmadığı için seyirciyi avlayacak numaralara çok fazla prim verilmiyor. Bu, daha rahat bir yönetim alanı sağlıyor. Sinemasal olarak daha güçlü ama nihayetinde daha popüler işler arthouseçu yönetmenlere emanet edilebilir. Mesela Tolga Karaçelik çalıştı, Seren Yüce çalıştı, Netflix projesinde çalışan Can Enverol ‘Baskın’ filmiyle Toronto’da yer almıştı, ikinci filmini çekti. Arthouse alanındaki bazı yönetmenler bu tür projelerde emeklerinin karşılığını alarak
geçimlerini sağlamaya başlayabilirler.
BALKANLAR, KAFKASYA VE ORTADOĞU PAZARINI KAZANMAK İÇİN...
Netflix’te Türk dizilerini görüyoruz. Türkiye sinemasının bir dünyaya açılma problemi olduğunu da düşünürsek dijital platformlar Türkiye sinemasının dünyaya açılmasının önünü açacak mı? Netflix’in Türkiye yatırımının bir nedeninin Balkanlar’dan Kafkasya’ya, oradan Ortadoğu’ya kadar uzanan alanda Türk dizilerinin popülaritesinden yararlanmak olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin potansiyeli o kadar büyük değil Netflix’in tek başına gelip bu kadar yatırım yapması için. Ve fakat Türkiye’de Türk dizileri çekildiğinde, ana akım medyadaki dizilerin yüzlerini (Mesela Netflix’in ikinci dizisinde Beren Saat başrolde oynayacakmış) Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu coğrafyasında tanınan simaları oynattığında, bu bölgede de aboneler kazanabileceğini hesaplamış olabilirler ki bence doğru bir strateji. Sinema açısından ise bir ülkenin sineması toplam olarak iyi olduğunda o zaten dünyada bir karşılık buluyor. Bizim iyi yönetmenlerimiz var ama iyi sinemamız yok. Hiç de olmadı tarihi boyunca. Belki 2005’ten sonraki 5-6 yıl iyi bir sinema damarının geldiğini söyleyebiliriz ama İran gibi dünyanın her köşesinde kendisine “İyi sinema izleyicisiyim” diyen kişinin tak diye beş tane yönetmen sayabileceği bir sinemamız yok. Fransa’daki bir ortalama sinefile “Beş İranlı yönetmen söyle” dediğinizde söyler, “Beş Koreli yönetmen söyle” dediğinizde söyler. Avrupa’daki insanlarla konuştuğumuzda “Nuri Bilge Ceylan” sonra “Yılmaz Güney”… Arada 40 yıl kopmuş. Bugün Romanya sineması da benzer bir durumda, şimdi Polonya sineması yükseliyor mesela. Bunlar bir kuşak olarak geliyorlar, sadece tek bir isimle değil. Macar sinemasında bir anda daha 30’larında olan 3-4 tane genç yönetmen ortaya çıktı.
Söyleşinin tamamını evrensel.net adresinden okuyabiliirsiniz Yarın: Dijital platformlar ve festivaller: Netflix-cannes kavgası sürecek mi?