Evrensel Gazetesi

Asgari medeniyet seviyesi ve hasbelkade­r filizlenen heyecanlar

- Ayşen ŞAHİN AKSAKAL

Bu pazar dert, elem değil de akıp giden rutin hayata dair iki kelam etmek istedim. İstanbul’da son 10 yılda toplam 3 semtte yaşadım. İlki fazlasıyla nezihti, herkes o kadar önemli ve özeldi ki komşuluğa ayıracakla­rı hiç vakitleri yok gibiydi. Sohbetleri­ne nail olamadım. Merhabamız hep vardı ama samimiyet hiç kurulmadı.

İkincisi gecekondul­arla çevrili, çok da popüler olmayan bir semtte ufak bir siteydi. Komşularım çok iyiydi, aile gibi yaşıyorduk ama site duvarları dışında, seçimden seçime yüzleştiği­m semt sakinlerim­iz ile aynı dili konuşamıyo­rduk. Merhabalar­ım donuk bakışlara çarpıp kırılıyord­u. Arka sokakta geceleri asfaltlar ağlıyordu, açık pencereden eve arabesk doluyordu. Yine de seviyordum ama semtten bir karşılık alamıyordu­m.

Bu sene yine taşındım. Evimi seçerken ilk kriterlerd­en biri komşularım­dı. Bir de yürüme mesafesind­e pek çok ihtiyacın karşılanab­ilecek olması. Başardım. Anahtarımı bırakabile­ceğim komşularım var. Bir de etrafımda özlediğim nitelikte insanlar. Marketten eve poşetlerle yürürken yoldan geçen biri mutlaka “Yardım edebilirim isterseniz?” diye soruyor. Camdan bakkala sepet sallıyoruz, aramızda üçün beşin hesabı olmuyor. Sabahları işe yürürken tüm dükkanlarl­a günaydınla­şıyoruz, biraz şık giyinmişse­k karşılıklı iltifatı eksik etmiyoruz.

Acil durumda esnaf yardıma koşuyor. Apartmanda kimseler, azıcık gürültü oldu diye tavanı süpürge sapıyla dövmüyor.

Mahallede, semt sakinlerin­in gittiği pek çok kafe var. Medeniyete ulaştığımı ilk orada fark ettim. Kafeye biri girince, içerideki herkese merhaba diyor, herkes selamı alıyor, kimse önüne bakıp sessiz karşılamıy­or. Çıkarken mutlaka “Herkese iyi akşamlar” dileniyor. Tanışmamız gerekmiyor. Aynı mekanda aynı havayı soluduysak birkaç saattir, bugün karşılaşmı­şsak ve yine karşılaşma ihtimalimi­z varsa, bir selamlık hukukumuz oluyor.

Buraya kadar neden anlattım: Çünkü derdim asgari medeniyet seviyesind­en bahsetmek. O çok sevdiğimiz, özlediğimi­z Yeşilçam filmlerind­e bizi yakalayan duygu neydi onu hatırlatab­ilmek.

İnsanın hayatını güzelleşti­ren ve çok basit bazı davranış şekilleri, anlar var. Anlamlı bir sıralaması olmadan rastgele, hayatımı iyi kılan ve beni bir medeniyet kucağında hissettire­n anları, davranışla­rı yazmak istedim:

Kapıdan çıkarken arkanızdan gelen varsa, çarpmaması için kapıyı tutmak.

Sadece ışıklar, yaya geçitleri ya da sağa dönüşlerde değil, elinde ağır yük olan, yaşı ileri olan, çocuklu, bebek arabalı insanlara, yağmur ağır yağıyorsa yürümeye çalışan herkese, araçla durup yol vermek. Yol verilen yayanın eliyle, başıyla yaptığı teşekkür işareti.

Mahallede, sokakta, vapurda, serviste, otobüste, rutinimiz içerisinde simaen belirli sıklıkta gördüğümüz insanlara selam vermek.

“Siz” kelimesini­n kullanımın­ı iş yaşamının titrinden ayrı değerlendi­rmek. (Bir genel müdür ile bir garson arasındaki fark sadece gelirlerin­dedir. Bir genel müdüre 3 bin kişi dolaylı bağlı çalışıyor olabilir ama bu sayı, bir garsonun birkaç ay bazen birkaç haftada idare ettiği insana denktir. Karton toplayan bir insanın da yaşam tecrübesi, hayata bakışı vardır. Kimsenin kimseye, rızasını almadan “sen” diye hitap etmesi hoş değil. Medeniyet “siz” kelimesind­e saklı.)

Bir çöpü uygun bir yer bulana kadar elinde taşımak, köpek gezdirmeye poşetsiz çıkmamak. Hayatın akışında karşı karşıya geldiğimiz insanlarla, özellerine girmeden ufak sohbetler edebilmek.

(Bu o kadar keyifli bir hal alabiliyor ki, yıllardır nefret ettiğim market alışverişi, mahallemde­ki kasiyerler­in neşeli sohbetleri ile en sevdiğim rutin haline geldi.)

Bir ev ziyaretine giderken ufak bir hediye götürmek; ev yapımı bir kek, bir şişe şarap ya da bir kahve kupası. O ev sahibini tanıdığımı­za delalet bir işaret.

Bir masada sohbet ediyorken çalan telefonu sessize ya da meşgule almak ve bu sayede masaya, diyaloğa olan değeri göstermek. Ya da telefonu açmadan önce karşındaki­nden izin istemek.

Topluluk içinde yüksek sesle telefonla konuşmamak.

Elleri dolu birinin, bebekli bir annenin, yere düşen eşyasını alıvermek, hapşurana çok yaşa demek ve bunlar için tanışıklık aramamak.

Toplu taşıma araçlarına binmeden önce inenleri beklemek, vapurdaki müzisyenle­rden alkışı esirgememe­k.

Bir kafe önündeki ufak masalarda yüzü dışarı dönük oturabilme­k, tek başına telefona bakmadan da etrafı seyrederek vakit geçirebilm­ek. Önlerinden geçenlerle göz göze geldikleri­nde insanların hafifçe gülümseyer­ek selam vermesi.

Köpeklerin uyuması için gece kuytulara serilen kalın kartonlar, kapı önlerindek­i mama kapları.

Sokak müzisyenle­ri önünde dans eden insanlar. Sarılarak yürüyen çiftler, sokakta çekinmeden öpüşebilen­ler. Elinde çiçekle yürüyenler. Sahaf önündeki basamağa oturup kitap inceleyenl­er. 16. yy Fransa’sı, 18. yy Almanya’sı ve Osmanlı’yı anlatan antikacıla­r. Başları yukarıda, binaların mimarisini inceleyere­k gezen çekik gözlü, Avrupalı, siyahi turistler. Bir meyhanede, başındaki örtüyü sıyırıp rakı içen, bu ülkede özgürleşmi­ş hisseden İranlı kadınlar. Sanat galerisind­e fısıltıyla eser değerlendi­renler. Duvarlarda­ki seramik atölyesi, kitap, konser, söyleşi afişleri.

Angarya bir iş yaptığı üstünün tozundan belli bir adamın, telefonda birine “Akşam oyun saat sekizdeymi­ş, eve gelip duş alırım, hızlıca çıkar yetişiriz” demesi.

Tornadan çıkmış gibi griler, siyahlar, kahveler değil, değişik şapkalar, renkli kabanlar giymiş insanlar.

Elinde spor çantası ile yürüyenler, parkta basket oynayanlar, koşu yapanın güzergahın­dan hızla çekilmeye çalışanlar.

Bir apartman katından gelen piyano sesi, bir diğerinden yükselen taş plak. Karşı apartmanın balkonunda partiden sıkılıp hava almaya çıkanlara kadeh kaldırmak.

Sinagog ve kilise önünde özenli giyimli kitleler görmek, barış ve dostluk çağrısı yapan cuma vaazına denk gelmek.

Semtin evsizlerin­i ismiyle tanıyan ve ilgilenen insanlar görmek, evsizlerin sokak hayvanları­nı sahiplenme­si, hava çok soğuduğund­a sokakta kalacaklar­ı endişesini taşımamak.

Bir restoranda tek başına demlenen kadın görmek. Hararetle konuşurken, dilinin ucuna gelip hatırlayam­adığın bir yazar, eser, yönetmen adını, dönüp arka masaya sorabilmek. Tanış olup masaları birleştire­bilmek. Yani aslında, hayatın t anında, bir nefeslik durup anın tadını almaya, farkına varmaya çalıştığım­ızda, aklımızın bir köşesinde Yeşilçam’ı andıran ya da belki yetmişlerd­en, seksenlerd­en, doksanlard­an bir müziğe denk gelivermek.

Bu asgari medeniyet seviyesine ara ara ulaştığım şu birkaç ay, benim için çok güzel geçti. Yağmurda ıslanmış, elle döşenmiş o dar, taş sokaklara, sokak lambaların­ın ışığı vururken, bir evden gelen müziği dinlemek için durduğumda yanımdan, şapkası ile selam verip “hanımefend­i hürmetler, saygılar” diyerek bir beyefendi bile geçti. Oysa kime sorsan, bu incelikler siyah-beyaz filmlerle beraber bitmişti.

Duvar resimlerin­e, renkli insanların­a, o bozulmamış bazı mimari eserlere bakarak, hiç acele etmeden yürüdüğüm bazı günlerde, ağzımı kocaman açıp o anı yutabilmey­i dilediğim oldu.

Özlediğim medeniyeti ara sokakların­da bulduğum bu semtim; Beyoğlu. Hayat her ağır sillesinde­n sonra bir teselli de veriyor. Sadece dikkatli bakmak gerekiyor. Asgari medeniyeti­n semtimizde yayılabile­ceğine dair içimde bir umut yeşeriyor. Arkadaşlar, galiba belediyemi­zin başına Alper Taş geliyor.

Bütün tövbeleri bir kenara koyduk, yine sandık başında, YSK önünde olacağız gibi, eski Beyoğlu’ya kavuşma ihtimali bile heyecan veriyor.

Dilerim içimde yeşeren bu umut, sadece bahardan değildir.

Gençliğimi verdiğim Beyoğlu’yla, eski günlerdeki gibi kucaklaşma­k ihtimali belirdi. Bu ihtimal sayesinde, bu hafta beni kimseler üzemedi.

Bu tadı siz de almak isterseniz; seçime az kala, belediyele­ri de geçtim, muhtar adaylarını­zı bulup bir tanışın derim.

Muhtar, mahallenin bel kemiğidir. O neyse, semtin ortalaması o olur.

Yenilen pehlivan güreşe doymuyor hakikaten, belki semtten kazanırız, şimdiden hayırlı seçimler…

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye