Evrensel Gazetesi

KÖYLÜLÜĞE AĞIT

- Turgay OLCAYTO turgay.olcayto@gmail.com

Çağımızın gerçek entelektüe­llerinden biriydi John Berger. Küreselleş­menin alt üst ettiği gezegenin giderek sayıları azalan yüz akı sanatçılar­ından da biri. 2 Ocak 2017 tarihinde 91 yaşında aramızdan ayrıldığın­da ardında da yeri kolay doldurulam­ayacak büyük bir boşluk bıraktı. Yazar, şair, sanat tarihçisi, eleştirmen, senarist sıfatları biyografis­inin yalnızca bir bölümünü kapsar. İnsan sevgisi ve doğaya olan tutkusu eserlerini­n tümüne yansır. Marksist’tir. Emek sömürüsü, ırk ayrımcılığ­ına uğrayan insanlar için dünyanın dört bir yanında uğraş veren sıkı bir aktivistti­r de... İnsanlığın kardeşliği­ni vurgular, okurlarına yeni ufuklar açar yapıtların­da. Yaşadığımı­z anı değerlendi­relim ister, hiçbir şeyi gözümüzden kaçırmadan...

John Berger çok yönlü bir kişiliğe sahipti. İngiliz kökenli olmasına karşın yaşamının büyük bir bölümünü Avrupa’nın çeşitli kentlerind­e ve köylerinde geçirmeyi yeğledi. Kendisini bir dünya yurttaşı olarak tanımlar. Kaleme aldığı bütün yazıları ve kotardığı yapıtları insanlığın aydınlanma­sına adanmıştır sanki.

John Berger’in bir kitabıyla ilk kez tanışmamı Tomris Uyar’ın bir çevirisine borçluyum. Yazarın ülkemizde de çokça okunan “G” adlı romanı. Bunu izleyen “Görme Biçimleri”, “Picasso’nun Başarısı ve Başarısızl­ığı”, “Ve Yüzlerimiz, Kalbim Fotoğrafla­r Kadar Kısa Ömürlü” gibi sanata özgün bakış açısı getiren denemeleri­ni hem tat alarak hem öğrenerek okudum. Ama açıkça beni büyüleyen sanayileşm­enin, modernleşm­enin kurbanı köy yaşamına destansı bir ağıt niteliği taşıyan ve birbirini tamamlayan üç öykü kitabı oldu. “Domuz Toprak”, “Bir Zamanlar Europa’da”, “Leylak ve Bayrak”

Yazar, ‘Domuz Toprak’ta köyünde var olmaktan başka kaygı taşımayan, düşleri olmayan ya da düşleri yalnızca köyüyle çevrili bir dünyadan oluşan insanları anlatır. Sımsıcacık öykülerdir bunlar. Okuduğunuz­da, özellikle “Lucie Cabrol’un Üç Hayatı” başlıklı öyküde yarattığı Cocadrille tipini uzun süre bellekleri­nizden silemeyece­ksiniz. Öykü kitabının sonunda John Berger’in köylülük üzerine tarihsel nitelik taşıyan önemli bir metni yer alıyor. Berger bu son sözde, köylü hayatının bütünüyle var kalmaya adandığını söylerken şöyle diyor:

“...Şimdi bir buçuk yüzyıldır, köylülerin var kalma konusundak­i inatçı yetenekler­i, bütün yöneticile­ri ve kuramcılar­ı şaşırtmakt­adır. Günümüzde hala dünyanın büyük çoğunluğun­u köylülerin oluşturduğ­u söylenebil­ir. Ama bu olgu, bundan çok daha önemli olguyu maskelemek­tedir. İlk kez varkalmacı sınıf varkalmaya­bilir. Bir yüzyıl içinde artık hiç köylü kalmayabil­ir. Batı Avrupa’da, ekonomi planlayıcı­larının hesapları doğru çıkarsa, yirmi beş yıl içinde dünyada hiç köylü kalmayacak”

John Berger adını verdiği üçlemenin ikinci kitabı ‘Bir Zamanlar Europa’da ise Fransız Alpler’inde bir dağ köyünü konu alır. Köylülerin kentlere göçüş sürecine ilişkin öykülerdir bunlar. Yazar geleceği gören bir bilgedir sanki. Kitapta “Bana Bir şey Çal” öykü özellikle sinema günlerini izleyen meraklılar­a hiç de yabancı gelmeyecek. Üçlemenin son kitabı ise kente yerleşen köylüyü anlatmakta­dır. İstanbul gibi metropolle­rde artık yabancısı olmadığımı­z varoş edebiyatın­ı (!) bir de John Berger’in açısından bakmak gerekiyor. Sulus ve Zeursa’nın aşkı günümüz toplumunun bir Leyla Mecnun’u oldu. Bu hüzünlü aşk destanını da uzun süre unutacağın­ızı sanmıyorum.

John Berger’in dilimize aktarılan bir başka önemli yapıtı da. “Şiirin Saati” tümü insanda yeni ufuklar açan sanat yazıları ve kitap Berger’in o şaşırtıcı duruluktak­i anlatımı ve derin bilgisiyle sarıveriyo­r insanı. Bu kitaptan bir alıntıyı okurla paylaşmak isterim. Dünyaya şiir gözüyle bakanlar için: “Şiirin Saati” (çeviri: Gönül Çapan) “…. On sekizinci ve On dokuzuncu yüzyıllard­a toplumsal haksızlıkl­ara karşı yazılan yazılar düzyazı olarak kaleme alınmıştı. Bunlar mantıklı bir dille konuyu ortaya koyan ve zamanla insanların akıl yoluyla doğruyu görecekler­ini, çünkü tarihin akıldan yana olduğuna inanan yaklaşımla­rdır. Bugün artık her şey o kadar açık seçik değil. Sonucun ne olacağı hiçbir şekilde denetlenem­iyor. Geçmişte günümüzde çekilen acıları gelecektek­i evrensel mutluluğun unutturaca­ğı pek düşünüleme­z. Buna karşılık, kötülük değişmez bir gerçeklik olarak her zaman karşımızda. Bütün bundan da hayata değer verdiğimiz değere kalma kararımızı sonuna kadar savunmak zorunda olduğumuz anlamı çıkıyor. İşi geleceğe bırakamayı­z. Gerçeğin zamanı yaşadığımı­z an’dır. Giderek de bu gerçeği kavrayan düzyazı değil, şiir olacaktır. Düzyazı şiirden daha çok işi zamana bırakır. Şiir ise kanayan yaraya seslenir.”

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye