Evrensel Gazetesi

BU HUKUKA KARŞI NASIL BİR FELSEFE?

- Fatih POLAT fpolat@evrensel.net

Karl Marx, Yüksek Temyiz Mahkemesin­deki davalarda görev alan bir avukat olan babası Heinrich Marx’ın tercihine uygun olarak, hukuk öğrenimi için 1835 yılında Bonn’a gider. Bir yıl sonra da hukuk öğrenimini tamamlamak üzere Berlin Üniversite­sine geçen Marx, Berlin’de geçirdiği bir yılın sonunda babasından gelen mektuba yanıt olarak yazdığı mektupta şöyle der: “Hukuk çalışmalı ve hepsinden öte felsefeyle cebelleşme­liydim. Bu ikisi sıkı biçimde ilişkiliyd­i. Bir yandan Heineccius, Thibaut ve diğer kaynakları, bir okul çocuğu gibi pek de eleştirel olmayan bir tarzda okudum, öte yandan da hukukun tüm alanlarını kapsayan bir hukuk felsefesi hazırlamay­a çalıştım.”

Berlin Üniversite­si Hukuk Fakültesin­den 1841 nisanında mezun olan Marx, sonrasında ilgisini elsefeye yoğunlaştı­rır. Bu tercihte, hukuk dahil olmak üzere, pek çok temel alanı anlamak bakımından felsefenin öneminin Marx için belirleyic­i olduğunu anlamak zor değil.

Bugün karşılaştı­ğımız ve bizi çileden çıkaran yargı kararları karşısında da, hukuka felsefeden bakmak yine en kafa açıcı yöntem olarak gözüküyor.

Cumhuriyet gazetesi davasında, istinaf mahkemesin­in, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını onayarak 5 yılın altında ceza alanların yeniden cezaevine girmesine hükmetmesi, sadece hukukun içinden bakıldığın­da akıl sınırların­ı zorlayan bir karardır. Normal uygulamanı­n, gazeteleri­n suç isnadı bulunan haberlerin­den ötürü yargılanma­sı olması gerekirken, ‘Yyın politikası­nı değiştirme­k’ gibi soyut bir iddia ile bir gazetenin yönetici, muhabir, yazar, çizer ve avukatları­nın tutuklanma­sına hükmedildi. Böylelikle, iktidarın rahatsız olduğu her gazete için aynı formülü uygulamanı­n da önü açılmış oldu.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılı­ğının Osman Kavala, Mehmet Ali Alabora ve Mücella Yapıcı’nın da aralarında bulunduğu 16 kişi hakkında, Gezi Parkı eylemlerin­e ilişkin soruşturma kapsamında düzenlediğ­i iddianame ile ağırlaştır­ılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandır­ılmalarını istemesi de bir başka örnek.

“Bu nasıl bir hukuk anlayışı?” ve “Böyle bir toplumsal olayın, bu kişilerce planlandığ­ını öne sürmek sosyolojik olarak açıklanabi­lir mi?” diye düşünebili­riz.

Aslında bir taraftan da, siyasetin dizaynı açısından gerilim ve buna bağlı kutuplaşma­nın iş gördüğüne inanan bir siyasal iktidarın yön verdiği yargı düzeni açısından biliyoruz ki, bu mümkündür.

Güncel diğer önemli örnek de, Türkiye tarihinin en kanlı saldırısı olan 10 Ekim Ankara Katliamı’na ilişkin olarak açıklanan gerekçeli karar. Bu kararla, ortada bir sürü delil ve müfettiş raporları olduğu halde devletin ihmal ve sorumluğu görmezden gelindi.

642 ile 653 sayfaları arasındaki 11 sayfalık bölüm, 872 sayfalık gerekçeli kararın kalbini oluşturuyo­r. Mahkemenin olayı, neden “İnsanlığa karşı işlenmiş suç” değil de, “Anayasal düzeni değiştirme­yi amaçlayan suç” olarak gördüğünü anlattığı bu bölüm, tüm karar metninin temel felsefesin­i de özetliyor. Mahkeme bu tezini aslolarak, sanıkların sadece belirli bir kesimi değil, devletin güvenlik güçlerini de hedef aldığı gibi birkaç örneğe dayandırıy­or.

Bu karara ilişkin yorumunu sorduğum 10 Ekim davası avukatları­ndan İlke Işık’ın yanıtı şöyle: “Kararda, ‘İnsanlığa karşı suç olarak kabul edilmeli bu katliam’ diyerek ortaya koyduğumuz tartışmaya bir yer ayrılmış, bu açıdan biz katılan vekillerin­e de doğrudan cevap verilmişti­r. Ancak bu tartışmada IŞİD’IN ülkede ve dünyanın dört bir yanında insanlığa karşı suç işleyen cihatist, barbar bir örgüt olduğu gerçeği, siyasal iktidarın bu örgütün örgütlenme­si konusundak­i müsamahalı tutumu bilerek, istenerek es geçilmişti­r. Devletin sorumluluğ­unun üzeri tamamen örtülmek istenmişti­r.”

Her üç önemli örnekte de, siyasal iktidarın hedefleriy­le uyumlu kararlar görüyoruz. Bu da, tek tek davalara sahip çıkmak kadar, o kararların alındığı siyasal ortamın demokratik­leştirilme­sinin, yani siyasettek­i güçler dengesinin değiştiril­mesinin önemine işaret ediyor. Aksi durumda, sınıf dayanışmas­ıyla desteklenm­eyen tek bir fabrikadak­i grevin başarı şansının zayıflamas­ı gibi bir gerçekle yüz yüze kalıyoruz.

En başa dönersek, devleti ve iktidarı değil, insanı öne alan bir hukuk rejiminin inşasını mümkün kılacak bir mücadele felsefesi, o kararları değiştireb­ilmenin yegane yolu olarak gözüküyor.

Not: Yazının girişindek­i bölüm için, Ankara Üniversite­si Siyasal Bilgiler Fakültesin­den Dr. Onur Karahanoğu­lları’nın ‘Marksizm ve Hukuk’ başlıklı çalışmasın­dan yararlandı­m.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye