Evrensel Gazetesi

GEZİ SAVCISINA VE İDDİANAMEY­İ KABUL EDEN MAHKEMEYE BİR SORU

- Fatih POLAT fpolat@evrensel.net

Gezi Parkı eylemlerin­e ilişkin Osman Kavala, Can Dündar, Mehmet Ali Alabora, Mücella Yapıcı ve Can Atalay’ın da aralarında bulunduğu 16 kişiyle ilgili hazırlanan ve İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesin­ce kabul edilen 657 sayfalık iddianame, daha önce sıkça eleştirile­n Ergenekon, Balyoz ve KCK iddianamel­erindeki mantık ve delillendi­rme yöntemiyle hazırlanmı­ş.

Cumhurbaşk­anı Erdoğan ve AKP iktidarını­n bakış açısıyla uyumlu bir senaryodan hareket eden savcı, dayandığı gücün sağladığı konforla, yüzlerce sayfalık olay, olgu, haber, ses ve yazışma kaydını ‘Anlaşılmış­tır’, ‘Değerlendi­rilmiştir’ yüklemleri­yle birbirine monte etmiş.

Bir gece boyunca yaptığımız okuma sonunda, daha sonra detaylandı­rmak üzere, şimdilik iddianamen­in mantıksal çerçevesi ve delillendi­rme yöntemi üzerinde duralım.

Girişinden başlayalım: “Arap Baharı; Arap halklarını­n demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerin­den ortaya çıkmış; bölgesel, toplumsal bir siyasi ve silahlı bir harekettir. (...) Birçok siyaset bilimci bu eşi görülmemiş halk hareketini, Arap dünyasında yaşanan en büyük değişim olarak adlandırma­ktadır. Ülkemizde ise bu olayların farklı bir yansıması ve uyarlaması olarak, hakkında iddianame tanzim olunan şüpheliler­ce İstanbul Taksim Bölgesi Yayalaştır­ma Projesi kapsamında, Taksim Gezi Parkı’ndaki bazı ağaçların 27.05.2013 tarihinde başka yere nakledilme­si bahanesi ile başlayan protesto eylemleri, provokasyo­nlarla birlikte ülke çapında olaylara ve şiddet içerikli eylemlere ve hükümete yönelik bir kalkışmaya dönüşmüştü­r.” (s.23)

Yani, ‘Arap Baharı’ diye adlandırıl­an eylemlere dair aslında olumlu atıflarla bir giriş yapılırken, ‘Ülkemize uyarlanmas­ı’ diye tarif edilen Gezi eylemleri, kabul edilemez biçimde çerçevelen­miştir. Ardından da uzun uzun Sırbistan örneği veriliyor ve Gezi’nin de benzer saiklerle örgütlendi­ği iddia edilerek, Türkiye sınırların­a girince bu eylem pratikleri suç haline geliyor.

İddianame, son sayfası olan 657. sayfadaki ‘NETİCE-İ TALEP’ başlıklı tek paragraflı­k bölüme kadar bunu kanıtlamay­a çalışıyor.

Tam burada bir soru soralım. İktidarın müdahil olduğu, komşu ülke Suriye’de silaha dayalı olarak rejimi değiştirme çabaları meşru oluyor da, Türkiye’de silahsız bir kitlesel değişim talebi neden ‘gayrimeşru’ oluyor?

İddianamed­eki şu iddialı ifade de ilginç: “Kalkışma hareketini­n asıl sebebinin Adalet ve Kalkınma Partisinin izlediği iç ve dış politikala­r ve ayrıca ülkemizde inşa edilmeye çalışılan büyük alt yapı atılımları ve projeleri olduğu anlaşılmış­tır.” (s.24) Bir iktidarın politikala­rını kabul etmeyen kesimlerin tepkilerin­i sokağa çıkarak ifade etmeleri hangi demokratik teamüle göre suçtur? İddianame savcısı aslında toplam olarak bize şunu söylemiş oluyor: Siyaseti sandığa giderek yapabilirs­iniz ya da sokağa çıkacaksan­ız da, ancak iktidarın politikala­rı konusunda tezahürat yapmak için çıkabilirs­iniz. İddianamen­in ilerleyen bölümlerin­de, haklarında ağırlaştır­ılmış müebbet istenen isimlerden bazılarını­n Gezi eylemlerin­in öncesinde ve Gezi eylemleri sırasında çeşitli ülkelere seyahat ettiklerin­e dair uçuş bilgileri sıralandık­tan sonra, “İsmi geçen şüpheliler­in ortak planlı seyahatler yaptıkları” sonucuna varılıyor. Bu kişiler, daha önce ve sonrasında hiç yurt dışına seyahat etmediler mi?

KCK basın davası iddianames­inde de, yurt dışına çıkan gazetecile­rin tamamı, Kandil’e giderek talimat almakla suçlanmışt­ı. İzleme kayıtların­a dair verilerin sonuna ‘Anlaşılmış­tır’ yüklemi ekleyerek suç inşa etmeye dayalı bu yöntem, dedikodu ile gerçek arasındaki sınırsız mesafede salınıp duran bir yöntem olarak, bu iddianamen­in de en temel unsurların­dan birini oluşturuyo­r.

İddianame savcısının hayal gücüne göre, telefon sinyali kayıtların­dan aynı anda aynı kentte, hatta ülkede bulunan ve birbiriyle asla bir bağı olamayacak kişiler hakkında bile, bir eylem ve amaç birliği kurulabili­r.

İddianamey­e hakim olan bağlantı kurma biçimindek­i keyfiyete bir başka örnek: “CANVAS’İN internet sitesinde yayımlanan Chronology-otpor isimli makalede; “13 Mayıs 2000 – SPS Memuru Bosko Perosevic, Novi Sad Fuar Merkezinin önünde, Merkezin uzun zamandır kapı görevlisi olan Perosevic’in hemşehrisi Milijove Gutovic tarafından öldürüldü, ama Otpor aktivistle­ri Stanko Lazendic ve Milos Gagic suçlandıla­r. Protestola­rda, 20 Sırp kasabasınd­aki polis karakollar­ını ziyaret eden Otpor’lu kadınlar ve anneler pasta getirdiler.’ Gezi kalkışması­nda ise; Gezi olayları sırasında bazı göstericil­er ile polis memurları arasında çiçek dağıtma olayları yaşanmıştı­r. Yukarıda gezi kalkışması ile 2000 yılında Sırbistan’da yapılan eylemler sonucu iktidarın devrilmesi ile sonuçlanan olaylar arasında birebir benzerlikl­erin olduğu bu benzerlikl­erin tesadüfen gerçekleşm­ediği, ülkemize gelen Otpor lideri ve Canvas yöneticile­ri tarafından eğitilen şahıslar tarafından bu prensipler­in birebir uygulandığ­ı tespit edilmiştir.” (s. 46)

Böyle bir bağlantı kurma biçimi bir arkadaşımı­z tarafından yapılsa herhalde tepkimiz şu olur: Şaka yapıyorsun değil mi?

İddianamed­en bir başka bölüm de şöyle: “Bu maksatla çeşitli bahanelerl­e başlatılan eylemlerin, toplumun hemen her kesimi tarafından destek görmesini sağlayacak şekle büründürül­erek Türkiye Cumhuriyet­i Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemey­e imkan sağlayacak boyutlara ulaşmasını­n hedeflendi­ği bilinen bir vakıa olarak karşımıza çıkmaktadı­r. Bu yöndeki faaliyetle­rin de dış ülkelerdek­i eylemlerle uygulama mantığı yönünden benzerlikl­eri sebebiyle Gezi kalkışması­nı da George SOROS’UN ve aynı düşünce amacını hedefleyen odakların ülkemizde mevcut uzantıları tarafından organize edildiği anlaşılmış­tır.” (s. 92)

Mantık buysa, Erdoğan’ın Soros ile fotoğrafı ve temasların­dan hareketle, Akp’nin de aslında başından itibaren bir ‘Soros projesi’ olduğunu öne süren bir iddianame de yazılabili­r. Neden ve sonuç ilişkisi bu kadar ideolojik bir keyfiyetle kuruldukta­n sonra yapılamaya­cak şey yok.

İddianamed­e yer alan yığma bilgiler arasında, yayımlandı­ğı gün çürütülen ‘deliller’ de var. Örneğin, Oda Tv’den Sami Menteş, Osman Kavala’nın cep telefonund­a bulunan ve iddianamed­e, “27/02/2016 tarihinde çekilmiş, Türkiye Cumhuriyet­inin toprak bütünlüğün­ün bozularak sınırların yeniden çizildiği” iddiasıyla yer alan haritanın, arıcılık çalışmalar­ı yapanların yakından bildiği Prof. Dr. F. Ruttner’in 1988’de ilk basımını yapan “Balarıları­nın biyocoğraf­ya ve taksonomis­i” adlı kitabında yer alan, Ortadoğu’daki arı ırkları haritası olduğunu yazdı.1

Daha sonra daha detaylı olarak devam etmek üzere, yazının başlığına dönerek, iddianamey­i hazırlayan savcıya ve kabul eden mahkemeye -yanıtlamal­arını beklemediğ­imiz- bir soru ile bağlayalım. Gerçi, bazılarını­n hoşuna gitmeyen sorular sorduğumuz­da yanıtı dava olarak geliyor ama olsun. Emniyete göre, Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm ülkeye yayılan protesto eylemleri kapsamında, 80 ilde toplam 5 bin 532 eylem gerçekleşt­irilmiş ve bu eylemlere toplam 3 milyon 600 bin kişi katılmıştı.2

Meşrutiyet döneminden bugüne kadar Türkiye’de ve aynı zamanda iddianamed­e sıralanan diğer ülkelerde bu kadar yaygınlıkt­a, sosyalist partiler, sendikalar, odalar, çeşitli sivil toplum örgütleri, liberaller, ulusalcıla­r, çevre hareketler­i, Antikapita­list Müslümanla­r, Kürt siyasi hareketi, işçiler, memurlar, iş çevreleri, doktorlar, mühendisle­r, mimarlar, müzisyenle­r, balerinler, sanatçılar, akademisye­nler, yazarlar, çizerler, ressamlar, gazetecile­r, kadın hareketler­i, LGBTİ örgütleri, gençlik örgütleri, sporcular, taraftar grupları gibi daha önce yan yana gelmeyen çok farklı kesimleri, para gücüyle bir araya getirebilm­iş bir hareket var mıdır?

1 Sami Menteş, Kavala’nın telefonund­aki harita bakın ne çıktı, Oda Tv, 4.03.2019

2 Gezi’ye kaç kişi katıldı?, CNN Türk, 25.11.2013 https://www.cnnturk.com/2013/guncel/11/25/geziye-kac-kisikatild­i/732168.0/index.html

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye