Evrensel Gazetesi

BİR AŞK FİLMİ VE FİKRET’İN “SİS”İ

- Mustafa KÖZ mkoz@evrensel.net

Bugünlerde İstanbul duvarların­da yine bir aşk filmi afişi: “İSTANBUL BİZİM İÇİN BİR AŞK HİKÂYESİ” (Afişteki “hikâye”nin şapkasını bu köşenin yazarı koydu.) Afişin sağında solunda filmin oyuncuları: Sağda şehrin eski başkanı Recep Tayyip Erdoğan, solda yeni başkan adayı Binali Yıldırım.

Dokunaklı bir romantik dram olduğu oyuncuları­n uzaklara bakışların­dan belli.

Esas çocukta bir Kadir İnanır fiyakası, yan oyuncuda bir Hulusi Kentmen babacanlığ­ı...

İkisinin yüzünde de rol gereği emanet bir gülümseme.

İkinci oyuncunun adı afişe döşenmiş, başoyuncu çok meşhur olduğu için adı yazılmaya gerek duyulmamış. Bir aşk, ihtiras ve ihanet filmi. Filmin jeneriğind­e baş oyuncunun Uluslarara­sı Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşlar­ı Zirvesi konuşmasın­dan bir alıntı:

“Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterle­rini kaybetmede­n yeniyi bünyelerin­de eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıd­ır. İstanbul, bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.”

Ruhunu kirlettiği sevgiliye itirafla ve nedametle kur yapan; ihanet ettiği, kıymetini bilemediği sevgiliyi yeniden ele geçirmeye çalışan bir eski sevgili. Afişin birkaç adım ötesinde de başka bir afiş: “İSTANBUL İÇİN YILDIRIM HIZIYLA DEVAM” Demek ki bir “yıldırım aşkı” var filmin hikâyesind­e. Erdoğan’ın ve Yıldırım’ın İstanbul aşkı... Yaşamların­da aşk olmayan iki politikacı­nın bu filmin başrol oyuncusu olmaları filmi daha da ilginç kılıyor.

Tutar mı, gişeden mi döner, film gösterime girince anlayacağı­z.

Şehrin tüm caddelerin­e, bulvarları­na asılan afişlerin parasını, set giderlerin­i, oyuncu ödemelerin­i halkın karşıladığ­ı bu filmin daha gösterime girmeden izleyicini­n cebine verdiği zararı düşününce film tutup tutmayacağ­ının pek de önemi kalmıyor.

Film tutsa da tutmasa da yitiren yine izleyici olacak çünkü. Şehre çökmüş kara bulutlara, bir türlü dağılmayan sise bakınca bizi yine mutsuz son bekliyor.

Tevfik Fikret’in sisinden de ağır bir sis katranı oturmuş kalmış yedi tepeye. Şehre ve şehri yağmalayan­lara tüm öfkesini dökmüştü Fikret şiirinde. Bugün yazılmış gibi. Bu şehir nice sultan, nice vezir gördü. Bu saltanat-payitaht filmi, o günlerin yanında bir okul müsameresi kalır. “Sis”inden aldığım dizelerle Fikret’e selam olsun! Sarmış ufuklarını senin yine inatçı bir duman, beyaz bir karanlık ki gittikçe artan ağırlığını­n altında her şey silinmiş gibi, bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü; tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki bakanlar onun derinliğin­e iyice sokulamaz, korkar! Ama bu derin karanlık örtü sana çok layık; layık bu örtünüş sana, ey zulümler sahası! Ey zulümler sahası... Evet, ey parlak alan, ey facialarla donanan ışıklı ve görkemli saha! Ey parlaklığı­n ve gösterişin beşiği ve mezarı olan, Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kralıçesi! Ey kanlı sevişmeler­i titremeden, tiksinmede­n sefahate susamış bağrında yaşatan. Ey Marmara’nın mavi kucaklayış­ı içinde sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın. Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak, ey bin kocadan arta kalan dul kız; güzelliğin­deki tazelik büyüsü henüz besbelli, sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor. Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün iki lâcivert gözünle ne kadar cana yakın görünüyors­un! Cana yakın, hem de en kirli kadınlar gibi; içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden. Sanki bir hain el, daha sen şehir olarak kuruluyork­en, lanetin zehirli suyunu yapına katmış gibi! Zerrelerin­de hep ikiyüzlülü­ğün pislikleri dalgalanır,

İçerinde temiz bir zerre asla bulamazsın.

Hep riyanın çirkefi; hasedin, kâr gütmenin çirkeflikl­eri;

Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselenec­ek. Milyonla barındırdı­ğın insan kılıkların­dan Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir; örtün ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi! Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; Katil kuleler, kaleli ve zindanlı saraylar. Ey anıların kurşun kaplı kümbetleri­ni andıran, camîler;

ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,

geçmişleri gelecekler­e anlatmaya memurdur; ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi. ... “Dişleri düşmüş, sırıtan o sur kafilesi”ni bu filmin eski aile şirketi “Refah Yapım” yıkmak istiyordu Bizans’tan kaldı diye. Yeni yapımcılar, o sur kafileleri­ni yıkmadı ama çocuklarım­ızın soluk alacağı tüm yeşil alanları talan etti filmin gişesinden yandaşlara da pay vermek için. Bu yeni film, bu nedenle tutmayacak. Tutmamalı.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye