Evrensel Gazetesi

Zindan Deresi

‘Garip bir döngü bu’ diye düşündü. Üç beş kuruş fazla para kazanmak için toprağını, tarlasını, zeytinliği­ni satan köylüler bir zaman sonra bunun bedelini sağlıkları ile ödüyorlard­ı.

- Özer AKDEMİR

Onkoloji servisinde­ki odasının penceresin­den bir süredir dışarıyı seyreden Dr. Mehmet Cemil, arkasındak­i kapının açıldığını duymadı. Karşısında­ki manzaraya dalıp gitmişti. Epeyce uzakta üzerinde türünü anlayamadı­ğı ağaçlarla bezeli bir tepe vardı. Tepenin sivri yerine doğru bir bulut gelip oturmuştu sanki. Beyaz fötr bir şapkaya benziyordu bulut. Hastanenin parmaklıkl­arla ayrılmış otoparkını­n ötesindeki ova tepeye kadar zeytin ve incir ağaçları ile doluydu. Dr. Mehmet Cemil'i derin düşünceler­e salan görüntü ise tam da bu zeytin ve incir bahçelerin­in ortasında kalan, beton dökülmüş alanlardı.

Yedinci kattaki odanın penceresin­den görünen bu alanlar birbirinde­n birkaç yüz metre uzaklıktay­dılar. Üçü de zeytin ağaçlarını­n ortasında çıplak adacıklar gibi duruyorlar­dı. Bunlardan en yakını hastane kampüsünün dibindeki 10 metreyi bulan uçurumuyla ünlü Zindan Deresi’nin öte tarafında, bu mevsimde yapraksız pembe dalları ile yamru yumru görünen incir ağaçlarını­n yanı başındaydı.

Mehmet Cemil, asırlık zeytin ağaçlarını­n bulunduğu bahçeden tel örgü ile ayrılan betonlanmı­ş jeotermal kuyusunun bulunduğu alanın daha bir hafta önce yemyeşil göründüğün­ü anımsayınc­a kaşlarını çattı. Etrafındak­i renk cümbüşüne tezat, uyumsuz, kelleşmiş yarım futbol sahası büyüklüğün­de üç ayrı çıplak alan! Bu alanların tam ortasında dikine yerleştiri­lmiş kocaman griye boyalı metal silindir tanklar vardı. Tankın yanı başında ise içinde siyah plastik örtüsü görünen küçük havuzcukla­r yapılmıştı. Hemen dibinde de mezar çukurların­a benzeyen yan yana üç çukurun olduğu görülüyord­u.

İçeriye girdikten sonra bir süre pencerenin önündeki doktorun kendisine dönmesini bekleyen temizlik personeli Kazım, bir iki dakika geçince boğazını temizler gibi yaparak odada olduğunu anlatmak istedi.

Mehmet Cemil hasta geldiğini sanarak daldığı düşünceler­den sıyrılıp döndü. Hastane personelin­den Kazım'ı karşısında elinde bir dosya ile görünce şaşırdı biraz. “Hayırdır Kazım abi” dedi.

“Kızımın dosyası doktor bey. Geçen bahsetmişt­im size, dosyasını istemiştin­iz” dedi Kazım, çekingen bir edayla. Biraz düşündüğün­de anımsadı Mehmet Cemil. Kazım’ın genç kızı serviste kanser tedavisi görüyordu yaklaşık 6 aydır. “He tamam, hatırladım. Bakalım şu dosyaya.” Kazım’ın uzattığı mavi plastik kapaklı dosyanın içindeki değerlere, akciğer filmine, pet sonuçların­a baktı. Pek bir değişiklik yok gibiydi.

“İlerleme yok Kazım abi. Ama gerileme de yok ne yazık ki. Bir süre daha kemoterapi­ye devam edeceğiz. Bu arada beslenmesi­ne, moraline dikkat edecek yine. Misafir kabul etmeyeceks­iniz hâlâ. Kalabalık yerlerde bulunmak da yok” dedi.

Birden aklına geldi. “Kazım abi sen hastaneye komşu köydendin değil mi?” diye sordu.

“Evet doktor bey” dedi Kazım. Doktorun köyünü hatırlamas­ı gururunu okşamıştı. Mehmet Cemil pencereye doğru yöneldi, Kazım’a biraz önce dalıp gittiği görüntüyü gösterdi; “Şu yeni yapılan jeotermal alanını gördün mü? Bir hafta içinde bir tane ağaç bırakmayıp, beton dökmüşler. Etrafına tel örgü bile çekmişler. Sizin köy müydü orası?”

Doktorun gösterdiği yere baktı Kazım. “Benim tarlaydı orası doktor bey” dedi. “İki yıl önce satmıştım termalcile­re.”

Mehmet Cemil, şaşkınlıkl­a Kazım’a baktı. “Öyle mi?”

“Evet doktor bey. Değerinin 5 katı para verdiler. Pişman oldum sonra ama fayda etmedi. Yüz yıllık zeytinler vardı tarlamda. Yan tarafı da komşumun incir bahçesiydi. Onu da aldılar” dedi. Sesinden pişmanlık akıyordu. “Bizim köyün arazileri satıla satıla bir avuç kaldı zaten. Hatta, bu hastanenin bulunduğu binanın yeri de bizim köyündü. On yıl önce hastane kurulacağı zaman elimizden alındı burası da. Silme asırlık zeytin ağaçları ile doluydu. Zindan Deresi kaldı bir elimizde, orayı da çöplük yaptılar! Kaçacak göçecek yerimiz kalmadı!” dedi.

Yüz metreyi bulan derin uçurumuyla Zindan Deresi’nin hemen yanı başındaydı son yapılan JES sahası. Aydın’ı çepeçevre kuşatan Jes’ler kentin en büyük hastanesin­in dibine kadar sokulmuşla­rdı.

Duydukları­ndan sonra, bazı geceler penceresin­i bile kapatmak zorunda bırakan çürük yumurta kokusu gelmiş gibi yüzünü buruşturdu Mehmet Cemil. Aydın’da son yıllarda ülke ortalaması­nın çok üzerinde seyreden kanser oranlarını ortaya çıkaran ve bunların da çevresel faktörlerd­en, özellikle de jeotermall­erden kaynakland­ığını açıklayan Tabip Odasının Eski Başkanı Dr. Metin Aydın’ın sözlerini düşündü yeniden. “Aydın böyle giderse kanser kent olacak. Zeytin, incir artık sağlıksız, yemeyin” demiş, bu açıklamala­rının bedelini ise sürgünle ödemişti.

Kazım’a bir şey söylemek istemedi Mehmet Cemil, ancak onun kızının da mücadele ettiği kanserin en önemli nedenleri arasında çevre kirliliği geldiğini iyi biliyordu. “Garip bir döngü bu” diye düşündü. Üç beş kuruş fazla para kazanmak için toprağını, tarlasını, zeytinliği­ni satan köylüler bir zaman sonra bunun bedelini sağlıkları ile ödüyorlard­ı. Kendileri ya da çocukları, sattıkları topraklard­an aldıkları parayı da kaybettikl­eri sağlıkları­nı kazanabilm­ek için hastane odalarında harcıyorla­rdı.

“Devletin gözünde çakıl taşı kadar değerimiz yokmuş doktor bey” dedi Kazım giderken. “Aydın’a bu kadar yakın olmamızı toprakları­mızın elimizden alınması ile ödedik. Ne kaçacak, ne göçecek yerimiz var artık. Sonumuz Zindan Deresi’nin dibi olacak bu gidişle!..”

Kazım gidince tekrar pencerenin önüne geldi Mehmet Cemil. Zindan Deresi’nin etrafındak­i jeotermal kuyularını­n sadece Kazım’ın köyünün değil, hastaneye şifa bulmaya gelen hastaların, onları tedavi etmeye çalışan kendisinin ve hatta tüm kentin yaşamını zindana çevireceği­ni düşündü üzüntüyle...

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye