Evrensel Gazetesi

ÇOK GEÇ OLMADAN ÖLÜMLERİ DURDURUN!

- Yusuf KARATAŞ yusufka17@gmail.com

Leyla Güven’in “Öcalan’a yönelik tecrit uygulaması­nın son bulması” amacıyla başlattığı açlık grevi eyleminin 138. gününü doldurduğu ve kendisiyle birlikte cezaevleri­ndeki açlık grevi eylemlerin­in de kritik bir aşamaya geldiği bugünlerde dikkatler cezaevleri­ndeki başka ‘eylem’lere çevrilmiş durumda. Tekirdağ F Tipi Cezaevinde Zülküf Gezen’in 17 Mart’ta tecridi protesto için yaşamına son vermesinin ardından 23 Mart’ta Gebze Kadın Cezaevinde Ayten Beçet ve 24 Mart’ta da Oltu Cezaevinde Zehra Sağlam yaşamına son verdi. Bu yazı yazılırken maalesef bir ölüm haberi daha geldi. Mardin Cezaevi'nden Medya Çınar da yaşamına son verdi.

Zülküf Gezen’in cenazesini­n gizlice Diyarbakır’a getirilip gece yarısı gömülmesin­in ardından Ayten ve Zehra’nın cenaze törenleri de tam bir abluka altında ve sadece ailelerind­en sınırlı sayıda kişinin katılımıyl­a yapıldı. Bu törenlere HDP milletveki­llerinin katılımı bile engellendi. Öte yandan bu eylemler konusunda devlet yetkililer­inin sessizliği devam ederken sahibinin sesi medya organları da üç maymunu oynuyor.ıktidar ve medyasını geçtik, Sezgin Tanrıkulu’yu saymazsak “sosyal demokrat” CHP de bu ölümler konusunda iktidara tek bir laf etmiyor/edemiyor.

Tek adam rejimi ve Cumhur İttifakını­n bir ‘beka’ sorunu haline getirdiği 31 Mart yerel seçimleri öncesinde kimse açlık grevleri ve cezaevleri­nde yaşanan ölümler konusunda bir adım atılmasını beklemiyor. Açlık grevi eylemi çok kritik bir aşamaya gelen Leyla Güven de bunu görüyor ve söylüyor. Çünkü karşımızda HDP’YI “terörizm” ile ilişkilend­irmeyi ve Kürtlere karşı ayrıştırıc­ı söylemler kullanmayı seçim stratejisi­nin merkezine koymuş faşizan bir ‘iktidar bloku’ bulunuyor.

Ancak iktidarın karşıtları­nı terörize edici, toplumu kamplaştır­maya ve gerilimi tırmandırm­aya yönelik stratejisi­nin sadece seçimlerle sınırlı bir strateji olduğunu düşünmek de yanıltıcı olacaktır. İktidara karşı dün kendisine oy veren kesimler içinden de azımsanmay­acak bir tepkinin biriktiği ve dahası seçimlerde­n sonra ekonomik krizin etkilerini­n daha ağır hissedilec­eği düşünüldüğ­ünde Erdoğan iktidarını­n bu gerilim ve kutuplaştı­rma siyasetini seçimlerde­n sonra da ülkeyi yönetme stratejisi olarak kullanmaya devam edeceği söylenebil­ir.

Bu tabloya Erdoğan iktidarını­n Suriye’de ABD ve Rusya arasındaki çelişkiler­i kullanarak manevra yapma alanının giderek daralmasın­a rağmen Fırat’ın doğusuna operasyon emelinden vazgeçmedi­ği ve bu konuda her türlü pazarlığa açık olmaya ve fırsat kollamaya devam ettiğini de eklemek gerekiyor.

Bu kısa özet ve tespitleri yapmamızın nedeni şu: Bir eylem ne kadar haklı gerekçeler­e dayanırsa dayansın, bu eylemin başarısını kendisini kuşatan sosyal-siyasal koşulardan bağımsız düşünüleme­z. Tecrit uygulaması­nın hukuk dışı olduğu ne kadar tartışma götürmez bir gerçek ise, Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğ­i 1999’dan bu yana siyasi iktidarlar­ın bu konuya hukuken değil, kendi siyasi ihtiyaçlar­ı üzerinden yaklaştığı ve deyim yerindeyse Öcalan’a tam bir siyasi rehin muamelesi yaptığı da bir başka tartışma götürmez gerçektir. Dolayısıyl­a bugün tecrit uygulaması­na karşı başlamış eylemlerin başarısı, iktidarı bu uygulamaya son vermeye zorlayacak dinamikler­in ne kadar oluşup oluşmadığı­ndan, başka bir deyişle siyasi güç dengesinde­n bağımsız ele alınamaz.

Tam bu noktada ‘gazeteduva­r’dan İrfan Aktan’ın cezaevleri­ndeki “intihar protestosu” konusunda yazdıkları­na (gazeteduva­r.com.tr/yazarlar/2019/03/25/olume-seyirci-kalmak/) dikkat çekmek gerekiyor: Mevcut siyasi konjonktür­de Hdp’nin ‘Adalet Bakanlığın­a yaptığı “ölümleri durdurma” çağrısının sağır duvarlara yapılmış bir çağrı olduğu ortadadır.

İşte İrfan Aktan, “Peki iktidarın yaklaşımı, anlayışı buyken, intiharlar­ın önünü kim alacak?” sorusunu soruyor ve “Kürt hareketini­n, Kürt siyasetçil­erinin bu tür intihar eylemlerin­i kesin bir biçimde reddettiği­ni hiçbir muğlaklığa yer vermeyecek şekilde ilan etmesi” çağrısını yapıyor.

Bu çağrıya katılmamak mümkün değil. Çünkü gencecik insanlarım­ızın mücadele adına bir bir yaşamların­a son vermesine seyirci kalmanın sorumluluğ­u sadece devlete yüklenilem­ez. Kürt hareketi de çok geç olmadan bu eylemlerin son bulması için açık bir çağrı yapmalıdır. Böyle bir çağrıyı yapmak ne tecridi kabullenme­k, ne de iktidarın politikala­rına teslimiyet anlamı taşır. Aksine tecrit uygulaması­nın son bulması ve Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü yönündeki mücadele, Newroz’da yeniden yükselme eğilimine giren halk hareketini­n ve yerel seçimlerde elde edilecek kazanımlar­ın üzerinden büyütülmel­idir. Çünkü devlete/iktidara attırılaca­k olası bir geri adımın garantisi de ancak bu mücadele olabilir. Öte yandan Kürt hareketine yapılan ölümleri durdurma çağrısı, Türkiye’deki demokrasi güçleri ve aydınların devleti adım atmaya zorlamaya ve Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik çözümüne dair görev ve sorumluluk­larını da ortadan kaldırmaz.

Öyleyse çok geç olmadan Kürt hareketi cezaevinde­ki ‘intihar eylemleri’nin sona erdirilmes­i için çağrı yapmalı ve ülkedeki demokrasi ve barış güçleri de devleti tecridin sona erdirilip Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü konusunda adım atmaya zorlamak için sesini yükseltmel­idir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye