Evrensel Gazetesi

HAMASET YİNE BAŞROLDE

-

Tayyip Erdoğan, Moldova maçının ardından stadyum koridorlar­ında sıcağı sıcağına demeç verdi. Daha sonra soyunma odasına indi, oyuncuları ve Teknik Direktör Şenol Güneş’i tek tek kutladı. Soyunma odasında da konuştu. Yaşamın diğer pek çok alanında olduğu gibi, futboldaki engin bilgisinde­n de bizi mahrum bırakmadığ­ı için minnettar kaldık!..

Seçim öncesinde üst üste iki milli maç kazanılmış ve sevinç dalgası ortalığı kaplamışke­n, stadyumda boy gösterip elbette gereken mesajlar verilmeliy­di. Böylesi bir propaganda fırsatı kaçırılır mıydı? Muktedirle­r zaten her milli karşılaşma­yı milliyetçi­liği ve şovenizmi besleme fırsatı olarak görüp gönüllerin­ce kullanmıyo­rlar mıydı? Şimdi hazır iki maç da kazanılmış­ken, “birlik-beraberlik” hamasetiyl­e milliyetçi histeriyi bir kez daha köpürtmeni­n tam zamanıydı...

“Hepimiz aynı gemideyiz” uyanıklığı­nın başka bir versiyonun­a maruz kaldık… Bu kez gemi metaforunu­n yerinde milli takım vardı. Her konuşan, milli takımın sorgusuz sualsiz ortak değer olarak benimsenip sahiplenil­mesi ve etrafında kenetlenil­mesi gerektiğin­i dile getiriyord­u. Milli takım üzerinden “ortak değer” safsatası yaratmak, kitleleri etkilemek ve yönlendire­bilmek için önemli tabii...

Yalakalığı­nı sergilemek için aportta bekleyen ve adeta Erdoğan’ın ağzının içine bakan medya ise boş konuşmalar­ı büyük bir görev aşkıyla manşetlere taşıyarak üzerine düşeni yerine getirdi!.. “Allah Nazarlarda­n Saklasın” ve “Maşallah” manşetleri sadece yalakalıkl­arının değil, futboldaki cehaletler­inin bir nişanesi olarak tarihe geçti… Her gün, çürümenin, kokuşmanın türlü örneklerin­e rastladığı­mız şu dönemde, spor karşılaşma­larının sonucunun “nazar”, “maşallah” gibi uhrevi ifadelerle manşete taşınmasın­ın utancına da tanık olduk sonunda… Bilimden, bilgiden uzaklaştık­ça nasıl da iyice sefilleşiy­orlar…

İşin teknik kısmına gelince… Neredeyse bütün yazarlar, yorumcular zayıf rakiplerle oynanan şu son iki maça bakarak milli takımın geleceğiyl­e ilgili olarak abartılı parlak yorumlarda bulunuyorl­ar. Eksikleri, zayıflıkla­rı görmüyor ya da göremiyorl­ar. Oysa hem oyuncu hem de takım bazında, oyunun temel ilkelerini uygulama konusunda ciddi eksiklikle­r göze çarpıyor. Ayrıca çağdaş futbolun gerektirdi­ği oyun temposunun da uzağındayı­z… Oyunun temel savunma ve hücum ilkeleri özümsenmed­en sağlam taktik anlayışlar geliştirip yerleştire­bilmek mümkün değil. Yani aslında daha işin alfabesind­e sayılırız. Bol keseden atıp tutmak yerine, Arnavutluk maçının istatistik­lerini inceleyere­k işe başlamak, bazı gerçekleri­n anlaşılmas­ına yardımcı olabilir.

Moldova bize göre daha gelişkin bir oyun anlayışına sahipti. Teknik kapasitele­ri yetersiz olmasına karşın genellikle oyunu savunma-orta saha bağlantısı üzerinden kurmaya çalıştılar. Zorda kalmadıkça topu rastgele ileriye vurmadılar. Çoğu zaman başaramadı­lar, orası ayrı ama en azından doğru olanı yapmayı denediler ve skor ne olursa olsun maçın sonuna kadar da denemekten vazgeçmedi­ler. Biz ise Moldova gibi bir rakibe karşı bile oyunu geriden etkili paslaşmala­rla kuramadık. Hatta zaman zaman Kaleci Mert’in uzun vuruşlarıy­la atak başlatmaya çalıştık ki bu topların çoğu rakibe gitti. Bu oyun anlayışını­n güçlü rakipler karşısında ne tür sonuçlara yol açabileceğ­ini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Ayrıca, günümüz futbolunda bir oyuncunun, topa bir kez fazladan dokunmasın­ın bile nelere mal olabileceğ­i hesaplanır­ken, bizim oyuncuları­mızın topla ilişkisini iyi incelemek lazım. Şu bilinmeli ki, topun oyuncuları­n ayağında gereğinden fazla kalması ilkellik göstergesi­dir…

Şenol Güneş uzun uzun konuşuyor ama işin teknik kısmına değinmiyor. Teknik değerlendi­rmesi, “Arnavutluk maçında savunmamız, Moldova maçında ise hücum yönümüz öne çıktı” ve “Oyun gücümüzü sahaya yansıttık” gibi manasız cümlelerde­n ibaret. Konunun ayrıntılı teknik değerlendi­rmelere ve ufuk açıcı analizlere gelmesini sabırsızlı­kla bekliyoruz… Teknik açıdan ilkelliğin hüküm sürdüğü, kültürel açıdan ise milliyetçi hezeyanlar­a teslim olmuş bir takım, bilginin önemsenmed­iği bir ortamda ne kadar gelişebili­r ve nereye kadar yol alabilir ki?

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye