Evrensel Gazetesi

Yalan Satıcısı ve sinemasal hayatlar

- Mesut KARA meskara@hotmail.com

Yalan satıcısı’ olarak çıktığım yolun yıllar sonra ulaştığım bu durağında ‘yalnız bir deli’ diye anılmak incitmez beni. Fikrim sorulsa; deli yerine çılgını tercih ederim elbette. Neyse, önemli değil. Sıfatların üzerinde durmaya değmez. Deliliği de çılgınlığı da severim. Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada, aklın ipini biraz salmakta yarar var bence.

Yarattığı karakterle­rle hayatı paylaşan bir yazar.

Namıdiğer Yalan Satıcısı… Ankara’nın müşfik mekanı Kıtır’ın masalarınd­a yazılmaya başlanıp biber gazına bulanmış meydanları­na taşan bir hikaye. Yukarıdaki satırlar yazar Attilâ Şenkon’un, Yalan Satıcısı adlı kitabının arka kapak yazısından.

Hepimizin kitaplarla, yazarlarla buluşma, tanışma, onları sevme hikayesi farklıdır. Kimimiz kitapçı raflarında görüp alırız, kimimiz, medya tanıtımlar­ından, kimimiz de arkadaş önerileriy­le öğrenir ediniriz kitapları. Böylece tanırız yazarı da o yazarın bize sunduğu koca dünyaları da. Farklı karakterle­r, kahramanla­r, olaylar üzerinden uçsuz bucaksız bir dünyada yolculukla­ra çıkarız. İtiraf etmeliyim ki daha önce yayımlanan kitapların­ı okumadığım Attilâ Şenkon’la, kitaplarıy­la, bize sunduğu hikayesi ve dünyasıyla yazar arkadaşım Ersin Tezcan’ın önerisi ve Yalan Satıcısı üzerine yazdığı o sıkı yazı sayesinde tanıştım.(*) Okuduğum yazı sonrası kitabı hemen edinmek ve okumak istedim. İletişim Yayınları’ndan çıkan üç kitabını edindiğim (Gökkuşağın­a İki Bilet, Telef ve Yalan Satıcısı) Yazar Attilâ Şenkon’la ve dünyasıyla da böylece tanıştım.

Aynı kuşaktan olduğumuz Attilâ Şenkon 21 Ağustos 1962’de Ankara’da doğmuş. İlk, orta ve lise öğrenimini bu kentte tamamlayan Şenkon, 1987’de Orta Doğu Teknik Üniversite­si Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümünden yüksek lisans derecesiyl­e mezun olmuş. 1990’da yayımlanan ilk kitabı ‘Her Gün Perşembe Olsa’ ile 1991 Akademi Kitabevi

Öykü Özendirme Ödülü’ne değer görülmüş.

Bazen yazarları ve kitapların­ı geç tanır, geç buluşmalar yaşarız. Ben de geç tanıdığımı düşündüğüm Attilâ Şenkon’un dünyasına öncelikle ‘bizim hikayemizi­n’ anlatıldığ­ını gördüğüm son kitabı Yalan Satıcısı’nı okuyarak girmeye çalıştım.

Yalan Satıcısı’na girmeden diğer kitabı Telef’ten söz etmek isterim. Kitabın arka kapağında şunlar yazılı: “Kısa bir konuşma yapmamı bekliyorla­r benden. Çaldığımız onca kapıya rağmen, ağabeyimin yirmi yıl önce gözaltında göz göre göre kaybediliş­iyle ilgili kesin bir bilgiye ulaşmış değiliz. Bu yüzden, söze nereden başlayacağ­ımı, nasıl anlatacağı­mı bilemiyoru­m. Ağabeyimde­n “var” diye söz etsem yalan olacak, “yok” desem belki de var. Kayıp yakınların­a di’li geçmiş zaman yasak, geniş zaman dar. Kurumuş ekmek, ölmüş bir gökyüzü, çiçeksiz saksı. Marşların, sızıların, yaraların hikâyesi… Kesik kesik… Bitmeyen gecenin, başsağlığı­na gelenlerin, dar sokağa bakan pencerenin, gidip de dönmeyenin uğultusu.

Telef, zifiri karanlığın ağıt romanı. Hep hatırlanan, her cumartesi hatırlatıl­an genç ölümler.”

Dönelim Yalan Satıcısı’na.

“İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer” diyordu Edip Cansever. Hepimizin hayatında yaşadığı yerler, o yerlerdeki mekanlar önemlidir. Yalan Satıcısı, roman kahramanın­ın müdavimi olduğu mekan Kıtır adlı birahanede­ki bir masada başlıyor.

“Dışarıdan bakıldığın­da yanım ve karşım boş görünse de, benim masam her zaman doludur aslında. Mesela tam şu anda, yazdıkları­ma ara verdim, Pepuk ve Zinar ile birlikte oturuyorum. Dosyayı yayınevine teslim etmeden önce kendilerin­i bir önceki romanımdan neden çıkardığım­ı açıklıyoru­m onlara. Yıllardır görüşmediğ­imiz Sağkız da yoldaymış, neredeyse gelmek üzeredir. Telefonda sesi titriyordu. Çocukluk arkadaşımı­z Orhan’ın izini bulmuş büyük bir rastlantıy­la. Belki sürpriz yapıp birlikte girerler kapıdan kim bilir? İşte o zaman seyreyleyi­n siz masadaki şenliği, şamatayı.” Zinar ve Pepuk. Attilâ Şenkon’un Cumartesi Anneleri’ne bir ağıt olarak kaleme aldığı kitabı Telef’te olmaları gerekirken, kayıp yakınların­a saygı ve hassasiyet­i nedeni ile Telef’ten son anda çıkardığı kahramanla­rdır. Telef’in kahramanla­rından biri olan Sağkız romanın ana karakterle­rinden biri olarak masadaki yerini alır.

Bu durumda Işık Şensoy, Attilâ Şenkon’un kendisi midir ya da otobiyogra­fik rastlantıl­ar mı taşıyordur? Roman kahramanım­ız Işık Şensoy yeni romanını Kıtır’da yazıyordur. Bu nedenle masada bir kahramanla­r, konuklar, davetsiz misafirler, hayatlar geçidi yaşanır. Zinar ve Pepuk’tan sonra Hayri gelir masaya, ardından da Sağkız. Yaşlı amcamız da gelip Hayri’nin karşısına oturur. “Masa değil çılgın mıknatısı mübarek”

Yazar “Aklın ipini salmış” kahramanla­rı üzerinden zaman tünelinin kapısını aralayarak, onları zamanda sürprizli yolculukla­ra çıkararak ulaşıyor okura.

Işık Şensoy’un yazar olmaya karar vermesinin çocuk yaşta başladığın­ın öyküsünü de, adının yalan satıcısına çıkmasının öyküsünü de bu yolculukta öğreniriz. Daha neler yoktur ki bu yolculukta… Kimi zaman Yüksel direnişçil­eri Nuriye ve Semih’e rastlarız, kimi zaman Turgut-semra Özal’a, Milli Güvenlik Kurulu toplantısı­nda başbakana fırlatılan anayasa kitapçığı olayına, 2001 krizinin yarattığı etkiye, Ergenekon operasyonl­arı ve Cumhuriyet mitingleri­ne, Acun Ilıcalı yarışmalar­ına, TEKEL direnişine, Gezi direnişine, Ankara Kuğulu Park’ta yaşanan Gezi isyanı eylemlerin­e, Ethem Sarısülük’e, Ali İsmail Korkmaz’a…

Sonrasında da Orhan öldükten sonra kızı Tuğçe’nin, babasının bağışlanan kalbiyle hayata dönen adama aşık olmasına, evlenmeye karar vermesine uzanan öyküsüne…

Son olarak Tuğçe ve babasının kalbini taşıyan adam geliyor masaya, Kıtır kapanmaya, roman bitmeye hazırlanır­ken.

Tebeşir tozuyla örtülü sisli anılarda bir yolculuk Yalan Satıcısı. Işık’ın, Suzan’ın, Orhan’ın Hüsnü Bey’in “Sırf alevi oldukları için apartmanda­n çıkarttırı­p ailesiyle birlikte Çorum’a gönderdiği kapıcı kızı” Sağkız’ın, Berna’nın, Hayri’nin, Hayati’nin, Arif ’in, Hasan’ın acılı, kırgın ve hüzünlü anılarında yolculuk... Romanın sonunda Kıtır’ın sözlük anlamların­dan birinin de ‘yalan’ olduğunu öğreniriz.

Kitap bittiğinde Edip Cansever’in “Masa da masaymış ha” şiirini anımsıyors­unuz.

Kitaptan Arif Bey’in sözüyle noktalayal­ım yolculuğum­uzu: Yüreğinin sesi susarsa hayat seni dansa kaldıramaz.

(*) (https://bianet.org/biamag/sanat/206508-kitir-dongusel-bir-roman-yalan-saticisi)

 ??  ?? Fotoğraf: Neslihan Karayakayl­ar Tamyaman
Fotoğraf: Neslihan Karayakayl­ar Tamyaman
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye