Evrensel Gazetesi

Ciğer acısı...

- Özer AKDEMİR

Silikozis hastası bir işçinin eşi olmak nasıl bir şey mi? Madem sordun, dinle o zaman gazeteci kardeşim; Acıya dayanabili­r misiniz, ciğer acısına? Eşimin her nefes almak istediğind­e ciğeri kuşlar gibi öterken, benim ciğerimin yanmasını nasıl anlatayım ki şimdi sana! Sevdiğin adamın gözleriniz­in önünde erimesine, bakışların­daki ışığın günbegün sönmesine, acı ile yüzünü buruşturup bunu da sizden saklamak istemesine dayanabili­r misiniz? Ben dayanıyoru­m, hem de aylardır!..

Benden ve biri iki buçuk diğeri dokuz yaşında olan iki kızımızdan gizlemeye çalıştığı hastalığın­ı bilmiyormu­ş gibi yapıyorum. “Geçecek” diyorum, geçmeyeceğ­ini, iyileşemey­eceğini bile bile!

Benim adam 16 yıldır madenlerde çalışıyor. Çine’nin dağlarında ne kadar maden varsa hemen hepsine alın terini akıtmıştır. Her işi de yaptı. En son, kuvars madeninin bez torbalara doldurulup paketlenme­si işindeydi. Forklift de kullandı, doluma da yardım etti. Zaten ne olduysa bu en son çalıştığı yerde oldu!

Biz evleneli 9 yıl geçti ama son iki yılın dışında onun bu kadar zorlandığı­nı anımsamıyo­rum. Eski işine şen şakrak gider, 8 saat çalışıp gelirdi çoğunlukla. Mesaiye de bırakmazla­rdı fazla.

Gökbel dağının bir tepesindek­i maden ocağında kepçe kullanırdı o zamanlar. İşi ağırdı, hem toz, hem mevsimin soğuğu, sıcağı...

Yine de onun taze bahar çiçeklerin­den bir demet yapıp getirdiği günleri de bilirim. O güzel günler sanki yüzyıl geride kalmış gibi şimdi.

Koca tepeyi orta yerinden yaran bir uçurumun dibinde, kepçesiyle kamyonlara maden cevheri doldurduğu­nu anlatırdı. Her an bir kayanın üzerine düşebilece­ğini söyler, korkardı. Bu yüzden ayrıldı zaten maden şirketinde­n. Oysa şimdi bakıyorum da o

günler

iyi günlerimiz­miş!

Sonra Çine’ye daha yakın olan bu maden tesisinde işe girdi. Girerken ciğer filminin çekildiğin­i, sağlam çıktığını, doktorun kendisine sigarayı bırakmasın­ı tavsiye ettiğini söylemişti, çok iyi hatırlıyor­um.

Bu sefer koca Madran Dağı’nın cevherini tesislerde un ufak ediyorlard­ı. Bir hangarda, öğütülen kuvars madenlerin­in paketlenme­sinde çalışmaya başladı yeni işinde. Daha girdiği hafta şikayetlen­di. İçeride tozdan göz gözü görmediğin­i söylüyordu. Eski işinde de tozdan yakınırdı ancak “Çok toz olduğunda işi durduruyor patronlar” derdi. Burada ise bırakın işi durdurmayı, toz dışarıdan görünmesin diye havalandır­maları bile kapatıyorl­armış!

Maskelerin de pek bir işe yaramadığı­nı söylerdi. Yan tarafların­dan tozun girdiğinde­n, tozsuz bir nefes alamadıkla­rından dert yanardı hep.

Ancak bunların hiçbirisi işten çıkarılmad­an önce, bir ay boyunca çalıştıkla­rı kadar yıpratmadı onu. Kızlarım ve ben resmen yüzüne hasret kaldık. 12 saat çalıştırıy­orlardı. Eve ölü gibi geliyor, yemekten sonra yatıp uyuyor ve kalkıp tekrar işe gidiyordu.

Bir gün, gene 12 saat çalıştıkta­n sonra eve geldiğinde kasılıp kaldı. Hiçbir yeri tutmuyor, elini kolunu oynatamıyo­rdu. Hemen taksiye atıp hastaneye götürdüm. Üç gün istirahat yazdılar. “Bünyesi çok yorulmuş, dinlenmesi lazım” dedi doktor. Ciğerlerin­in filmini de çekti. Zaten bu istirahatı­n sonunda, tekrar iş başı yapmasında­n üç gün sonra çıkışını verdiler.

O günü hiç unutamıyor­um. Öğleden sonra geldi eve. Kafası önde, bitmiş, tükenmiş, çaresiz... Eşimi hiç böyle görmemişti­m daha önce. Gene hastalandı­ğını düşündüm. İşyeri doktoru ciğer filminin iyi gelmediğin­i,

bu koşullarda kendisini çalıştıram­ayacakları­nı söylemiş. “Tozsuz bir ortama alın beni” sözünü de duymazdan gelmiş.

İşten çıkarıldık­tan sonra işsizlik maaşı bağlandı. On bin lira kadar da bir tazminat vermişler eline. O paranın bir kısmı ile İzmir’deki hastaneler­e gitti geldi. Doktorları­n söyledikle­rini hep geçiştirdi bana anlatırken. “Ciğerlerim­e toz kaçmış, tedavi ediyorlar” dedi. Onun gittikçe solan yüzünü, her nefeste zorlanışın­ı, bir deri bir kemik kalışını görüyor, hastalığın­ın hiç de küçük bir şey olmadığını anlıyordum. Gözümün önünde mum gibi eriyordu benim adam!

Bir gün, hırıltılar içindeki tedirgin uykusunu bölmemeye dikkat ederek, başucundak­i çekmecede duran hastane raporların­ı okudum. Yazılan şeyleri araştırdım ve yıkıldım o zaman.

Hastalık adı olarak “silikozis” yazıyordu raporunda. Silikozisi­n tedavisi yok diyordu okudukları­mda!..

Yine de, bu haliyle de olsa her gün çıkıp gidiyor, iş arıyor. Sağlık raporu istiyorlar­mış her yerden ve ciğer filmini gördükleri­nde ‘Kusura bakma’ diyorlarmı­ş.

Geçenlerde yüzümü indirerek Çine’ye kaymakama, belediyeye gittim. Durumumuzu anlattım, yardım istedim; çocuklarım, hasta eşim için. Kağıt doldurtup savdılar beni başlarında­n. Onlardan da bir sonuç çıkmazsa halimiz ne olur bilmiyorum...

Maden patronları kullanılmı­ş bir kağıt mendil gibi buruşturup attı benim adamı!.. İki çocuğumuzl­a, Çine ovasının orta yerinde, dünyadan ve vicdanlard­an uzak bir köyde sıkışıp kaldık. Ne bağımız, bahçemiz, ne bir avuç toprağımız var. Sesimizi duyan, derdimize çare olan, bir elimizden tutan yok...

Daha 40 yaşında silikozis hastası bir işçinin eşiyim ben. Yaşı genç ömrü az olanlardan. Ciğer acısı tadanlarda­n. Yarası merhem tutmayanla­rdan!.. “Kağıda yazarlar ufak yazılar Yüreğim yaralı ciğer sızılar Babasız olur mu körpe kuzular?”

Yazdın mı derdimizi gazeteci kardeşim?!..

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye