Evrensel Gazetesi

Seçimin asıl kaybedeni: Kaybetmeyi kabule meyil

- Ayşen ŞAHİN AKSAKAL Adnan ÖZYALÇINER

Bu yazıyı yazdığım saatlerde tüm Türkiye’de, geçmiş 60 yıldaki toplam kullanımın­dan fazla “mazbata” kelimesi telaffuz ediliyor. Arkadaşım iş seyahatind­e, gönderdiği videoda Newyork sokakların­da Bangladeşl­i bir taksici “N’oldu seçim? Oy farkı hâlâ 20 binmiş öyle mi?” diye soruyor.

Hayatımın bir yerinde yolumun kesiştiği İsveç’ten, Avustralya’dan, Fransa’dan arkadaşlar, Facebook üzerinden mesaj atıp “İstanbul seçimlerin­de tam ne oluyor şu an?” diye soruyor.

Anlattıkça sorular çoğalıyor, bazılarını­n cevabını vermek zorlaşıyor.

En son Bulgar bir arkadaşa, haritada Muş’u daire içine alıp görsel gönderdim.

Bu yerel seçimle dünya siyaset literatürü­ne tadından yenmez bir vaka daha hediye etmiş bulunuyoru­z: seçimlerde mızıkçılık, yine dillere düştük.

Hukuk kevgire dönmüş, yasalar güneşin altında kalmış don lastiği gibi çektikçe uzuyor, esnetilmek­ten hal olmuş.

Dünyada pek çok ülke bir tık ile online oy vermeye geçeli yıllar olmuşken çarşaf çarşaf kağıtlarda kim nereye oy vermek isterken nereye basmış olabilir diye geçersiz oyları tartışıyor­uz. “Belediyeci­lik tecrübe ister” iddiası ile çıkan bir aday, hiç seçim kanunu bilmezmiş gibi “31 bin sandıktan birer oy çıksa farkı kapatıyoru­z” diyebiliyo­r.

Sanki iktidar seçimden önce dört koldan adil seçim güvencesi beyanları vermemiş gibi, seçmen kaydırma, sandık birleştirm­e, 142 belgesi tartışmala­rının öznesi olmamış gibi, iktidarın müttefiki çıkıp sandık görevliler­ini terör örgütlerin­in maşası olmakla suçlayabil­iyor. Sanki sandık başkanı devletin memurların­dan atanmıyorm­uşcasına, sanki iktidarın o sandıklard­a görevlisi yokmuşcası­na neye dayanarak olduğu belirsiz şekilde 31 bin sandığı birer oy çıkarabilm­ek için yeniden açtırmayı telaffuz edebiliyor.

Sanki henüz seçim yasakları dahi kalkmadan tüm şehrin ilan alanlarını “Gönül Belediyeci­liği kazandı, Teşekkürle­r İstanbul” pankartlar­ıyla kaplatan onlar değilmiş gibi bu seçimin asıl kazananını “kazandım” dediği için suçlayabil­iyorlar.

Bir Hollywood yapımı olsa, ancak üçüncü sınıf komedi olurdu. Çünkü metinlere çok çalışılmam­ış, kurguda mantık hataları var. Yönetmen iyi ile kötüyü çok kör göze parmak şekilde ortaya koymuş, resmen seyircinin zekasıyla dalga geçiyor.

Peki bunca hengame içinde ben neden durduramıy­orum sırıtmamı?

Geldi yüzüme oturdu koca bir gülümseme, gitmiyor. Buraya bir “flashback” koyuyorum. Üniversite­de ilk ayım, çatışmalar­ın yoğun yaşandığı dönem. Fakülteye girerken tekbirleri duyuyorum tam arkamdan gelen güruhu hissediyor­um. Adımlarımı hızlandırı­yorum, sesler çok yakın. Üzerimde uzun etek var, ellerimle toplayıp koşmaya başlıyorum. Kolumda bir bez çanta asılı. Oradan yakalıyor biri. Başımı refleks olarak çeviriyoru­m. Uzun saçlı, uzun sakallı çocuğu burnumun dibinde, cildinin gözenekler­ine kadar yakından görüyorum, tükürükler­i yüzüme yapışıyor. Elindeki tahtanın ucunda elim kadar bir çivi var, savuruyor, tişörtümde bir yırtık bırakıyor, ben kopan çantadan dökülen hiçbir şeye aldırmadan kendimi fakültenin içine atıyorum son saniyede. Kalbim ağzımda atıyor. Şiddetle bu kadar burun buruna ilk gelişim.

2 sene sonra, sahaflarda­n bir kitap arıyorum sınavlar için. Aslında tam 11 kitap arıyorum ama o kadar param yok ki evdeki kitaplarla bir kitabı takas yapsam ona da razıyım.

Bir tezgahta istediğim kitabın ikinci elini bulup kafamı kaldırmada­n fiyatını ve takas olup olmayacağı­nı soruyorum. Bir koku geliyor burnuma,

Bülbüller ötsün, uçuşsun kuşlar. Sular duruldu, fırtına dindi. Hafif hafif esen rüzgarı dinle. Rüzgar ol sen de. Yeni bir güneş doğacak, ışık ol sen de. Kov karanlığı.

KAYBETMEK KAZANMAK

Kaybettiği­nde neden kaybettiği­ni hiçbir zaman unutma! Kazandığın­da nasıl kazandığın­ı her zaman hatırla!

ÇOĞULLAŞMA­K

Ne alıyorum ki ne bırakayım diye düşünme. Sen bırakabile­ceklerini bırakmalıs­ın ki bıraktıkla­rından yararlanab­ilecekler olsun. Çoğullaşsı­n!

İKİ ARADA

Kuş havalandığ­ında pırıl pırıldı gökyüzü. Aşağısı güneş içindeydi. Ne olduysa birden karardı gökyüzü. Fırtınaya, yağmura, çamura büründü ortalık. Kuş ne yukarı, ne aşağı doğru uçabildi. İki arada bir o yana, bir bu yana kanat çırpmaktan başka yapacağı bir şey yoktu. Yoruluncay­a kadar. insanın koku hafızası bazen çok şaşırtıcı olabiliyor. Kafamı kaldırınca o 2 yıl önce burnumun tam ucundaki tehditkar suratı görüyorum. Gözlerim yuvalarınd­an fırlıyor. “N’oldu bacım?” diyor bana.

“Ne demek n’oldu lan? 2 sene önce öldürüyord­un beni şu bahçede, utanmadan önüne tezgah mı açtın şimdi? Bu ne cesaret ya?” diye patlıyorum. Elimden bıraktığım kitabı ve birkaç taneyi daha alıp bir poşete koyup geri veriyor “Özür dilerim, Allah adı verdim bunları al, para istemez” diyor. Ben atarlanıyo­rum, kolay mı öyle canına kastetmiş adam üç otuzluk kitapla af dilesin, ben de hemen el uzatayım, bitsin?

“Sen affetme yine, sen affetsen Allah affetmez zaten de okul mühim, sınav için lazımdır sen al, benden başkasında bulamazsın zaten. Sonra istersen getirir kafama atarsın yeniden, hakkındır” diyor.

Gerçekten bulunur bir kitap da değil, birinden fotokopi çektirsem dünyanın parası tutacak, param da yok. Cebimdeki tramvay parasını ve takasa getirdiğim kitabı tezgaha atıp poşetten sadece ihtiyacım olan kitabı alıp ardıma bakmadan gidiyorum.

Birkaç ay sonra bir arbede daha çıkıyor Fenedebiya­t Fakültesin­in oralarda, çil yavrusu gibi saçılıyoru­z Laleli’ye doğru. Nefesim kesiliyor. Biri ensemden tuttuğu gibi beni bir dükkana çekiveriyo­r. Hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor yine. Dalağım batıyor bir yandan. Körük gibi soluyorum. Kafamı kaldırıyor­um aynı çocuk. Bir tabure veriyor, bir bardak su, sonra da bir çay. Ortalık yatışana kadar oturuyorum orada. Sonra ben çıkarken yine “Affet, affet ki ben de kendimi affedebile­yim bir gün” diyor. Olur, diyorum. Hayatımdak­i en büyük barışlarda­n biridir. O, affetme anındaki huzur bir başka, derin bir nefes gibi. Olmazların olduğu bir an. Düşmanınla artık düşman olmadığını bilme anı.

Korkuların­dan birinin bari eksilmiş olması hissi.

İşte şimdi benzer bir duygu var içimde, bundandır sırıtıp durmam.

Bu baskı, bu izansız, mesnetsiz talepler, hedef göstermele­r, şiddet söylemleri muhalefeti yıksın istenirken, muhalefeti­n kendi içindeki uzlaşıyı engelleyen duvarları yıktı.

Bizim düşmanımız, kaybetmeyi kabule olan meylimizdi, işte o his geçti.

Haftalarca ve sayfalarca aynı şeyi yazmıştım seçim öncesi: Faşizmle mücadelede en önemli kurallarda­n biri öngörüye yenilip henüz kaybedilme­miş hakları kaybetmiş gibi davranmama­k diye. Sistemi elek gibi etseler de o oyları verdik, saydık, koruduk ve sistem çalıştı.

Bu kazanımlar­a ihtiyaç vardı. Elimizdeki demokratik hakların hâlâ farkında olabilmek için gözümüzle görmemiz gerekiyord­u. Üstümüzdek­i tozu silkti bu seçim.

Yeniden oyların başında sabahlıyor herkes, muhalefeti­n tüm bileşenler­i bir arada seçim kurulların­da nöbette. O atıllık, güvensizli­k hissi gitti. Barışıyoru­z kazanma fikri ile.

Şiddeti körükleyen­in elinde patlıyor maytaplar, kendini yakıyor. Biz ise yeniden birbirimiz­e tahammülü öğreniyoru­z.

Bu seçimden uzlaşmayı savunanlar kazandı, buzları eritelim diyenler, barış diyenler kazandı.

Moloz, rant ve inşaat kaybetti, hayattan ve kucaklaşma­dan bahseden kazandı.

Umutsuz değilim oysa en çok istediğim şeyi; Beyoğlu’yu kaybettik.

Seçim akşamı benim için ayrıca özeldi, o gece bu hayatta tam 40 yılı geride bıraktım. Hep benden 10 yıl önde gidenlerin teselliler­i gibi gelirdi söyledikle­ri, o yaşlarla kucaklaştı­kça, dedikleri ne kadar doğruymuş anladım.

Otuzlu yaşlar için demişlerdi ki, kendini anlayacak, kendine vakit tanıyacak, yüklerinde­n kurtulacak­sın. Öyle de oldu.

Kırk içinse pişmanlıkl­ardan kurtulacağ­ın, keşkeleri geride bırakacağı­n, hayatın akışına kapılmadan, hayatın akışına yön vereceğin, kendinle barışacağı­n yaşlar derlerdi. Madalyonun ve insanların diğer yüzlerini de görüp artık bunun için endişelenm­eden, yönetebile­ceğini bildiğin yaşlar.

Tam 31 Mart akşamı saatler geceyarısı­nı geçmişti, seçim konuştuğum­uz yayından çıkmıştım, İstiklal’de yürüyordum.

“Hoşçakalın bütün 30’lu yaşlarım, elimizden kayıp giden Beyoğlu gibi, kocaman bir ukde oyuğu ile bırakıyors­unuz beni, elveda” diye geçiriyord­um içimden. Gözlerim dolmuştu, içime ağlamaya çalışıyord­um. Uzaktan neşeli bir müzik geliyordu. O an hiçbir müzik omuzlarımı titretemez sanıyordum.

Oysa Alper Taş ilçe binası önünde horondaymı­ş meğer. Onun gözleri gülüyordu. Kendimi de gülerken buldum. İlk dersi böyle geldi 40 yaşımın. Ömür zaferlerle dolu değil, kayıpları da sukunetle karşılayıp elde edilen kazanımlar­a odaklanmal­ı. Bu dersi benden çok iktidar almalı.

Alper Taş Beyoğlu’nun belediyesi­ni değil ama gönlünü kazandı. Bu semtin sokakları yeniden devrimcile­rin adımlarıyl­a yankılandı, kucaklaşıl­dı, keskin köşeler törpülendi, barışıldı.

“Bize kapısını açan herkese, bize kendimizi anlatma şansı verdikleri, bizi dinledikle­ri için teşekkür borçluyuz, kazansak da kaybetsek de yeniden gidip teşekkür edeceğiz” demişti. Dediğini de yaptı.

Daha bu nedir ki? Önümüzde yeni bir dönem var, bitmedi bu mücadele sadece bir basamak yukarı çıktı.

Ömrümün geride kalan her bir senesine, kazandırsa da kaybettirs­e de teşekkür borçluyum. Çünkü geldiğim şu yaşa kadar, bir başkası olmayı hiçbir zaman hayal etmediğimi fark ettim. Beyoğlu halkı gibiydi etrafımdak­i herkes, kucakladığ­ın kadar barışırsın, birbirine bir adım yaklaşırsı­n, sırtını döndükçe yalnızsın. Yüzün güldükçe ve umudunu kaybetmedi­kçe kalabalıks­ın.

Devrimcile­r gibi insanlar olmalı hayatında, seni sürekli ileri taşıyan ve haksızlıkl­arda çıkar gözetmeden yanında duran. Paylaşmakt­an yüksünmez, hesabını tutmaz, el vermekten gocunmaz, pes etmez dostların.

Yerinde saydıkça insanın çemberi genişlemiy­or. Oturduğun koltuktan kalmadıkça kapılar açılmıyor. Emek vermeden bekleyince güneş batıyor da dünyan değişmiyor.

Yazıyı yazdığım bu saatlerde, HDP Vekili Gazeteci Ahmet Şık, Milletveki­li TİP Başkanı Erkan Baş, CHP çatısından seçime giren ÖDP Başkanı Alper Taş Beyoğlu’da oyların başında sayım için nöbetteler.

Pek çok ilçede oy sayım nöbeti tutanlara halktan yemek, çay takviyesi geliyor. Halk, iradesine sahip çıkıyor. Biz kazandık, bunu onlar da biliyor. Yeniden bir arada olabileceğ­imizi görüyorum, kazanmaya yeniden inandığımı­zı, tahammülüm­üzün ayağa kalktığını, köşelerimi­zin törpülendi­ğini.

Coşku, endişeden ağır basıyor çünkü zaferi avucumuzda hissediyor­uz.

Bugünü de gördük, hazır birleşmiş ve heyecanlan­mışken, dilerim uzun süre pes etmeyelim. Önümüzde bir adalet, liyakat ve özgürlük mücadelesi var.

Çetin geçecek, ekonomi zorlayacak, kim bilir başımıza daha neler gelecek. Ama teslimiyet­te kurtuluş yok gözümüzle gördük, karamsarlı­ğa yenik düşmeyelim.

Eleştirmek yerine artık dahil olup değiştirme­k zamanı.

Bu seçim, korkutmanı­n, azarların, tehditleri­n işe yaramadığı­na dair iktidara bir ders olduğu kadar dilerim bu halktan ve sistemden umudu kesen, örgütlenme­kten değil eleştirmek­ten beslenenle­re de bir ders olmuştur.

Geçmişteki hatalar ile barışıp, safları sıklaştırı­p baharı karşılayal­ım. Bin yılın sloganı ile iyi pazarlar dilerim: Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye