Toplumdaki bölünmenin işareti’
Geçen gün, Portland ziyareti sırasında başımı, dikiş attıracak kadar kötü biçimde çarptım; acil servise gittim, kapıda, kocaman bir tabela kızamık hastalarından maske takmasını istiyordu. Başım hâlâ kanıyor olmasına rağmen, geri dönmeyi düşündüm. Evde, yaşı henüz aşı için uygun olmayan yedi aylık bir çocuğum vardı. Eve kızamık taşıma ihtimalim var mıydı? Bilmek istemedim.
2019 yılında bu konuda endişelenmek zorunda kalmak garip geldi. Bir buçuk yüzyıl önce bulaşıcı hastalık Amerikalıların önde gelen ölüm nedeniydi, ancak günümüzde enfeksiyonlardan kaynaklanan ölümlerdeki düşüş yalnızca antibiyotiklere ve sıhhi devrime değil, aşıların ortaya çıkışına da bağlıdır. Bulaşıcı hastalık korkusu, kordon kanımızdaki BPA ve Pcb’ler, su kaynağımızdaki östrojen ve Prozac oranları ve aşıların gelişmekte olan bağışıklık sistemlerine neler yapabileceği tartışmalarına yol açtı.
‘AŞI KARŞITLARININ DÜŞÜNCELERİNİ ÖZETLEDİ’
Ve 21 Mart itibariyle bu sene, bugüne kadar toplam 314’ü onaylanmış vaka olmak üzere 15 eyalette kızamık vakası bildirildi. Birçoğu ziyaret ettiğim Washington ve yaşadığım New York eyaletlerinde. CNN, 1 Nisan’da, yılın sadece bu üç ayındaki toplam kızamık vakasının kızamığın yok edildiği 2000 yılından bu yana en yüksek ikinci vaka sayısı olduğunu bildirdi. Donald Trump’ın iletişimden sorumlu kurmay başkan yardımcısının eşi Darla Shine, çocukluk hastalıklarının “Bizi sağlıklı tuttuğunu” ve “Kanserlerle savaştığını” söyleyerek “Geri getirmemizi’’ istediğinde birçok Amerikan aşı karşıtı tarafından paylaşılan bir düşünce hattını özetledi.
Aşılar, çocuklarımızı bir zamanlar anne-babalarının ellerinden alan ölümcül hastalıklardan koruyan mekanizmalar, artık korkularımızın odağını oluştururken, bir zamanlar yıkıcı olan hastalıklar bir şekilde güven verici olarak görülüyor.
‘SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI İÇİN SÜRÜ LAZIM’
Ancak aşılar uzun zamandır korkularımızın doğasını açığa vuran bir çeşit kültürel korku odağı olmuştur. Ne de olsa, aşılar ancak herkes birlikte olduğunda işe yarar. Sürü bağışıklığı için bir sürüye sahip olmanız gerekir. Vücut politikamız parçalanmakta ve yarılmakta ve
aşılama oranlarımıza yansıtılmaktadır. Sürü oluşturmak için hayal edilen kolektife inanmanız gerekir: Sadece kendinle değil, aynı zamanda ülkendeki diğerleriyle de ilgilen.
Bugünkü özel tekrarına rağmen bu korku yeni değil. Aşılar aslında en eski formlarında halk tıbbı olmasına rağmen (Çiftçiler, sığır çiçeği hastalığına maruz kalmış sütçülerin nadiren çiçek hastalığı olduğunu biliyorlardı), Yazar Eula Biss On Immunity’de işaret ettiği gibi, insanlar her zaman onlara güvenmiyorlardı. 18. yüzyılda çiçek hastalığı salgını sırasında, Fransa’daki vatandaşlar onların kullanımına itiraz ettiler, başta Voltaire’ın itirazı şuydu: “Çiçek hastalığının 1723’te Paris’te öldürdüğü yirmi bin kişi şu anda hayatta olabilirdi.”
Aşı tartışması, ulusal politikaya uymuyor- aslında, aşı-karşıtları siyasi partilere neredeyse eşit olarak yayılmış gibi görünüyor. Fakat bölük pörçük politikamız ve aşı karşıtı hareket üç şeyi paylaşıyor: Otorite güvensizliği, her iki tarafın da kanıtları nitelikli seçmesi ve taraflar arasındaki temel aşınma. Aynı gerçeği paylaşmadığımız zaman, kızamığı yenmek için nasıl bir araya gelebiliriz?
Siyasi partiler arasında yükselen güvensizlik seviyeleri göz önüne alındığında, benim çocuğumun aşılarının senin dedenin yaşamasına ya da kendi aşılarım çocuğunuzun aşı yaşı gelmeden önce hayatta kalmasına yardımcı olacağı bağışıklık sisteminin sosyal değeri konusunda hemfikir olmamamız şaşırtıcı değil.
Bu anlamda aşı konusundaki tartışma, tıpkı “doğal” geçmişimiz için tıpta güvensizlik veya yanlış bir nostalji ile ilgili değildir. Aynı zamanda Amerikan bireyciliğinin sınırlarının da bir ifadesidir: Birinin kendi kaderini gerçekleştirdiğine inanan bir kültürün doğal bir tezahürü olması, özgürlüğün zirvesidir.
‘AŞI, BAŞARISININ KURBANI’
Biss, On Immunity’de, 2014 yılında yayımlanan hastalık kontrol merkezlerinden gelen aşılanmamış çocukların “Beyaz olmak, kolej eğitimi almak ile daha yaşlı bir evli anneye sahip olmak ve 75 bin dolar veya daha fazla gelire sahip bir evde yaşamak” için daha muhtemel olduğunu gösteren verileri ortaya koydu. Buna karşılık, aşılanmamış çocuklar -çeşitli nedenlerden dolayı aşılarının arkasında olan çocuklar- “Siyah olmaya, daha genç evlenmemiş bir anneye sahip olmaya, devlet sınırlarını aşma ve yoksulluk içinde yaşamaya daha meyillidir”. Başka bir deyişle, aşılamamak, riski bir gruptan diğerine taşır- ve bu anlamda, ilk başta ulusal bölünmeye katkıda bulunan eşitsizlik ve ayrıcalık kullanımının bir başka versiyonudur. Biri, bu verilerden, refahın, hastalık risklerinin kendileri için geçerli olmadığına ve başkaları için düşmesine istekli olduğuna inanıyor. (Bir biçimiyle aşı, kendi başarısının kurbanıdır: Bulaşıcı hastalığın ne kadar kötü olduğunu unutmuşuz.)
‘BEDENLERİMİZ KADER GİBİ BİRBİRİNE BAĞLI’
Aşılama eğer küçüklerse risk taşır -doktorların altını çizmek yerine en aza indirmek istedikleri şey. Ancak aşılama yapmamanın risk taşıdığı da doğru. (Çocuk ölüm oranlarının önemli ölçüde düşük olmasının bir nedeni vardır.) Aşılama kararı, gruba sağlanan faydaların ağırlığına karşı kişisel riskin tartılmasını gerektirir, özellikle de bebekler ve yaşlılar dahil olmak üzere grup içinde en savunmasız olanlara. Birçok insan gibi, aşılar ve bağışıklık sistemi geliştirmedeki etkileri konusunda gergin hissettiğim anlar oldu. Yine de çocuklarımın bedenlerinden biri içimizdeki savunmasızlara zarar verseydi bu vicdanla yaşayamazdım.
Aşılama, Amerikan politikaları gibi kutuplaştırıldı ve kutuplaştırılıyor. Buradaki ironi, nihai bireycilik arayışıyla - tavsiyelere uymama hakkının kullanılması - beden politikamız gibi bedenlerimizin kader gibi bir şekilde birbirine bağlı olduğu, tehlikeli bir hatırlatma haline gelmesidir.
BBC
nin bir görevlisiydi soran, bir arkadaşı da çekim yapıyordu. Yanıtladım:
- Türkiye’ den geldim. Orada, geçmişte olup biteni oğluma anlatıyordum. Olayların
Geçtiği yerlere götürüp kanıt olan anıtları göstermek istedim. Yerlerinde bulamadım. Nerede olduklarını sordum. Londra’ da, kırk haramiler deposu gibi bir yerde, British Museum’ da bulunduklarını öğrendim. Oğluma onları göstermeğe geldim.
Herkes bilir sanıyorum… Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) öyküsünü… Balıkçı, yıllarca British Museum’a yazıyla başvurmuştu.”yeryüzü Harikası”.olan Karya kralı Mozol’ un anıt gömütündeki yontuları geri istemişti. Onun Bodrum’ un mavi göğü altında yaratıldığını, ancak orada anlamlandırılabileceğini dile getirmişti. Aldığı yanıt tamda İngilizlere yakışıyordu:
- Verdiğiniz düşünce için teşekkür ederiz. O yapıtların bulunduğu oylumu maviye boyadık.
İyi mi? Pişkinliğin buncasına ne denir? Atı alan Üsküdar’ı mı geçmiş? Sökülüp götürüldükleri ülkenin çocukları bile, bu gün de ses çıkarmıyorlar. VATANDAŞLARININ YONTUSUNUN EL ÜLKESİNDE TUTUKLU OLDUĞUNU DİLE GETİREMİYORLAR!
İyiki bir Özgen Acar’ ımız var. Berlin’ deki Zeus Sunağını geri isteyen bir Safa Taşkın’ ımız var. Bir gün hep birlikte onlara omuz vereceğimize inanıyorum.
Elbette bir gün tüm kaçırılan Anadolu yanıtları geri gelecekler.
Neden mi? Nasıl mı?
Çünkü onları yerlerinden söküp götürenler, bu barbarlıklarından ötürü kendi çocuklarından utanacaklar.
(sürecek)