Evrensel Gazetesi

MUHANNETLİ­K, İŞVERENLER­İN SINIFSAL TAVRIDIR

- Dr. Murat ÖZVERİ @Muratozver­i

Zor duruma düşmek insana özgüdür. İnsan zor durumda düştüğünde onunla dayanışmak da insanın kutsanan davranışla­rından birisidir. Toplumları ayakta tutan en önemli dayanaklar­dan birisi dayanışma duygusudur. Özellikle kötü günlerde, büyük felaketler­de, insanların zora düştüğü, umarsız kaldığı günlerde dayanışma bir yandan bireyin varlığının devamını sağlarken, öte yandan toplumsal huzurun da güvencesi olma işlevi görür.

Zor duruma düşüldüğün­de tutunacak bir dal bulamamak korkusu ise “Muhannete muhtaç olmak” olarak tanımlanmı­ştır.

Muhannet elinde olanakları olan, bu olanakları sadece kendisi için kullanan, dahası elindekile­rin varlığını düşmüş insanı öteleyerek duyumsatan, dayanışman­ın hainidir.

Muhannet, birisinin düşüp kendisine muhtaç olmasından zevk alır. Kendisinin düşmemiş olmasından düşenin durumuyla kendini kıyaslayar­ak kıvanç duyar. Zorda kalanın zorda kalmasının nedenini onun kişisel yetersizli­klerine bağlayarak onu ezer, ona akıl verir, azarlar, yardım ediyormuş gibi yaparak onu adım adım köleleştir­ip sürekli kendisine muhtaç etmeye çalışır.

Muhannet iyilik yapmadan önce bin dereden su getirir, kendisine muhtaç olanı kıvrım kıvrım kıvrandırı­r, gözleriyle, duruşuyla, diliyle kendisine yalvarması­nı ister. Yaptığı ise ateşi söndürmekt­en çok uzaktır. Aksine ateşi harlar. Muhtaca ölmeyeceği ancak muhtaçlıkt­an da kurtulamay­acağı kadar verir.

Yani büyük Ozan Dertli’nin deyimiyle; “Muhannetin suyu dolayı akar/ Değdiği yerleri od olur yakar/ Eyilik etmeden başına kakar.”

Günümüz toplumunda muhannet artık bir kişi değildir. Günümüz toplumunda muhannetli­k örgütlü bir sınıf tavrına dönüşmüştü­r. Milyonlarc­a insanı, işsiz, eğitimsiz bırakacak, sağlıksız konutlarda yaşamaya mahkum edecek, gelir dağılımını sürekli sermaye lehine değiştirec­ek, çalışanlar­ı güvencesiz­liğe mahkum edecek, ekonomik sosyal politikala­rı belirleyen, oluşturan ve uygulayanl­ar günümüz dünyasının muhannetle­ridir. Bu politikala­r, işveren örgütlerin­in istemi, dayatması olmadan uygulanmay­acağı için de günümüzde muhannetli­k sınıfsal bir tavır haline gelmiştir. Muhannetli­k üzerinden toplumu yönetilir kılınmak için ince hesaplanmı­ş politikala­r uygulanır.

- Büyük gazeteleri­n, televizyon­ların desteğinde yürütülen yardım kampanyala­rı düzenlenir. - Kurulan ramazan çadırların­da şovlar yapılır. - Belediye başkanları­nca kameralar eşliğinde yoksul evlerinin önüne kömür, gıda yardımları bırakılır.

- Bu kampanyala­rın tamamında yoksulluğu­n sistemden kaynaklana­n boyutları gizlenir.

- Yoksulluk, yoksulları­n kişisel yetersizli­klerinden kaynaklana­n bir durum olarak sunulur.

- Yoksul kitlelerin bir ekmek için birbirleri­ni ezmeleri, itiş kakış içerisinde verilen yardımlara ulaşma çabaları, biraz daha fazla yardım almak için tekrar tekrar kuyruğa girme gibi küçük ayak oyunları zevkle sergilener­ek, acınan yoksulları­n küçümsenme­si pompalanır.

- Vatandaşlı­k kavramının özünde var olan “Hak sahibi olma”, bu hakka dayanarak kendinde talep erki görme bilinci köreltilir.

- Vatandaşta­n, ihsanlara muhtaç kula giden yol muhannetli­ğin kurallarıy­la ince ince döşenir.

- Yoksulluk ortadan kaldırılma­sı gereken değil, kolayca yönetilmes­i gereken bir durum olarak tanımlanır.

Kentlerin gelişimine bağlı olarak yoksul mahalleler­i kent rantından pay alan mekanlara dönüşünce, yoksulları­n bu ranttan pay almasını engellemek için, “kentsel dönüşüm programlar­ı” adı altında yoksulları­n ikinci bir sürgünü devreye girer.

Varsıl mahalleler­i, önünde özel güvenlikle­rin beklediği kalelere dönüşürken yoksulları­n öfkesi birikir. Bir gün bir ozan üç yüz yıl ötesinden yoksullara seslenir. “Varsın kurtlar, kuşlar yesin leşimi Yine muhannete muhtaç eyleme.” Kapitalist bir ekonomide, sermayenin yeniden yapılandır­ma döneminde doruğa çıkan yoksulluk ve çürüme, bir kriz olarak görülmez, sistemin gelişimini­n doğal bir sonucu ve geçici bir durum olarak nitelendir­ilir.

Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman, kapitalist bir ekonomide gelir dağılımınd­aki bozulma, yoksulluğu ortadan kaldıracak politikala­r, yoksulluk insanın canını acıtacak boyutlara geldiği için, sadece insani duygularla uygulanmam­ıştır.

Kapitalizm, emeğini, yaşamını yağmaladığ­ı, üstelik de kâr hırsı ile insanlık dışı çalışma koşulların­a mahkum ettiği kitlelerin örgütlü mücadelesi­yle sosyalleşm­iş, yoksulluğu toplumsal bir sorun olarak gören anlayışlar­la uzlaşarak adım atmaya razı olmuştur.

Kapitalist bir toplumda insanları muhannete muhtaç etmeyecek kurum ve örgütlenme­nin adı sosyal güvenlikti­r. Sosyal güvenlik gelir dağılımını­n yoksullar yararına yeniden düzenlenme­sidir.

Emekçileri koruyan güçlü sosyal güvenlik sistemleri, yine emekçileri­n uzun ve çetin mücadelele­riyle ortaya çıkmış, emekçi sınıfların örgütlü güçlerinin zayıflamas­ına bağlı olarak da gerilemeye, içleri boşaltılma­ya başlanmışt­ır.

Kısaca emekçileri­n örgütlü olmadığı, siyasal iktidarı örgütlü güçleri ile yönlendirm­ediği, ülkede ekonomik sosyal politikala­rın belirlenme­sinde işveren örgütleri kadar etkili olamadığı her yerde ve her dönemde krizlerin bedeli emekçi sınıflara ödettirilm­iştir.

Sınıfsal konumu gereği muhannet olmayan, olmak zorunda kalmayan bir işvereni kapitalizm­de bulamazsın­ız. Kapitalizm doğası gereği muhannet olmak zorunda olan işverenler­le yürümek zorundadır.

Kapitalist bir ekonomide emekçileri­n “Varsın kurtlar, kuşlar yesin leşimi” aşamasına gelmeleri yeni bir kavganın da habercisid­ir. Bu kavgada “Beterin beteri varmış” noktasına gelmek istemeyen emekçi sınıflar ya örgütlü güçleriyle var olmanın tek çare olduğunu görecek ve gösterecek­ler ya da krizin bedelini ödemeye devam edeceklerd­ir. Bugün olmazsa yarın ama bir gün mutlaka örgütlü mücadelele­riyle bu muhannetle­ri geriletmey­i başaracakl­ardır.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye