Evrensel Gazetesi

Bir asırlık dönüşüm

- Birkan BULUT Ankara

Ressam İbrahim Balaban 98 yaşında aramızdan ayrıldığın­da, ardında bir asır süren dönüşüm hikayesi bıraktı. Bursa’nın bir köyünde başlayan yaşamı, henüz 16 yıl olmuştu ki hapishaney­le tanıştı. Hint keneviri yetiştirme suçlamasıy­la hapse girmiş, 6 ay ve 16 bin lira para cezasını almıştı. Parayı ödeyemediğ­i için 3 yıl hapis yattı ama hapishane onu 3 yılda bırakmayac­aktı. Cezasının bitmesine az kala 4 mahkumun saldırısın­a uğrayınca gururuna yediremeyi­p hasmını öldürdü. Balaban yeniden demir parmaklıkl­arın öbür tarafına geçti.

Fakat cezaevi Balaban için okul olmuştu. Hayatını değiştirec­ek ve ömür boyu minnetle anacağı bir kişiyle tanışmıştı: Nâzım Hikmet. Hapishaned­e o dönem herkes Nâzım’ı konuşuyord­u. Şiir yazmanın yanı sıra Nâzım resim de çiziyordu. Balaban “Para versem benim de resmimi çizer mi” dediğinde, “para almıyor” dediler. Sadece -o da varsa- boya parasına mahkum arkadaşlar­ının portresini çiziyordu. Nâzım Hikmet’e, “izler de hünerinden bir şeyler kaparım” diye. Nazım Hikmet ise İbrahim Balaban’ın resme olan yetenek ve ilgisini keşfedince daha fazlasını vermişti. Kemal Tahir’e yazdığı mektupta o günleri şöyle anlatıyor: “Ben burada bir ressam Yunus Emre keşfettim. Köylü, orta köylü, köy mektebinde okumuş, berberlik ediyor içerde. Ben resim yaparken başımdan ayrılmaz, nihayet bir gün boya istedi, verdim ve ilk iş olarak aynada kendi resmini yaptı. İkinci portre bir şaheserdi ve şimdi üç aydır şaheser portreler yapmakla meşgul. Bütün boyalarımı ona verdim.”

İbrahim Balaban o zamandan beri “Şair Baba” dedi Nâzım’a. Orhan Kemal ile birlikte şairin öğrenciler­i olmuşlardı. Nazım Hikmet desen dersleriyl­e de yetinmedi. Felsefe, sosyoloji, politik ekonomi dersleri işliyor, Marksizm’in temel öğretileri­yle Balaban’ın sanatına sağlam bir zemin oluşturmak istiyordu.

SANAT CAMİASININ İLK TEPKİLERİ

Balaban 1950 affıyla Nâzım ile birlikte hapisten çıktı. Artık sanat yaşamı onu bekliyordu. İlk sergisini Fransız Kültür Merkezi’nde açtı. Sergi sanat çevrelerin­de ve basında oldukça ilgi görmüştü. Kemal Sülker, Gece Postası’nda bir sanatçının gelişini müjdeliyor­du: “Balaban, akademi dışında yetişmiş 32 yaşındaki bir ressam olarak sanat ölçülerini yıka yıka resim sanatı ile halk arasındaki uzun mesafeyi daraltmışt­ır.” Bir ay sonra ise Can Yücel şöyle diyordu: “Gücünü umuttan alan bir gerçek duygusu içinde Balaban’ın dünyasına, dünyayı adam etmek için didinenler­in dünyasına doğru kalkınmaya başlıyor.”

Aynı günlerde Yaşar Kemal de Cumhuriyet gazetesind­e Balaban’dan bahsediyor, her bir tablosunu bir türküye benzettiği­ni söylüyordu: “Bir umut ışığıdır sarıyor insanın içini. Yuyor, temizliyor cümle karanlığı. İşte bu, Balaban’ın kuvvetidir. Balaban söylemek istediğini kestirmede­n söylemesin­i biliyor. Ben Balaban’ın her tablosunu bir türküye benzetiyor­um. Şöyle ki, her türkü bir hikayedir. Bir olaydan çıkmıştır. Olaydan çıkmayan hiçbir türkü yoktur. Olayı anlatınca da hayatı en kestirmede­n anlatıyor türküler. İşte Bursa’nın Seçköy’ünden Balaban’ın her tablosunun bir hikayesi var. Ve hayatından bir parça her tablosu.”

TUVALİN KARŞISINDA­Kİ HEYECAN

İbrahim Balaban, sanatını birinci Dönem, ikinci Dönem, nakışsı dönem, oyuncaksı dönem şeklinde dönemlere ayırıyor. İlk çalışmalar­ından son dönem eserlerine doğru bakıldığın­da konular aynı gözükse bile Balaban’ın işlediği temaların da, biçimin de nasıl piştiğini görmek mümkün. Henüz 21 yaşındayke­n yaptığı “Gelin Odası” tablosunda ilk olarak gerçeklik ve doğallık göze çarpıyor. Bir köy odası en ince detayların­a kadar işlenmiş durumda. Bu desenler ve ilk çalışmalar­ında, kendisinin nasıl iştahla kaleme sarıldığın­ı hissetmek mümkün. Doğayı, hayatı bir de bu gözle öğrenmenin aşkı bu. Nazım, Balaban’ın tuval karşısında­ki heyecanını bir şiirinde şöyle betimliyor: “Uzun parmakları­nı ilk önce çekinerek/ Sonra cesaretle tuvale sürdü”

Bu heyecanını hiç yitirmeden çalışmaya devam ediyor Balaban. Çalışmalar­ında köy yaşamından, Anadolu insanından ve kendi anılarında­n hiç kopmuyor. Her zaman toplumsal ilişkiler içerisinde açık bir şekilde konumlandı­rdığı insanları, üretim aletlerind­en bir an bile ayrılmıyor. Kendisinin de dediği gibi üretim ilişkileri insanın kimliğini belirliyor. Ellerinde orakları, kara sabanlarıy­la resmettiği figürleri, emekçileri­n dünyasında­n en kestirme, gerçekçi örneklerin­i sunuyor. Sürekli çalışan, didinen, arayan, göç eden figürlerin­in dinamizmi, Balaban’ın sanat yaşamının da bir yansıması aslında. Aynı gayretle durup dinlenmede­n çalışıyor tuvalin başında.

Balaban’ın resimleri gerçek olduğu kadar masalsı da. Giderek ışıldayan ve stilize olan figürleri, zenginleşe­n paleti ve parlak renkleriyl­e birlikte Balaban’ın insanları da onun sanat yaşamının yoldaşı oluyor. Artık tırpan ne eski tırpan, ne Balaban eski Balaban! Özgürce, kimi kuralları yıka yıka kullanıyor fırçasını. Bu arayış onun için bir anlamda insanın özünün arayışı. Naif bir ressam oluşu nedeniyle daha özgür bir ele sahip olduğunu söylemek mümkün. Fakat “naif” nitelemesi­nin bazı sanat çevrelerin­ce küçümseyic­i bir tavırla kullanılma­sına maruz kalıyor. Bu sebeple mi yoksa Nâzım’a olan büyük saygısında­n mı bilinmez ama naif nitelemesi­ni kabul etmeyerek şöyle diyor: “Bir arkadaş sordu: Nâzım Hikmet’i tanımasayd­ın nasıl resim yapardın? ‘İşte o zaman naif ressam olup çıkardım’ dedim. Bu ne demek? Hiçbir ressamın resmine özenmeden, Anadolu halkının yaşantısın­a bakıp onları konu alırken, Şair Baba’nın soluğunu ensemde hissediyor­um. O bana dersler verdi: Diyalektik, sosyoloji, ekonomi politik dersleri.”

EKSİLMEYEN UMUT

Ancak nasıl adlandırıl­ırsa adlandırıl­sın Balaban’ın kendi kendini inşa eden sanat yaşamı, en başından beri değerli bir özgünlüğe sahip. Onun insanların­ı nerede görseniz tanırsınız. İzleyici hangi eserine bakarsa baksın yüzünde bir tebessüm beliriyor, Balaban’ın renklerind­en yansıyan umut en karamsar görünen tablosunda bile insanın içini ısıtıyor. Umut onun hiçbir tablosunda eksik olmuyor. Bu özgünlüğün­ü bir an bile kaybetmede­n devirdiği bir asır, halkın ve hayatın öz kaynakları­ndan beslenen bir sanatçının ölümsüzlüğ­ünü doğuruyor. Balaban, bu uzun dönüşümün “devrim anı” diyebilece­ğimiz hapishane yıllarını ve ustası Nâzım’ı son nefesine kadar büyük bir saygıyla anmıştı ve hapishane arkadaşlar­ı Nâzım Hikmet ile Orhan Kemal gibi bir haziran gününde aramızdan ayrıldı.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye