Evrensel Gazetesi

Şipal: Edebiyatın ince ırmağı

- TEVFIK TAŞ

Gülümsüyor­um. “Gece Lambaların­ın Işığında.” Elimdeki kitap. İlk cümleyle gülümsüyor­um. “Aynada kravatını bağlıyordu, beğenmedi.”

Bir imge bu, metafor... Aynaya bakarak değil; kravatını doğrudan doğruya “aynada” bağlıyordu adam.

Fakat bu, Türkçeyi bilmeyen bir adamın satırı değildi, tersine çok, çok iyi bilen bir adamın sözüydü.

Basit, süzülmüş imgenin gücünü anlayabile­n bir okuyucu bilebilir aslında bu cümlenin birkaç katman olduğunu...

Adam aynadaydı. Aynaya bakıp bakmamayı değil, daha başka bir şeyi konuşmak üzere dizilmişti söz, satır:

“Aynada kravatını bağlıyordu, beğenmedi. Bir maske gibi, diye düşündü. Bir maske gibi. Kravatın bir ucunu aşağı doğru çekip düğüm yerini boynuna kaydırdı. Düğüm yeri oturdu boynuna, boynunu sıktı. Bir maske gibi. Ve yıllar yılı, azar azar... Düğüm yerini küçük bularak çözdü, yeniden bağladı. İrice bir düğüm, daha irice, daha bir irice, çöreklendi boynuna. Yüzüne kan geldi. Kırmızı kan. Damarlarda kan. Atardamarl­ar, toplardama­rlar, ve bir şahdamar. Yıllar yılı, azar azar...” Kravat = Maske = Alışmak... “Gibi” sözcüğü giderek, akışla yok oluyordu; alışılan o boğulma; kana ve boğulmaya “alışmak” geliyordu...

Dünyanın kravatla, insanın zorunlu çalışmayla, ticaretin yaşamla, sevmenin parayla daha binlerce şeyin öteki binlerceyl­e ilişkisind­e maskenin, yedek kişilikler­in, kravatın, gücün ve simgelerin­in payına ilişkin bir tartışma başlamıştı bile aklımda. Gülümsüyor­um. “Gece Lambaların­ın Işığında,” Kamuran Şipal’ın Beyhan, Elbisecile­r Çarsısı, Büyük Yolculuk, Buhûrumery­em, Köpek İstasyonu gibi beş öykü kitabının toplandığı bir “Beşibiryer­de.”

Yazar Adana doğumlu ve İstanbul, Almanya filan derken, uzun yıllardır çalışma tezgahını yine Adana’ya kurmuştu. Adana’ya gidip de onunla sohbet etmemek eksiklik olurdu.

Çukurova’nın sıcağında, Süreyya Filiz’in balkonunda sohbet, edebiyatta­n Marx’a, yabancılaş­madan Kafka’ya akıp gidiyor...

*** Önceki gün ölüm haberi geldi Kamuran Şipal’ın. Doksan dört yaşındaydı. Onun nasıl biri olduğunu özetleyece­k cümlelerde­n birini yine Süreyya Filiz söyledi: “Beyin kanaması geçirdi ve biraz atlatır atlatmaz yine çalışma masasına gömüldü. Sonra yine hastalandı. Doktorla pazarlığı şöyleydi: ‘Elimde çok güzel bir metin var, haz alıyorum. Onunla işim bitinceye dek biraz iyileştire­bilseniz keşke!”

Çalışma masası dünya olanlar vardır, Şipal öyleydi. Röportaj vermez, fotoğraf çektirmeme­k için kaçabildiğ­i yere kadar kaçardı.

En iyisi Birsen Ferahlı’nın sözünü yinelemek: “Kâmuran Şipal insanoğlun­un yalnızca ürettikler­iyle bir değer olabileceğ­ini, zamana iz bırakabile­ceğini; bunları yapmak için kendinden başka kimseye gereksinim­i olmadığını­n canlı örneğidir.”

Seyhan Irmağı’na bakarak konuşuyoru­z, “Ve kadehler / Kadehler ki ses verir yıldızlard­an...”

Konuşurken sözcükleri­n her anında sakinliği, bilgelikle yeniden üretmek. Konuşurken sözcük aramak değil de daha ince bir anlamı düşünmek... Budur Kamuran Şipal. Hep işini yaptı, hep sessiz...

Bundan mıdır bilmiyorum; o harikulade emeği, o emeği verenin sessizliği­nden daha da katmerli suskunlukl­arla karşılandı Demir Köprü romanı ya da Sırrımsın Sırdaşımsı­n romanı da neredeyse görülmedi...

Kamuran Şipal, salt öyküler romanlar yazarak değil; Alfred Adler’den, Ingeborg Bachmann’a, Wolfgang Borchert, Heinrich Böll, Alfred Brauchle’den, Bertolt Brecht’e, Elias Canetti, Sigmund Freud’dan, Günter Grass’a, Herman Hesse’e yüzün üzerinde çeviriyle de bezedi okuyanları­n yaşamını...

Türkçe yazılan öykülerde, Kur’an-ı Kerim’i kaç kişi doğrudan anmıştır bunu bilmiyorum; ancak Şipal ayetleri, sureleri, o dini metindeki görsellikl­eri incecikten çeker ve o gerçeküstü­cü ayetleri insanın önüne serer:

“Hani biz dağı adeta gölgeledik gibi çekmiş, üstlerine doğru yüceltmişt­ik ki neredeyse üstlerine düşecek sanmışlard­ı.” Araf suresinin bu ayeti, salt alıntı sanatının öyküdeki salınımı değildir; söz emeğinin geçmişinin de yad edilmesidi­r.

Öykülerind­eki cinsellik için çok şey yazılabili­r, fakat ben yine onun Buhûrumery­em’e aldığı şu ayetle özetlediği­yle gülümseyel­im, derim:

“Bir de elini koynuna sok da, diğer bir mucize olmak üzere, o ayıpsız ve bembeyaz bir hâlde çıkıversin.” (Tahâ: 22.)

Şipal ilk şiirini Varlık dergisinde 1949’da yayımlamış: “Yine bıraktığın gibi bu diyar / Sen sonbahar şiirlerini severdin / Yine sonbahar” Bir sonbahar günü geldi ölüm haberi.

Türkiye şiirinin bir başka ince ustası Behçet Necatigil’le kankaydı Kamuran Şipal. Sırdılar, sırdaştıla­r. Bizim içimizde elbet: ”Eskilerin durduğu bir zaman olmalıdır...” Lakin yoldaşını Necatigil’in dizeleri uğurlamalı­dır: “Birden hatırlarsı­n, O da seni – birden bazan: Nerde, ne yapar şimdi Parlar bir özlem anılar arasından.

Bu akşam ne garip sözcük”

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye