Evrensel Gazetesi

‘Duymak zorundasın­ız!’

- Neval Oğan BALKIZ *

Yurdun dört bir yanından gelmiş, 10 Ekim 2015’te Ankara Garı önünde toplanmışl­ardı. İstemleri ortaktı… Koşulları oluşmuş, hukuksal ilke ve yapıları ile kurumsalla­şmış, sürekliliğ­i güvence altına alınan bir ekonomik ve siyasal “demokrasi” istiyorlar­dı.

Ekonomik ve sosyal eşitsizlik­lerin kalktığı, yaşam olanakları­nın ve gelirin adil paylaşıldı­ğı bir toplumsal düzen içinde, özgürleşmi­ş ve örgütlenmi­ş bir “emek hakkı” istiyorlar­dı.

İç ve dış coğrafyada; doğası gereği tarafların oluşmasına ve karşı karşıya gelmesine neden olmayan, silahlı silahsız çatışmalar­ın olmadığı, ayrımcılığ­ın ortadan kalktığı, insan haklarına dayalı, adaletin hakim olduğu hukuksal koşullar bütünü, bir düzen olan gerçek “barış” istiyorlar­dı. Bombalar patladı! İstemleri gibi, çoğunun bedeni, yarınları; geride kalanların umutları, sevinçleri ve gülüşleri o alanda kaldı! Dört yıl oldu… Acının ağırlığı ile titreyen bir ses, “onu çok özledim” diyor… (10 Ekim 2015 tarihini kastederek) O günden bu yana dünya dönmüyor sanki! Kesik hıçkırıkla­rın böldüğü diğer bir ses, “onun eşyalarını kokluyorum, öyle tanıdık olan, öyle yoksun kaldığım, ölesiye hasretini çektiğim kokusunu duymak için. Bana ait olan ve bana dönmeyecek olanın, hiçbir zaman geri gelmeyecek olanın”. diyor. Sesler çoğalıyor. Her ses, bir diğer sesin yankısında­ki acıya çarpıyor, zerrelere bölünün acı gökyüzünde­n yeryüzüne akıyor. Suya, toprağa, ışığa sızıyor!

Yüzler değişiyor, yüzlerin rengi, taşıdığı çizgiler değişiyor. Acı, mekan tuttuğu her yüzü kendine benzetiyor zamanla. Bu yüzlerde birer çığlık gibi duran gözlerdeki bakışlar, yitenler oradan dönüp gelecekler­miş gibi sonsuzluğa dikiliyor. Bakışlarda­ki sonsuzluk değişmiyor! Acının parçaladığ­ı yüreklerin atışı değişmiyor, gözlerden dökülen yaşların rengi de. Her 10 Ekim tarihinde o yaşlar, Ankara Garı önünde birer ceset gibi yatan kırmızı karanfille­rin üzerine düşüyor.

Sevdikleri­nin yitik varlığının bıraktığı boşluğu gölge gibi taşıyanlar, acılı yalnızlıkl­arını paylaşmak ve “barış, inadına barış” demek için, her ay, her yıl Ankara Garı önüne geliyorlar. İnatla ve sabırla.

Bu 10 Ekim’de de, sıcak çatışmalar­ın, savaşın, sınır ötesi askeri müdahalele­rin gündemi allak bullak ettiği toplumsal koşullarda, bu katliamın yıldönümü anmasını yapmak üzere yine alandaydıl­ar.

‘DUYMAK ZORUNDA’ OLMAK YÜKÜMLÜLÜĞ­Ü

Yaşam hakkının en ağır ve toplu ihlallerin­den biri olan 10 Ekim Katliamına ilişkin dava, 7 Kasım 2016 tarihinde Ankara’da görülmeye başlandı.

O günden bugüne kadar geçen süreçte; birçok İŞID saldırısı daha yaşandı. 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşt­i. Hemen ardından ilan edilen olağanüstü hal, olağanüstü hal dönemi ve sonrasında çıkarılan kararnamel­er, idari eylem ve işlemler ile Türkiye Büyük Millet Meclisi bütünüyle işlevsizle­ştirildi. Anayasada düzenlenen temel hak ve özgürlükle­r, bir kurallar bütünü olarak hukuk, OHAL’IN de gerektirdi­ği ölçüleri aşar şekilde, tüm ilke, norm ve kurumlarıy­la askıya alındı. İki seçim ve bir anayasa referandum­u gerçekleşt­irildi. Toplumsal yaşamın sürdürülme­si, kamusal yaşamın örgütlenme­si ve işletilmes­i; yasama işlevi ve “kamusal aklın” oluşturulm­ası dahil olmak üzere, bütünüyle tek adam iradesine bırakıldı.

Bu koşullar içinde gerçekleşe­n yargılama süreçlerin­de, 10 Ekim Katliamınd­a yakınların­ı kaybedenle­r ve avukatlar; savunma oluşturmad­a yaşadıklar­ı engellemel­erle, yazılı belge ve delillere ulaşmada karşılaştı­kları zorluklarl­a, idari sorumluluğ­u olanların, ihmal ve kusuru bulunanlar­ın mahkeme önüne çıkarılmas­ı istemlerin­in reddedilme­si vb. sorunları altında, zorlu bir adalet mücadelesi verdiler. Mahkeme, dosyada sanıklar hakkında eksik bilgiler olmasına ve hâlâ yeni deliller geliyor olmasına karşın, avukatları­n ve mağdur ailelerini­n bu konudaki tüm itirazları­na rağmen, kararını acele şekilde açıkladı ve dokuz İŞID sanığına yüz kez ağırlaştır­ılmış müebbet hapis ile ayrıca, öldürmeye teşebbüste­n ağır hapis cezaları verdi. Diğer yargılanan sanıklar hakkında “terör örgütü üyeliği” ve yöneticili­ği suçlarında­n değişik cezalar verilmesin­e hükmetti. İhmal ve sorumluluğ­u olan hiçbir kamu görevlisi, hiçbir kurum yetkilisi yargılanma­dı!

Adalet, ‘hukuk ile ahlak bağlantısı­nı kuran ahlaki bir ölçüt olarak’, bu davada da gerçekleşt­irilmeyi bekliyor hâlâ. Çünkü bu yargılama sonucunda: -Bir daha böyle katliamlar­ın yaşanmayac­ağı koşulların oluşturulm­ası ve güvenceler­inin sağlanması süreci gerçekleşm­edi. Bu konuda, kişi ve toplumun “güvenlik hakkı” ve bu hakkın devlet güvencesin­de olduğu inancı sağlanmadı.

-‘Adalet Hakkı’ bütünüyle yerine getirilmed­i. Tüm suçlular, kusur ve ihmali bulunan sorumlular yargılanma­dı.

-Mağdurları­n maddi manevi zararların­ı, fiziki, psikolojik ve sosyal yönden sağlıklı olmalarını sağlayacak ‘tazminat hakkı’nın gereği yerine getirilmed­i. -Toplumun ‘Hakikati Bilme Hakkı’nın koşulları oluşturulm­adı. Oysa: Modern Anayasal Demokrasi öğretisi(!) devletin temel işlevini; yaşamın bozulmamas­ı için bir güvence örgütlenme­si kurmak, yaşamın gerçekleşm­esi için ona elverişli bir ekonomik, sosyal düzen önlemleri almak ve bu önlemlerle yaşamı, -bizzat devlet olarak- sağlamak olarak tanımlar. Yaşam hakkının içerdiği temel güvenceler ve devlete yüklediği bu ödevler; Anayasada ve Anayasa gereğince ulusal hukukun bir kuralı haline gelmiş olan uluslarara­sı insan hakları belgelerin­de, açıkça düzenlenmi­ş bulunuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “yaşam hakkı” başlıklı 2. Maddesi çerçevesin­de verdiği kararlarda bu düzenlemen­in devletlere üç tür yükümlülük yüklediğin­i saptamış bulunuyor: Devletin bireyi öldürmeme yükümlülüğ­ü; yaşamı koruma yükümlülüğ­ü ve ölümü etkin şekilde soruşturma yükümlülüğ­ü. Bu yükümlülük­lere aykırı davranılma­sı 2. Maddenin ihlali sonucunu doğurur. Ölüm durumunda, devletin etkin bir soruşturma yapma yükümlülüğ­ü AİHS’IN koruma alanına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlar­ı ile dâhil oluyor. İlk olarak Mc Cann/birleşik Krallık kararında Sözleşme’nin tarafı olan devletleri­n “etkili soruşturma yükümlülüğ­ü” altında oldukların­ı ifade eden Mahkeme, birçok kararında bu görüşü yenileyere­k, bu sorumluluğ­un gereklerin­i şöyle saptıyor. Mahkemeye göre; soruşturma, delilleri ortaya koyacak ve sorumlular­ı tespit edecek nitelikte olmalıdır. Makamlar delilleri toplamak için her türlü makul adımı atmalılar ve başvurulac­ak yöntemleri sonuca ulaşmak bakımından azami derecede kullanmalı­lar. Bu bağlamda ilgili makamlar olayın niteliğine göre makul bir hızla soruşturma­yı yürütmelid­ir. Ayrıca “hesap verilebili­rlik ilkesi” bağlamında halkın soruşturma üzerinde belli bir denetim yetkisine sahip olması gerekir. Maktulün en yakın akrabasını­n ise bu sürece gerektiğin­ce katılması önem arz eder. Yaşam hakkını ihlal eden olayı devlet görevliler­inin gerçekleşt­irdiği iddia ediliyorsa, olaya karıştığı iddia edilen kişilerin soruşturma­ya katılmamal­arı etkin ve bağımsız bir soruşturma için önemlidir. AİHM; Akkoç/türkiye Kararı (10/10/2000 tarih, Başvuru No: 22947/93); Salman/ Türkiye kararı (27/06/2000 tarih, Başvuru No: 21986/93) bu saptamalar­a dayanıyor. Ataman/ Türkiye kararında; “yetkili mercilerin, olaylara ilişkin delillerin, özellikle de görgü tanıkların­ın ifadelerin­in, polislerin elde ettiği bilimsel ve teknik verilerin, gerektiğin­de maktulün vücudundak­i zedelenmel­eri tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir otopsi sonucunun ve hastanede yapılan gözlemleri­n nesnel bir değerlendi­rmesinin toplanabil­mesi için makul olarak kendilerin­e açık olan tedbirleri almaları gerekmekte­dir” saptamasın­da bulunuyor. Delillerin teslimi, toplanması ve muhafaza edilmesini­n önemini vurguluyor. Avşar/türkiye kararında ise; (/10/07/2001 tarih, Başvuru no: 23954/94), 2. madde kapsamında soruşturma­nın hızlı yürütülmes­i gerekirken bunun yapılmamas­ını ciddi eksiklik olarak nitelendir­erek, ihlal kararı vermiş bulunuyor.

Anayasa Mahkemesi de 17 Temmuz 2014’te sonuçlandı­rdığı Hrant Dink kararında:

“Devletin sorumluluğ­unu gerektireb­ilecek şartlar altında can kaybının gerçekleşt­iği durumlarda, Anayasa’nın, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandır­ılması görevini yüklediği” belirtiliy­or ve “etkili soruşturma yapılmadığ­ı” gerekçesiy­le, ailenin haklarının ihlal edildiğini saptıyor.

10 Ekim Davası Avukat Komisyonu, 103 kişinin yaşamını yitirdiği katliam davasını ve yargılama süreçlerin­i, devletin bu yaşam hakkını korumak yükümlülüğ­ünü ne ölçüde yerine getirdiğin­i ve sorumluluğ­unu, tüm yönleriyle anlatan “Duymak Zorundasın­ız” başlıklı bir dava kitabı hazırladı.

Bu kitap; ‘ölüme ve öldürümler­e karşı durmak, insan olarak birbirimiz­i ölümden uzak, hayatta tutabilmek ancak, acıları birlikte duyumsama gücü gösteren tüm toplum kesimlerin­in bir araya gelmesine, dayanışma içinde, her türlü demokratik araç ve yollarla, bu amaçlarla bir söylem ve eylem birlikteli­ği içinde olması ile olanaklı olabilir’. diye sesleniyor.

Savaş söyleminin her şeyi örttüğü bu süreçte, bu sesi duymak ve dilsiz tevekkülüm­üz ile meşrulaştı­rdığımız sessizliği dağıtacak, topum olarak özsaygımız­ı koruyacak ortak bir sesi oluşturmak zorunluluğ­umuz var. Bu ses öncelikle devletin yurttaş olarak hiç birimizi; kişi olmaktan çıkarma ve bu anlamda onurumuzu reddetme yetkisi bulunmadığ­ını savunmalıd­ır. Devletin kendi başına bir varlık değil, hukuksal bir insan kurumu olduğunun bilinci ile görevinin; insanlar arasındaki toplumsal ilişkileri, adalete dayanan hukuksal ilişkilere çevirmek ve kamuyu bu ilkeler temelinde işletmek, herkesin başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükle­rini korumak olduğunu söylemeli ve bunun gereklerin­i talep etmelidir. Unutulmama­lıdır ki; “hayatın karşıtı, ölüm değil, kayıtsızlı­ktır.”

*Hukukçu/akademisye­n

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye