‘FİNANSAL DESTEĞE İHTİYACI OLDUĞU AŞİKAR’
yok ama yarın öbür gün bir Kürt bilimkurgu ya da animasyon filmi çıkarsa, bunun üzerinden yeni bir tartışma yapılabilir tabii. Kürdün Kürt olarak nitelendiği, Kürtçe diyaloglara yer verilen, karikatür tiplerin doluşturulmadığı bir Kürt filminin ise gişe şansının olmadığını düşünüyorum.
Farklı ülkelerde film çeken Kürt yönetmenlerin birbiriyle etkileşimi ne durumda? Kürt sineması sınırları ortadan kaldırabiliyor mu?
Yılmaz Güney’den itibaren Kürt yönetmenlerin birbirlerinin filmlerini takip edip, birbirlerini beslediklerini düşünüyorum. Sürü’yü ve Yol’u izlemeden bir Kürt filmi çekme iddiası taşıyan bir Kürt yönetmene hiç rast gelmedim. 2000 sonrasında da Bahman Ghobadi’nin Sarhoş Atlar Zamanı filmini görmeyen bir Kürt sinemacı da yoktur, sanıyorum. Açıkçası bir etkileşim olduğunu düşünüyorum. Endüstriyel anlamda bakıldığında ise sınırların ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Bugün, Bahman Ghobadi’nin ya da Hiner Saleem’in filmleri, Avrupa’nın ve Amerika’nın çeşitli festivallerinde Kürt filmi olarak gösteriliyor.
KÜRT sinemasını, Kürt siyasal yaşamıyla paralel şekilde ele alıyorsunuz. Bir sektörün olmamasını, finansal problemleri hep bunun üstünden tartışıyorsunuz. Bağımsız film ve devlet desteği birbiriyle çelişen şeyler değil midir aslında?
Bugün, ticaret odaklı hazırlanmayan filmlerin, kurumsal anlamda finansal desteğe ihtiyacı olduğu aşikar. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, Latin Amerika’da, hatta İran’da bile devlet desteği var. Devlet, sanatçısını film üretmesi için teşvik eder, destek verir. Sonra da ülkesinin demokrasi kültürüne göre, destek verdiği filmlerin içeriğine müdahale etmeye veyahut destek vermemeye başlar. Tabii, bildiğiniz gibi, bunun temelinde 20. yüzyıl başı ile iyice görünür olmaya başlayan ulus devletlerin ve İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’da ortaya çıkan Yeni Gerçekçi akımın bileşimi mevcuttur. Bu akım, altyapısında toplumcu gerçekçiliği daha da ileriye taşımayı hedeflese de ulus sinemasının doğuşunu imlemiştir. O tarihten sonra, birçok ulus devlet, kendi ulus sinemasını yaratmaya çalışmıştır.
Türkiye’de 90’lı yıllar ile şekillenmeye ve AB uyum yasaları çerçevesinde periyodikleşmeye başlayan bir devlet sinema fonu vardır. Ancak bu kurumun objektif olduğundan söz etmek yanlış olur. Barış imzacılarının, her daim muhaliflerin ve Kürtlerin destek almaları çok zordur. Fakat bu sadece Türkiye özelinde yaşanan bir durum da değildir. Örneğin Bahman Ghobadi ilk filmlerini İran Kültür Bakanlığı’nın finanse ettiği Farabi Vakfı’ndan destek alarak çekti. Ancak sonraki filmlerinde, bırakın destek almayı, film çekebilmek, yaşayabilmek için ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Kazım Öz de buna benzer bir süreç yaşıyor. Son filmi Zer için, bakanlıktan destek aldı. Bakanlık filmi gördükten sonra iki sahneyi atmasını, kendi filmini sansürlemesini istedi. Kazım Öz, bunu ifşa etti. Şimdi de siyasal bir gerekçe türetilerek yargılanıyor ve belki de hapse girecek! Hüseyin Karabey, ilk filmini çektikten sonra bir daha destek bile alamadı.
Burada belirleyici olan etken, Kürdün sinema yaparken, kendi kişisel gerçekliğini, bu gerçekliğin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yanını göstermesini engellemeye çalışmaktır. Çalışmada, kastettiğim temel finansal problem de bu noktada devreye giriyor: Ulusal bir sinema fonunun olmaması...