SURİYE’DE TAŞLAR YENİDEN DİZİLİRKEN...
Suriye savaşında bazı noktaların artık altı çizilebilecek kadar netlik kazandığını söylemek mümkün gözüküyor. Afganistan ve Irak’ın işgalinin ardından Abd’nin Suriye’yi işgal süreci sonrasında, bugün itibariyle elinde kalan bakiye, amaçlarına ulaşmanın epey gerisinde. ABD, Irak’taki referandum sürecinde Kürtlere yaptığını bugün Suriye Kürtlerine yapmış bir güç olarak, sahadaki ittifak güçleri nezdinde de güven yitimine uğrarken, Türkiye iktidarına da planladığı seçeneği kabul ettirememiş bir güç durumunda. Ve işgal ettiği hiçbir yer açısından da içini rahat ettirecek bir pozisyondan söz edilemez.
Suriye’ye Abd’nin başını çektiği batılı güçlerin müdahalesinin, nihayetinde kendi egemenlik sahası üzerinden kendisine bir müdahale olduğu bilen Rusya ise, aşamalı olarak ABD’YI gerileten ve zaman içinde de cihatçı örgütlerin yenilgiye uğratılmasında belirleyici güç oldu. İran da Suriye’ye hem doğrudan askeri hem de diplomatik destek veren bir ülke olarak bu sürecin başarılı aktörleri arasında yer aldı.
AKP iktidarının Suriye’ye gerçekleştirdiği üçüncü harekat birinci haftasını geride bırakırken, içerisi ve dışarısı bakımından şu noktaların altını çizebiliriz. Son seçimlerin de siyaseten eridiğini ortaya koyduğu AKP, bu harekat ile birlikte, ekonomi başta olmak üzere, kendisine siyasi maliyeti olabilecek temel gündemleri baskılayarak siyasetin harekatın başarısı üzerinden kendisi etrafında dönmesine yönelik bir adım attı. Ancak, harekata içeriden verilen desteğin, eşit düzeyde iktidara da verilen destek anlamına geldiğini ve dolayısıyla Akp’nin bu hamle ile murat ettiği biçimde siyasi gücünü tahkim ettiğini söylemeyi mümkün kılacak sağlıklı bir veri elde yok. Şu an elde, harekat konusunda iktidarın argümanlarından farklı ses verenleri ‘hain’, ‘alçak’, ‘şerefsiz’ ilan eden iktidar temsilcileri ve iktidar medyasının profesyonelleri var. Köpürtülen hava ile gerçek arasındaki ilişkinin ne olduğunu bir süre sonra daha net göreceğiz.
Tüm bunlarla birlikte, iktidarın ABD ile temasın ardından, Trump’ın sürekli vurguladığı ‘sınır’ dahilinde düğmeye basmış olsa da NATO üyeliğini kullanarak ABD’YI kendi hedefleri bağlamında zorlamış olduğu gerçeği de fotoğrafın bir tarafında duruyor. Bu özetin ardından Rusya’nın garantörlüğünde Suriye yönetimi ile SDG arasında gerçekleşen anlaşmanın işaret ettiği yeni eşiğin ifade ettiklerine geçebiliriz. Erdoğan’ın ve iktidarın diğer temsilcilerinin bu gelişmeye ilk tepkileri, ‘Yolumuza devam ederiz’ biçiminde olsa da Rusya’nın Suriye ile Türkiye’nin çatışmasını istemediğini hatırlatması açık bir mesajdır. Rusya, bundan sonra da Türkiye’nin ABD ile bölgesel ilişkilerinin sorunlu seyretmesine katkı yapacak bir diplomatik denge ile birlikte aşamalı olarak Türkiye’nin Suriye’deki varlığını sınırlama yoluna gidecektir.
İzleyenler hatırlayacaktır; AKP hükümeti, ‘çözüm’ sürecinde PYD ile girdiği temaslarda, PYD ve YPG’YI Suriye rejimine karşı hedefleri bağlamında kullanmayı denemiş, ancak Pyd’nin tavrı ‘üçüncü yol’ stratejisine bağlı olarak ‘Başkasının savaşının parçası olmamak’ biçiminde olmuştu. AKP iktidarı şimdi, içeride masayı devirmiş ve dışarıda da operasyon başlatmış bir güç olarak, bu politika zincirinin devamında Kürt tarafını Suriye yönetimi ile anlaşmaya itmiş durumda.
Suriye yönetimi ile sahadaki Kürt güçleri arasındaki Rusya garantörlüğündeki yeni ilişki, Akp’nin harekat hedeflerinin önüne aşılması pek de kolay görünmeyen bir kaya koymuş oldu. Bu ilişkinin niteliğine dair sahadan şu ana kadar yansıyan bilgiler, anlaşmanın daha çok güncel öncelikleri öne alan bir sözlü anlaşma niteliğinde olduğuna işaret ediyor. Suriye yönetiminin zaman içinde eli güçlendikçe ve kuzeyde kontrolü sağlamaya başlamasıyla birlikte, Suriye Kürtleri ile Şam arasındaki ilişkinin zemini de kuşkusuz yeni dengelerle belirlenecek. Süreci Suriye yönetimine yakın bir perspektifle okuyanlar daha iyimser yorumlasa da bulundukları bölgeyi yönetme talepleri açısından Suriye Kürtlerini önümüzdeki dönemde de kolay olmayan bir süreç bekliyor.
Bağlarken vurgulayalım. Türkiye’de şu anda üniformasız tahliller, sınırlı bir kesim hariç akıl sınırlarının dışında duruyor. Gerçeğin bu kadar baskılanmasının bedelini de ülke ödüyor.