Barış ortamı olmadıkça GERİ DÖNÜŞ HAYAL
Türkiye’ye sığınan Suriyeli mültecilerin sayısı resmi olmayan rakamlara göre 4 milyona ulaştı. Suriye savaşı 9’uncu yılına girerken ufukta hâlâ ciddi bir barış emaresi yok. Bu durum gönüllü geriye dönüş koşullarının da kapalı kalması demek. Hükümetin gündeminde ise bir süredir sınırın ötesinde kurulacak “güvenli bölgeler” var. Bu bölgeye 1 ile 2 milyon arasında mülteci nüfusun yerleştirileceğine dair söylemler, sınır ötesi harekatla birlikte daha güçlü dile getirilir oldu.
Göç ve mülteciler konusunda uzun yıllardır çalışmalar yapan Prof. Dr. Murat Erdoğan ve Prof. Dr. Ayhan Kaya “güvenli bölgeler” tartışması kapsamında mültecilerin durumunu değerlendirdi. Prof. Dr. Erdoğan 2015’ten sonraki gelişmelerle birlikte geri dönme imkanının olağanüstü derecede azaldığını belirterek, “Suriye’de ciddi bir barış ortamı olmadıkça bu insanlar gönüllü geri dönüşe yönelmeyecek” dedi. Prof. Dr. Kaya ise “Suriyeliler geri gitmemekte diretirlerse Türkiye’de toplumsal gerilimler yaşanabilir” saptamasında bulunarak, devletin ve sivil kuruluşların uyum konusuna odaklanması gerektiğine dikkat çekti.
Geriye bakıldığında, dünyada “güvenli bölge” örnekleri pek fazla yok. 1990’lı yıllarda Irak, Ruanda ve Bosna örnekleri söz konusu. Onlar da çatışma bölgelerinde kuruldu ve amacın insanları kırımdan korumak olduğu ifade edildi. Şimdi mültecilerin ilk defa sınır dışına (Suriye’ye) gönderileceği bir “güvenli bölge” tartışılıyor. Bunun Birleşmiş Milletler (BM) ve Uluslararası hukuk açısından yeri nedir?
Prof. Dr. Murat Erdoğan: Aslında şunu söylemek lazım: Suriye’de yaşanan kriz ve Suriye krizinin yarattığı mülteci akını dünyada çok örneği yaşanmış bir durum değil. Dolayısıyla daha önce bu uygulama yoktu. Daha önce böyle bir şey var mıydı yok muydu tartışmalarının ötesinde, çok büyük sayıda bir kitle ve Türkiye’nin tamamına yayılmış bir kitle söz konusu, savaş da devam ediyor vs. Böyle olunca her konuşma, her politika aslında kendi içinde yeni. Bunun daha önceki bir tecrübesi yok. Yani mesela bizde ’90’lı yıllarda Irak’tan gelenler vardı. Onları sınır bölgesinde tuttuk. O zamanlar BM bize kızıyordu, ‘Sınır bölgesi risklidir’ diye. Çünkü BM ilkelerine göre, mesela bir kamp yapacaksanız, çatışma bölgesinin 50 kilometre ötesinde bir yerde yapmanız lazım. Ama gidin bizim kamplara bakın; sınırın dibinde. Ama BM baktı ki Türkiye idare edemiyor, sonra bunu kabul etmek durumunda kaldı. Çünkü yeni bir kriz yaşanıyor, idealden uzaklaşmak durumunda kaldılar.
Şimdiki güvenli bölge konusunda da Bm’nin söyleyebileceği fazla bir şey yok. Burada şu anda bile o savaş bölgelerinden, çatışma bölgelerinden kaçan insanlar var. Menbic’den kaçan var, İdlip’ten kaçan var. Şimdi bunlar nereye gidecekler? Türkiye 4 milyondan fazla insanı misafir etmiş durumda. Bununla ilgili tartışmalar yoğunlaşmış durumda. Dolayısıyla dönüp de Türkiye’ye ‘Bunları da alın’ diyemiyor. Geriye ne kalıyor? Güvenli bölgeler. Güvenli bölgelere konusunda da muhatap ülkeye güvenmekten başka şansı yok. Yani Türkiye diyor ki; ‘Ben bunları bu bölgeye alacağım, güvenliğini sağlayacağım’. Birleşmiş Milletlerin bu konuda operasyonel bir gücü yok zaten, sadece öneride bulunabilir, çok fazla itiraz edebileceği durumu da yok.