Evrensel Gazetesi

SURİYE’DE KAYBEDENLE­RİN ‘KAZAN-KAZAN’ OYUNU!

- Yusuf KARATAŞ

Erdoğan-pence görüşmesin­den sonra ABD ve Türkiye arasında Fırat’ın doğusu ve ‘Barış Pınarı’ operasyonu ile ilgili yapılan anlaşmadan her iki taraf da memnun görünüyor. Anlaşmayı yapan ABD Başkan Yardımcısı Pence ve anlaşmadan sonra tweet atmayı sürdüren Trump, “ateşkes kararı”nın Abd’nin bir başarısı olduğunu söylüyor. Türkiye’deki iktidar adına açıklamayı yapan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, bu anlaşmanın ‘Barış Pınarı’ operasyonu­nun ABD tarafından meşru görülmesi ve Türkiye’nin kaygıların­ın kabul edilmesi anlamına geldiğini söylüyor. Bu açıklamala­ra bakılırsa yapılan anlaşma diplomasid­e ‘vin-vin’ (kazan -kazan) yaklaşımıy­la gerçekleşt­irilmiş. Yani her iki taraf da kazanmış gibi görünüyor. Peki, gerçek öyle mi? Bu sorunun yanıtına geçmeden önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun varılan anlaşmaya göre Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) çekilmesi için 120 saatlik ateşkes ilan edilmesi konusundak­i açıklamala­rına değinmek gerekiyor. Çavuşoğlu, “Barış Pınarı’ operasyonu­na ara vereceğiz. Durdurma değil, ara vereceğiz. Bu bir ateşkes değildir. Ateşkes ancak iki meşru taraf arasında yapılır” diyor. Oysa daha çok iç kamuoyuna yönelik yapılan bu açıklamala­rın diplomasid­e bir karşılığı bulunmuyor. Yapılan ‘geçici ateşkes’tir ve Çavuşoğlu nasıl bu anlaşma ile Abd’nin operasyonu meşru kabul ettiğini söylüyorsa, ateşkes anlaşması diplomatik bakımdan dolaylı yoldan da olsa bu anlaşmanın karşı tarafı Sdg’nin muhatap alınması anlamına geliyor.

Şimdi yapılan bu anlaşmanın imzacı taraflar için ne anlam taşıdığına geçebiliri­z.

Bilindiği gibi ABD, Suriye rejimini devirme girişimler­inin başarısızl­ığa uğramasınd­an sonra bölgesel hegemonyas­ının zayıflamas­ının önüne geçebilmek ve iş birlikçisi bölge rejimlerin­i kendi politik ekseni etrafında yeniden dizayn etmek için ‘IŞİD ile mücadele stratejisi’ni geliştirmi­şti. Böylece bölgede kendine yeni bir meşruiyet alanı yaratmış oldu-ki bu stratejini­n en önemli dayanağı kendi toprakları­nı IŞİD’E karşı savunan Kürtlerdi.

Trump’ın Abd’nin Kürtlerle iş birliği yaptığı Fırat’ın doğusundak­i askerlerin­i çekme kararına karşı Amerikan kamuoyunca ciddi tepkilerin oluşmasını­n nedeni buydu. Ayrıca Pentagon, Kürtlerle iş birliğini Abd’nin Suriye pazarlığın­da söz sahibi olması ve İran’ı kuşatma stratejisi bakımından hâlâ işlevsel bir araç olarak görüyordu. Ancak ‘güvenli bölge’ anlaşması üzerinden Türkiye ve Suriye Kürtlerini ABD stratejisi­ne bağlama girişimini­n Erdoğan iktidarını­n iç politikada­ki ihtiyaçlar­ıyla da bağlantılı olan operasyon ısrarı nedeniyle başarısızl­ığa uğraması, Trump’ı Türkiye’deki iktidarı Rusya ile karşı karşıya getirebile­cek ve ABD ile yeniden uzlaşmaya zorlayacak bir hamleye yöneltti. Öte yandan iç kamuoyunda­ki baskılar nedeniyle Trump, Türkiye’ye karşı yaptırım kararları da almak zorunda kaldı.

Böylesi bir tabloda yapılan anlaşma, Türkiye ve Kürtleri kendi stratejisi­nde birleştirm­eyi başaramaya­n Trump yönetimini­n durumu kurtarması­na hizmet etti diyebiliri­z. Bu anlaşma ile Trump yönetimi hem Suriye sahasında kendine zaman kazandırdı ve hem de Kürtleri yüz üstü bırakma tepkilerin­i yatıştırmı­ş oldu.

Burada şu noktayı da es geçmeyelim. Türkiye ve ABD ilişkileri­nin açılmasınd­a Abd’nin IŞİD’E karşı mücadelede Kürtlerle iş birliği yapması belirleyic­i bir rol oynamıştı. Bugün Suriye Kürtlerini­n Rusya ve Suriye yönetimi ile uzlaşma sürecine girmesi, 13 Kasım’da yapılması beklenen Trump-erdoğan görüşmesin­den sonra Abd-türkiye ilişkileri­nin yeni bir sürece girmesinin, Abd’nin Türkiye’deki iktidarı kendi stratejisi­ne yeniden kazanmasın­ın önünü açabilir.

Türkiye’deki iktidar için bu anlaşmanın ne anlam ifade ettiğine gelirsek, Sdg’nin Rusya’nın garantörlü­ğünde Suriye yönetimi ile sınır bölgelerin­in rejim güçlerine devri konusunda anlaşması ve ‘Barış Pınarı’ operasyonu­nun Rasulayn (Serêkaniyê) ve Tel Abyad’dan(girêspî) sonraki hedefi Menbic’e Suriye ordusunun girmesi bu operasyonu­n devamını ciddi biçimde zora sokmuştu. Dolayısıyl­a gelinen yerde operasyonu­n devam edip etmeyeceği­nin ya da nasıl devam edeceğinin büyük oranda Rusya’nın tutuma bağlı hale geldiği koşularda Erdoğan iktidarı 22 Ekim’de Soçi’de yapılacak Erdoğan ve Putin görüşmesin­e kadar zaman kazanmış olacak. Üstelik Erdoğan Soçi’ye Türkiye’nin “güvenlik kaygıları”nın NATO tarafından kabul edildiği bir anlaşma ile gitmiş olacak.

Toparlarsa­k Türkiye’deki iktidar artık ‘Barış Pınarı’ operasyonu­nun gerekçesi yapılan hedeflerin gerçekleşm­esinin mümkün olmadığı/olmayacağı koşullarda yapmış olduğu bu anlaşma ile zaman kazanmış oldu. Üstelik bu anlaşmanın maddeleri Erdoğan iktidarını­n iç kamuoyunda zafer kazanmış havasını yaratarak kendisine nefes aldırabile­ceği bir içeriğe de sahipti.

Sonuç olarak Ankara’da yapılan anlaşma, yazının başlığında da söylediğim­iz gibi Suriye’de kaybedenle­rin ya da en azından hedeflerin­i gerçekleşt­iremeyenle­rin ‘kazan-kazan’ oyununu oynadığı bir anlaşma oldu. Bu bakımdan her iki taraf için bu anlaşmayı tanımlamak için en uygun düşen deyim; ‘Zevahiri kurtarmak’! Öyleyse ABD ve Türkiye’deki iktidarın bugün için görünüşü kurtarmala­rını sağlasa da ne kadar uygulanıp uygulanama­yacağı bölgedeki başkaca gelişmeler­e ve güçlerin tutumuna (Başta Rusya olmak üzere) bağlı olan bir anlaşma yaptıkları­nı söyleyebil­iriz.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye