BİRLEŞİK KRALLIK, AB ÜYESİ ÜLKELER ARASINDAKİ EN İYİ KOŞULLARDAN VAZGEÇMEK ÜZERE
AB üyeliği Brexitçilerin söylediği kadar külfetli olsaydı şimdiye Ab’den çoktan çıkmıştık; ama tam tersine 47 yıl üyesi olmaya, son üç yıl zorla gibi de görünse, devam ettik.
2016 referandumu öncesi Birleşik Krallık seçmeninin yüzde 10’undan daha azı Ab’yi en önemli sorun olarak görüyordu. Ayrılma oyu kazandıktan sonra daha çok göze batmaya başladı (Şimdi yüzde 47 en önemli sorun olarak görüyor). David Cameron’un söylediğinin tersine halk politikacıları değil politikacılar halkı yönlendirdi.
Dominic Cummings, (Başbakan) Boris Johnson’un başdanışmanı ve (Ab’den) Ayrılma Kampanyası (Vote Leave) direktörü, az konuşulan bir yazısında AB referandumunun bir zorunluluk değil seçim olduğunu geçen sene yazmıştı: “Referandumu isteyen karşı konulamaz bir güç fikri Farage ve Cameron taraftarlarının bir dayatması… İkisi de yanlışlar. Ülke bir referanduma sıcak bakıyordu ama her zaman onu hırsla isteyenlerin dışında hiç kimsenin böyle bir acil arzusu yoktu. Muhafazakar (Parti) milletvekilleri ise kesinlikle istemiyordu.”
Yapabileceğini düşündüğü için başbakan olan Cameron, kazanacağını düşündüğü için bir referanduma gitti. Tam tersini başardı. Ayrılma oyu çıkan Brexit oylaması statükoyu değiştirdi. Kolay bir ayrılma yöntemi mümkün değil ve artık var olmayan bir geçmişe özlem duyuyoruz.
2016’dan bu yana Birleşik Krallık’ın üyeliği -Schrödinger’in kedisi gibi- hem canlı hem ölü. Kutu yakında açılıp gerçek durum ortaya çıkacak mı?
Görünüşe göre Boris Johnson şimdi Kuzey İrlanda ve Birleşik Krallık’ın gerisi arasında bir sınır mevcut olmasına razı; tam da Ab’nin Şubat 2018’de önerdiğinde Britanya’nın şiddetle reddettiği bir durum. Tartışmalı son anlaşma şimdiden Theresa May’inki ile karşılaştırılıyor.
Fakat bu daha aydınlatıcı bir karşılaştırmayı engelliyor: Yürürlükte olan anlaşma. Şu anda Britanya tam üyelik ve gümrük birliğinden yararlanırken, Avro Bölgesi, Şengen vize alanı ve iç işleri planı dışında kalmayı tercih edebiliyor; 4.9 milyar sterlinlik bir para iadesi. Ab’nin sosyal politikasından (Social Chapter) muaf tutulma hakkı kendisine sunulmuştu ve bunu doğru bir kararla geri çevirdi. Sosyal politika işçilerin senelik 28 gün ödemeli tatil hakkı, analık ve babalık izinleri ve yarı zamanlı çalışan işçilerin eşitlik haklarını koruyor.
Asıl ironi, Brexitçilerin sürekli Ab’den istediği “esnekliği” zaten sürekli göstermiş olması. Hiçbir üye ülke bu kadar avantajlı koşullara sahip değil ve bir daha da olmayacak. Günümüzde böyle bir anlaşmayı sağlayacak olan bir Başbakan mükemmel bir pazarlıkçı olarak adlandırılırdı (Brexitçilerin nefret ettiği John Major kendisini göz ardı edilmiş hissetmeli!)
Evet, AB Britanya’ya serbest hareket konusunda daha çok kontrol vermedi. Fakat Cameron’a Britanya üyeliği görüşmelerinde göze çarpan tavizler verilmişti. Buna ‘daha yakın birlik’ten muaf tutulma hakkı dahildi; Britanya’ya, AB göçmenlerine sunulan, çalışanlara yönelik sosyal yardımlardan dört yıl (Yedi yıla uzatabilecek) muaf tutulma hakkı sunulmuş ve City of London banka sektörüne garantiler önerilmiştir.
Serbest hareket konusunda ise Britanya zaten ayrıcalıklara sahip. AB vatandaşları herhangi bir ülkede yaşama hakkına sahip olsalar bile, üç ay içerisinde çalıştıklarını (işçi ya da serbest meslek), kayıtlı öğrenci olduklarını ya da kendilerine bakmaya “yetecek kadar kaynakları” olduğunu (birikim ya da emeklilik maaşı) ispatlamalılar. Koşulsuz olmak bir yana, serbest hareket birçok koşula dayanmakta.
Johnson’un önerdiği anlaşma May’inkinden çok daha iyi diye lanse edilebilir. Fakat Birleşik Krallık’ın şimdiki anlaşmasından çok daha kötü olduğu kesindir.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)