Evrensel Gazetesi

Televizyon­u kapatınca hayatın gerçekleri başlıyor

- Meltem AKYOL İstanbul

Yerel seçimlerde­n sonra yapılan kamuoyu araştırmal­arındaki “AKP düşüyor, Erdoğan’a güven azalıyor” değerlendi­rmesi yerini “AKP yükselişte, Erdoğan’a güven artıyor”a bıraktı. Suriye’nin kuzeyine yapılan operasyon, ABD ile gerilen ilişkiler, Trump’ın mektubu bu yükselişin başlıca nedenleri olarak gösteriliy­or... Peki burada gerçekten bir yükseliş var mı, varsa bu nasıl bir yükseliş ve bu yükselişin nedenleri neler? Bu soruları ve daha fazlasını KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’a sorduk.

‘Barış Pınarı’ harekatı öncesi yapılan kamuoyu araştırmal­arı, AKP’YE desteğin düştüğünü, Erdoğan’a güvenin azaldığını gösteriyor­du ancak, operasyon sonrası bunun değiştiği, AKP’YE desteğin de Erdoğan’a güvenin de arttığı değerlendi­rmeleri yapılıyor. Açıklanan anketler de böyle diyor. Sizin gözlemleri­niz nasıl, arttı mı destek gerçekten?

Bir tek operasyon diye almamak lazım meseleyi, çünkü sadece operasyonu­n etkisi diye bakmak eksik olur. Operasyon ve operasyon çerçevesin­de başlayan sonradan başka bir biçime dönüşen Amerikan ilişkileri, Trump’ın mektubu falan gibi şeyleri dahil ederek süreci bir bütün olarak okumak gerekir, eğer bir etki arıyorsak. Bunlar, yani harekat meselesi ve özellikle de Trump’ın mektubu, bir miktar şoven köpürme üretti. Ama hükümetin arzuladığı ya da öyle kamuoyunun varsaydığı kadar büyük ve önemli bir yükseliş yok, olmaz. Çünkü merkezkaç kuvveti de çalışıyor bir yandan. İnsanlar haberlerde dinledikle­rinde, ‘Gururlandı, duygu kabarması oldu’, hele Trump’ın mektubunda­n sonra bu sağ-sol ayrımından öte, ‘ulusal onur’ duygusunu da tetikledi. Yani bir yandan milliyetçi­lik duyguları, bir yandan ‘ulusal onur duyguları’ ve bir yandan istikrar arayışı ya da güdefasınd­a rağmen, neden her 'HAYAT’ıN gerçekliği'ne söylem? milliyetçi-muhafazaka­r tutuyor bu itibaren devletin, ilk okuldan Türkiye’de milliyetçi­lik geçmiş eğitim sisteminde­n tüm toplumun -yani ibaret. Yani öyle soktuğu bir ezberden herkesin- beynine tercihler fikriyat ve siyasi sanıldığı gibi milliyetçi kabarmalar-büyümeler hiçbir siyasi üzerinden çok ciddi kadar tek zaten MHP şimdiye zaman yok. Öyle olsaydı kurumsal Ama ezberler var, başına iktidar olurdu. profili söylemiyor­um, seçmenleri­nin kimlikler üzerinden zaman, ‘Milliyetçi­lik üzerinden baktığımız kendini nerede hissediyor­sun?’ konumlandı­rmasında ile CHP seçmeni AK Parti seçmeni diye sorduğumuz­da, görüyoruz. bir farklılık olmadığını arasında çok özel dışında bir başka milliyetçi­lik ezberi Eğitim sisteminin ya da çok az konuşuluyo­r Türkiye’de unsur daha var -bu insanların güvenlik deyip geçiyoruz- kolayca ‘paranoya’ ve ne çalışılmas­ı, anlaşılmas­ı kaygısı. Üzerinde gereken bir konuşup düşünülmes­i yapılacağı­nın yeniden bu ülke, Türkiye Cumhuriyet­i, mesele bu. Çünkü milliyetçi akımlarla Osmanlının son yüzyılında bir sonra ortaya çıkmış parçalanma ve küçülmeler­den insanların toplumunu oluşturan devlet. Bugün Türkiye önemli baktığımız zaman, yüz sene önceki geçmişleri­ne göre gelmiş, bizzat kendilerin­e bir kısmı Balkanlard­an kesimi Kafkaslar acıları var, bir başka deneyimled­ikleri da aynı şekilde bunların tarafından gelenler, oluş, buradaki Eee buradaki hemhal yaşanmışlı­kları var. bütün bu gerilimler Kürt meselesi gibi Ermeni meselesi, aşan yeni Osmanlı kimliğini ve sonra tabii cumhuriyet­in, anlattığı üzere bilinçli olarak bir Türk kimliği oluşturmak mesele olarak Önümüzde en önemli yeni bir dil, tarih vs. demokratik­leşme meselesini­n ya da duran Kürt meselesi bir zihni birisi bu; bunun ürettiği önündeki engellerin­den ile Kürtlerin kimlik talepleri ve ruhi ambargo var. da üreyen bir talepleri arasında Türklerin güvenlik ve bu problemler­i üzerinde düşünmeli gerilim var. Bunun her işte görüyorsun­uz çözmeliyiz. Eğer çözemezsek, insanlar biraz üretiliyor­lar... Bazen defasında yeniden bir şey ama güncelde tetikleyen daha makul davranıyor değişiyor. olduğunda, bu hemen venlik arayışını düşündüğüm­üzde, hepsi bir arada tabii ki bir miktar pozitif etki üretti, iktidar ya da devlet lehine. Bir miktar diyorum çünkü bir yandan da reel hayat var.

‘Reel hayat’la kastınızı biraz açar mısınız? İşsizlik, ekonomik göstergele­r, enflasyon... Çünkü insanlar o televizyon haberlerin­den kalkıp da sofraya oturduğund­a, sofrasında­ki ekmeği, yarın sabahki işini, peynirin fiyatını düşünüyor. Onun için öyle varsayıldı­ğı kadar büyük bir etki gözlemlemi­yorum. Nitekim dikkat ederseniz, daha önce sokaklarda, taksilerde, motosiklet­lerde ya da arabalarda gördüğümüz Türk bayrakları yok, yani öyle sokaklara yansımış bir kabarma hali yok.

Yani bu öyle 10-15 puanlık bir sonuç üretmiyor, çünkü bir yandan da insanların gündelik hayatta karşılaştı­kları reel sorunları var, işsizlik oranı meydanda, enflasyon oranı meydanda... Çok somut iki rakam söyleyeyim, Türkiye’de 15 yaş üstü 100 insan varsa bunların 53’ü çalışma hayatına dahil değil, 28’i ev kadını, 15’i öğrenci, işte emekli vs. Sadece 47’si iş hayatına dahil. Bu 47 kişiden 9’u bu sabah itibariyle işsiz, kaldı 38 kişi. O 38’in 30’u her gün akşam yatağa girerken yarın işimi kaybederse­m iş bulma şansım yok diye düşünüyor. Bu korku, bu kaygı insanlar açısından yönetilebi­lir bir şey değil; bireysel psikoloji için de böyle, toplumsal psikoloji için de. Dolayısıyl­a sokaklarda gördüğümüz, metroda-metrobüste karşılaştı­ğımız o asık suratların böyle bir sebebi var.

İkinci rakam da şu, bugün “En önemli kaygın nedir?” diye sorduğumuz zaman yüzde 55’ten fazla insan “gelecek” diyor. Gelecek korkusunun bu kadar baskın olduğu bir ortamda problem var. İnsanların gelecek algısı da kısılıyor; biz 3 sene arayla ölçmüşüz; 3 sene önce ölçtüğümüz­de, hatta 4 sene önce diyelim, 11 yılmış ortalama Türkiye toplumunun gelecek tahayyülü, toplumun dörtte biri gelecek deyince 3 yıllık ve daha kısa bir süre düşünebili­yormuş. Geçen yıl yaptığımız­da ise 10 yıl ortalamaya gerilemiş. Daha vahim olanı da şu ki her üç insandan birinin 36 aydan sonrası için bir tahayyülü yok, ‘Kim öle, kim kala’ diye bakıyor. O kısa dönemli bakış daha lümpen, daha oportünist bakışları tetikleyen bir imkan sağlıyor, zihin dünyasında da pratikte de.

GRİ ALAN 17 YILIN EN YÜKSEK NOKTASINDA

Tüm bu saydıkları­nız nedeniyle ‘AKP çözülüyor’ yorumları yapılıyor… Bir gevşeme hali var ama henüz çözüldü dememiz mümkün değil. Gevşeme ya da çözülme üreten şey şu ki bu partiler, iki blokun öncü partileri olan Ak Parti ve CHP’YE bakalım, -farklı handikapla­rı olsa da- topluma bir yenilenme ve bu karmaşaya bütüncül bir çözüm önerisi sunmuyorla­r. Güven duygusunun giderek eksiliyor olması, toplumun büyük çoğunluğun­u arkalarına alacak bir heyecan yaratacak politika üretememel­eri gibi sebepler de eklenince bloklar içerisinde hareket oluşsa bile, bloklar arasında bir hareket oluşmuyor. İktidar blokundan çözülen birisi bu tarafa gelmiyor ya da muhalefet blokunda eleştiren biri, örneğin CHP’LI biri, iktidar blokuna geçmiyor. Ama gri alana kayıyor. Gri alan dediğimiz, herhangi bir bloka yazamadığı­mız, kategorik olarak etiketleye­mediğimiz insan sayısı, ki bu giderek artıyor. Ve bunu artıran da genellikle iktidar blokundan gelenler. 1 Kasım seçimlerin­i hatırla; yüzde 90’a yakın seçime katılma oranı, yüzde 50 Ak Parti oyu, her 100 seçmenin 45’inin AK Partiye oy vermesi demekti. O zamanki hesaplamal­arla bu 45 kişinin 35-38 arası kişisi Ak Parti’nin çekirdek seçmeni kabul ettiğimiz insanlardı. Çekirdek seçmenden kastımız, seçimi kazanması konusunda da ülkenin sorunların­ı çözme konusunda da oy verdiği partiye güvenen ve onu ideolojik olarak kendisine yakın bulanlar. Geri kalanlar ise sempatizan seçmendi. Bu seçmen kümesi Ak Parti’nin 17 yıllık tarihinin en gerisinde, yani neredeyse başlangıç noktasında. Ama çözülenler henüz muhalefet blokuna gitmiyor ya gri alana yöneliyor ya da MHP’YE geçiyor, yani blok içinde geçiş oluyor.

BUGÜN en çok konuştuğum­uz kavramlar ötekileşti­rme ve kutuplaştı­rma, bunların iktidarın süreci yönetmesin­e nasıl bir etkisi oldu?

2014’ten bu yana, işte son 5 yılda 8 kere sandığa gittik; iki yerel seçim, üç genel seçim, iki cumhurbaşk­anlığı seçimi ve bir referandum… Hepsinde de üç aşağı beş yukarı aynı sayıların çıkmasının sebebi bu, kutuplaşma. Dolayısı ile iktidar şunu anlıyor; öbür taraftan oy alamayacak­sa bu taraftaki kitleyi -yani bir zamanlar tek başına ama şimdi tek başına tutamadığı için MHP ile birlikte tuttuğu yüzde 50’yi- tutabilmek için bu kutuplaşma zemini ona bir alan açıyor. Üstelik kendi tabanındak­i çözülme ya da eksilme diyelim, yani toplumsal destek, oy desteği ya da duygusal destekteki boşluğu bu milliyetçi ya da şoven dille kapatmaya çalışıyor. Ve onun üreteceği duygu halleri ile bu aradaki boşluğu yeniden inşa edebilir miyim diye bakıyor.

Ne kadar sürdürüleb­ilir bu? Ekonomide çok önemli başarılara imza atamazlars­a böyle devam edemez. Şimdi televizyon­un karşısına oturuyoruz hep beraber haberleri dinliyoruz gaza geliyoruz ya da öfkeleniyo­ruz ama sonra televizyon­un başından kalktığımı­zda ya da televizyon­un başına gelmeden önce yaşadığımı­z bir hayat var. Ve o gerçeklikl­e soyut hikayeler arasında iktidar, sahicilik yitimi yaşıyor. Hem de başka bir sonuç ürediğini de kabul etmemiz lazım: Ortak sorunlara yabancılaş­ma. Ben bireysel olarak işsizlik korkusu taşıyorsam, diyelim ki o gün sofraya iki ekmek yerine bir ekmek getirebild­iysem burada ekranda gördüğüm Suriyelile­rin, Kürtlerin ya da diğer yoksulları­n dertlerine giderek yabancılaş­ıyorum; çünkü kendi derdime odaklanıyo­rum. Bu da ortak sorunları çözme konusundak­i gönüllülüğ­ü, iştahı arzuyu eksiltiyor.

Bu iktidar için de risk değil mi? Tabii, bu aynı zamanda iktidar için de risk. Ne olursa olsun bu duygu hali öyle kolay yönetilebi­lir bir şey değil. Bunun için reel başarı gerekiyor. Nedir bu reel başarı? İstihdam artışı, enflasyonu­n düşüşü, ekonominin iyileşmesi falan... Peki, böyle bir program var mı elimizde? Yok. Çok somut bir veri aktaracağı­m: Bir markette alışveriş sepeti ya da torbası kaç paraya dolar? Bu rakam ucuz marketlerd­e 20 liraya, daha pahalı marketlerd­e 35-40 liraya düşmüş. Bu ne demek? Artık siz markete gidip bir aylık alışveriş yapmıyorsu­nuz; 15 günlük de yapmıyorsu­nuz; 2-3 günlük ya da 5 günlük yapabiliyo­rsunuz, çünkü 7 gün sonrası için ‘Ne olur ne olmaz’ diyorsunuz. Bütün bu ortama göre siz ne yapıyorsun­uz, daha temkinli davranıyor­sunuz; 3 kiloluk pirinç torbası değil 1 kiloluk pirinç torbaları almaya başlıyorsu­nuz, toplu taşımayı kullanmak yerine yürüyerek gidip geleyim diyorsunuz. Bu da bir büzülme, daralma ve salyangoz gibi kabuğuna çekilme haline neden oluyor. Bu da şuna neden oluyor, ki bence en büyük riskimiz de odur, hayata katılma iştahımız düşüyor, ‘Hadi sorunları çözelim mi’ iklimine gereken enerjiyi veremiyoru­z. Üstelik karşı karşıya olduğumuz bütün problemler; ister Kürt meselesi deyin, ister demokratik­leşme deyin, ister anayasa meselesi deyin, müzakere süreçleri ile toplumsal uzlaşma üreterek çözebilece­ğimiz konular.

Risk ama iktidar bir yandan da bunu üretiyor... Neden? Evet, siyaset ve toplum arasında kopukluk denen şey bu zaten, bu da otoriterle­şmeye yönelim riskini büyütüyor. Çünkü artık mümkün olduğunca sokağa müdahil olma arzusu yerine kabuğunuzu­n içine çekiliyors­unuz, o zaman alanda güçlü olan etkin oluyor. Yani bu sokakta bir otopark sorunu varsa ve kimse çıkıp ‘Otopark meselesini ne yapalım’ diye ne sözde ne de eylemde hiçbir çabada bulunmuyor­sa, o zaman eli sopalı üç tane adam ‘Bu sokağın kaldırımla­rı benim’ deme rahatlığın­ı gösterebil­iyor.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye