Televizyonu kapatınca hayatın gerçekleri başlıyor
Yerel seçimlerden sonra yapılan kamuoyu araştırmalarındaki “AKP düşüyor, Erdoğan’a güven azalıyor” değerlendirmesi yerini “AKP yükselişte, Erdoğan’a güven artıyor”a bıraktı. Suriye’nin kuzeyine yapılan operasyon, ABD ile gerilen ilişkiler, Trump’ın mektubu bu yükselişin başlıca nedenleri olarak gösteriliyor... Peki burada gerçekten bir yükseliş var mı, varsa bu nasıl bir yükseliş ve bu yükselişin nedenleri neler? Bu soruları ve daha fazlasını KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’a sorduk.
‘Barış Pınarı’ harekatı öncesi yapılan kamuoyu araştırmaları, AKP’YE desteğin düştüğünü, Erdoğan’a güvenin azaldığını gösteriyordu ancak, operasyon sonrası bunun değiştiği, AKP’YE desteğin de Erdoğan’a güvenin de arttığı değerlendirmeleri yapılıyor. Açıklanan anketler de böyle diyor. Sizin gözlemleriniz nasıl, arttı mı destek gerçekten?
Bir tek operasyon diye almamak lazım meseleyi, çünkü sadece operasyonun etkisi diye bakmak eksik olur. Operasyon ve operasyon çerçevesinde başlayan sonradan başka bir biçime dönüşen Amerikan ilişkileri, Trump’ın mektubu falan gibi şeyleri dahil ederek süreci bir bütün olarak okumak gerekir, eğer bir etki arıyorsak. Bunlar, yani harekat meselesi ve özellikle de Trump’ın mektubu, bir miktar şoven köpürme üretti. Ama hükümetin arzuladığı ya da öyle kamuoyunun varsaydığı kadar büyük ve önemli bir yükseliş yok, olmaz. Çünkü merkezkaç kuvveti de çalışıyor bir yandan. İnsanlar haberlerde dinlediklerinde, ‘Gururlandı, duygu kabarması oldu’, hele Trump’ın mektubundan sonra bu sağ-sol ayrımından öte, ‘ulusal onur’ duygusunu da tetikledi. Yani bir yandan milliyetçilik duyguları, bir yandan ‘ulusal onur duyguları’ ve bir yandan istikrar arayışı ya da güdefasında rağmen, neden her 'HAYAT’ıN gerçekliği'ne söylem? milliyetçi-muhafazakar tutuyor bu itibaren devletin, ilk okuldan Türkiye’de milliyetçilik geçmiş eğitim sisteminden tüm toplumun -yani ibaret. Yani öyle soktuğu bir ezberden herkesin- beynine tercihler fikriyat ve siyasi sanıldığı gibi milliyetçi kabarmalar-büyümeler hiçbir siyasi üzerinden çok ciddi kadar tek zaten MHP şimdiye zaman yok. Öyle olsaydı kurumsal Ama ezberler var, başına iktidar olurdu. profili söylemiyorum, seçmenlerinin kimlikler üzerinden zaman, ‘Milliyetçilik üzerinden baktığımız kendini nerede hissediyorsun?’ konumlandırmasında ile CHP seçmeni AK Parti seçmeni diye sorduğumuzda, görüyoruz. bir farklılık olmadığını arasında çok özel dışında bir başka milliyetçilik ezberi Eğitim sisteminin ya da çok az konuşuluyor Türkiye’de unsur daha var -bu insanların güvenlik deyip geçiyoruz- kolayca ‘paranoya’ ve ne çalışılması, anlaşılması kaygısı. Üzerinde gereken bir konuşup düşünülmesi yapılacağının yeniden bu ülke, Türkiye Cumhuriyeti, mesele bu. Çünkü milliyetçi akımlarla Osmanlının son yüzyılında bir sonra ortaya çıkmış parçalanma ve küçülmelerden insanların toplumunu oluşturan devlet. Bugün Türkiye önemli baktığımız zaman, yüz sene önceki geçmişlerine göre gelmiş, bizzat kendilerine bir kısmı Balkanlardan kesimi Kafkaslar acıları var, bir başka deneyimledikleri da aynı şekilde bunların tarafından gelenler, oluş, buradaki Eee buradaki hemhal yaşanmışlıkları var. bütün bu gerilimler Kürt meselesi gibi Ermeni meselesi, aşan yeni Osmanlı kimliğini ve sonra tabii cumhuriyetin, anlattığı üzere bilinçli olarak bir Türk kimliği oluşturmak mesele olarak Önümüzde en önemli yeni bir dil, tarih vs. demokratikleşme meselesinin ya da duran Kürt meselesi bir zihni birisi bu; bunun ürettiği önündeki engellerinden ile Kürtlerin kimlik talepleri ve ruhi ambargo var. da üreyen bir talepleri arasında Türklerin güvenlik ve bu problemleri üzerinde düşünmeli gerilim var. Bunun her işte görüyorsunuz çözmeliyiz. Eğer çözemezsek, insanlar biraz üretiliyorlar... Bazen defasında yeniden bir şey ama güncelde tetikleyen daha makul davranıyor değişiyor. olduğunda, bu hemen venlik arayışını düşündüğümüzde, hepsi bir arada tabii ki bir miktar pozitif etki üretti, iktidar ya da devlet lehine. Bir miktar diyorum çünkü bir yandan da reel hayat var.
‘Reel hayat’la kastınızı biraz açar mısınız? İşsizlik, ekonomik göstergeler, enflasyon... Çünkü insanlar o televizyon haberlerinden kalkıp da sofraya oturduğunda, sofrasındaki ekmeği, yarın sabahki işini, peynirin fiyatını düşünüyor. Onun için öyle varsayıldığı kadar büyük bir etki gözlemlemiyorum. Nitekim dikkat ederseniz, daha önce sokaklarda, taksilerde, motosikletlerde ya da arabalarda gördüğümüz Türk bayrakları yok, yani öyle sokaklara yansımış bir kabarma hali yok.
Yani bu öyle 10-15 puanlık bir sonuç üretmiyor, çünkü bir yandan da insanların gündelik hayatta karşılaştıkları reel sorunları var, işsizlik oranı meydanda, enflasyon oranı meydanda... Çok somut iki rakam söyleyeyim, Türkiye’de 15 yaş üstü 100 insan varsa bunların 53’ü çalışma hayatına dahil değil, 28’i ev kadını, 15’i öğrenci, işte emekli vs. Sadece 47’si iş hayatına dahil. Bu 47 kişiden 9’u bu sabah itibariyle işsiz, kaldı 38 kişi. O 38’in 30’u her gün akşam yatağa girerken yarın işimi kaybedersem iş bulma şansım yok diye düşünüyor. Bu korku, bu kaygı insanlar açısından yönetilebilir bir şey değil; bireysel psikoloji için de böyle, toplumsal psikoloji için de. Dolayısıyla sokaklarda gördüğümüz, metroda-metrobüste karşılaştığımız o asık suratların böyle bir sebebi var.
İkinci rakam da şu, bugün “En önemli kaygın nedir?” diye sorduğumuz zaman yüzde 55’ten fazla insan “gelecek” diyor. Gelecek korkusunun bu kadar baskın olduğu bir ortamda problem var. İnsanların gelecek algısı da kısılıyor; biz 3 sene arayla ölçmüşüz; 3 sene önce ölçtüğümüzde, hatta 4 sene önce diyelim, 11 yılmış ortalama Türkiye toplumunun gelecek tahayyülü, toplumun dörtte biri gelecek deyince 3 yıllık ve daha kısa bir süre düşünebiliyormuş. Geçen yıl yaptığımızda ise 10 yıl ortalamaya gerilemiş. Daha vahim olanı da şu ki her üç insandan birinin 36 aydan sonrası için bir tahayyülü yok, ‘Kim öle, kim kala’ diye bakıyor. O kısa dönemli bakış daha lümpen, daha oportünist bakışları tetikleyen bir imkan sağlıyor, zihin dünyasında da pratikte de.
GRİ ALAN 17 YILIN EN YÜKSEK NOKTASINDA
Tüm bu saydıklarınız nedeniyle ‘AKP çözülüyor’ yorumları yapılıyor… Bir gevşeme hali var ama henüz çözüldü dememiz mümkün değil. Gevşeme ya da çözülme üreten şey şu ki bu partiler, iki blokun öncü partileri olan Ak Parti ve CHP’YE bakalım, -farklı handikapları olsa da- topluma bir yenilenme ve bu karmaşaya bütüncül bir çözüm önerisi sunmuyorlar. Güven duygusunun giderek eksiliyor olması, toplumun büyük çoğunluğunu arkalarına alacak bir heyecan yaratacak politika üretememeleri gibi sebepler de eklenince bloklar içerisinde hareket oluşsa bile, bloklar arasında bir hareket oluşmuyor. İktidar blokundan çözülen birisi bu tarafa gelmiyor ya da muhalefet blokunda eleştiren biri, örneğin CHP’LI biri, iktidar blokuna geçmiyor. Ama gri alana kayıyor. Gri alan dediğimiz, herhangi bir bloka yazamadığımız, kategorik olarak etiketleyemediğimiz insan sayısı, ki bu giderek artıyor. Ve bunu artıran da genellikle iktidar blokundan gelenler. 1 Kasım seçimlerini hatırla; yüzde 90’a yakın seçime katılma oranı, yüzde 50 Ak Parti oyu, her 100 seçmenin 45’inin AK Partiye oy vermesi demekti. O zamanki hesaplamalarla bu 45 kişinin 35-38 arası kişisi Ak Parti’nin çekirdek seçmeni kabul ettiğimiz insanlardı. Çekirdek seçmenden kastımız, seçimi kazanması konusunda da ülkenin sorunlarını çözme konusunda da oy verdiği partiye güvenen ve onu ideolojik olarak kendisine yakın bulanlar. Geri kalanlar ise sempatizan seçmendi. Bu seçmen kümesi Ak Parti’nin 17 yıllık tarihinin en gerisinde, yani neredeyse başlangıç noktasında. Ama çözülenler henüz muhalefet blokuna gitmiyor ya gri alana yöneliyor ya da MHP’YE geçiyor, yani blok içinde geçiş oluyor.
BUGÜN en çok konuştuğumuz kavramlar ötekileştirme ve kutuplaştırma, bunların iktidarın süreci yönetmesine nasıl bir etkisi oldu?
2014’ten bu yana, işte son 5 yılda 8 kere sandığa gittik; iki yerel seçim, üç genel seçim, iki cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir referandum… Hepsinde de üç aşağı beş yukarı aynı sayıların çıkmasının sebebi bu, kutuplaşma. Dolayısı ile iktidar şunu anlıyor; öbür taraftan oy alamayacaksa bu taraftaki kitleyi -yani bir zamanlar tek başına ama şimdi tek başına tutamadığı için MHP ile birlikte tuttuğu yüzde 50’yi- tutabilmek için bu kutuplaşma zemini ona bir alan açıyor. Üstelik kendi tabanındaki çözülme ya da eksilme diyelim, yani toplumsal destek, oy desteği ya da duygusal destekteki boşluğu bu milliyetçi ya da şoven dille kapatmaya çalışıyor. Ve onun üreteceği duygu halleri ile bu aradaki boşluğu yeniden inşa edebilir miyim diye bakıyor.
Ne kadar sürdürülebilir bu? Ekonomide çok önemli başarılara imza atamazlarsa böyle devam edemez. Şimdi televizyonun karşısına oturuyoruz hep beraber haberleri dinliyoruz gaza geliyoruz ya da öfkeleniyoruz ama sonra televizyonun başından kalktığımızda ya da televizyonun başına gelmeden önce yaşadığımız bir hayat var. Ve o gerçeklikle soyut hikayeler arasında iktidar, sahicilik yitimi yaşıyor. Hem de başka bir sonuç ürediğini de kabul etmemiz lazım: Ortak sorunlara yabancılaşma. Ben bireysel olarak işsizlik korkusu taşıyorsam, diyelim ki o gün sofraya iki ekmek yerine bir ekmek getirebildiysem burada ekranda gördüğüm Suriyelilerin, Kürtlerin ya da diğer yoksulların dertlerine giderek yabancılaşıyorum; çünkü kendi derdime odaklanıyorum. Bu da ortak sorunları çözme konusundaki gönüllülüğü, iştahı arzuyu eksiltiyor.
Bu iktidar için de risk değil mi? Tabii, bu aynı zamanda iktidar için de risk. Ne olursa olsun bu duygu hali öyle kolay yönetilebilir bir şey değil. Bunun için reel başarı gerekiyor. Nedir bu reel başarı? İstihdam artışı, enflasyonun düşüşü, ekonominin iyileşmesi falan... Peki, böyle bir program var mı elimizde? Yok. Çok somut bir veri aktaracağım: Bir markette alışveriş sepeti ya da torbası kaç paraya dolar? Bu rakam ucuz marketlerde 20 liraya, daha pahalı marketlerde 35-40 liraya düşmüş. Bu ne demek? Artık siz markete gidip bir aylık alışveriş yapmıyorsunuz; 15 günlük de yapmıyorsunuz; 2-3 günlük ya da 5 günlük yapabiliyorsunuz, çünkü 7 gün sonrası için ‘Ne olur ne olmaz’ diyorsunuz. Bütün bu ortama göre siz ne yapıyorsunuz, daha temkinli davranıyorsunuz; 3 kiloluk pirinç torbası değil 1 kiloluk pirinç torbaları almaya başlıyorsunuz, toplu taşımayı kullanmak yerine yürüyerek gidip geleyim diyorsunuz. Bu da bir büzülme, daralma ve salyangoz gibi kabuğuna çekilme haline neden oluyor. Bu da şuna neden oluyor, ki bence en büyük riskimiz de odur, hayata katılma iştahımız düşüyor, ‘Hadi sorunları çözelim mi’ iklimine gereken enerjiyi veremiyoruz. Üstelik karşı karşıya olduğumuz bütün problemler; ister Kürt meselesi deyin, ister demokratikleşme deyin, ister anayasa meselesi deyin, müzakere süreçleri ile toplumsal uzlaşma üreterek çözebileceğimiz konular.
Risk ama iktidar bir yandan da bunu üretiyor... Neden? Evet, siyaset ve toplum arasında kopukluk denen şey bu zaten, bu da otoriterleşmeye yönelim riskini büyütüyor. Çünkü artık mümkün olduğunca sokağa müdahil olma arzusu yerine kabuğunuzun içine çekiliyorsunuz, o zaman alanda güçlü olan etkin oluyor. Yani bu sokakta bir otopark sorunu varsa ve kimse çıkıp ‘Otopark meselesini ne yapalım’ diye ne sözde ne de eylemde hiçbir çabada bulunmuyorsa, o zaman eli sopalı üç tane adam ‘Bu sokağın kaldırımları benim’ deme rahatlığını gösterebiliyor.