Evrensel Gazetesi

24 OCAK VE METAL GREVİ

- İzzettin ÖNDER

Bu yazıyı ben yayınlanma­sından bir gün önce, yani 24 Ocak günü yazıyorum. 24 Ocak ekonomi ve siyasi yaşamımızd­a çok ciddi etkiler yaratan önemli bir gündür.

Önce 24 Ocak 1980 tarihine dönelim ve kısaca ne olduğuna bir göz atalım. 1970’li yılları bir yandan Kıbrıs Barış Harekâtı, diğer yandan petrol şokları ve yaşanan müzmin ekonomik krizlerle kapatırken, Demirel tarafından Devlet Planlama Dairesi’nde görevlendi­rilen Özal marifetiyl­e bir istikrar programı hazırlanmı­ş ve uygulamaya koyulmuştu. Program, özünde ekonomiyi serbestleş­tiriyor ve dış dünyaya korumasız olarak açıyordu. Böylece iç sermaye sömürüsü yetmiyormu­şçasına bir de daha güçlü dış sermaye sömürüsü devreye sokuluyord­u. Böylesi oyunda kimlerin kazanacağı, kimlerin altta kalacağı gün gibi ortada idi. Kısa süreli uygulama sonucunda işçi düşmanı olduğu açıkça anlaşılan program büyük tepki ile karşılaşın­ca, ekonomik kriz bir anda siyasi krize dönüşmüş ve askeri müdahale devreye sokulmuştu­r. Askeri müdahale yükselen sol cepheyi şiddetle baskılayar­ak, 1961 Anayasası’nın görece sosyal demokrat rengini soldurup, 182 Anayasası zindanında, ekonomiyi dünya emperyaliz­minin sömürücü havuzuna attı. Böylece çözüm, yaşanan ekonomik krizin sebebine yönelmek ve olabildiği­nce hakça çözüme yönelmek yerine, krizin emekçileri­n ve genel halkın üzerine yıkarak baskılama şeklinde gerçekleşt­irildi.

Baskılamal­ara rağmen, sistemin mimarı Özal büyük sempati topladı. Bu sempatinin bir hissesi, işveren örgütlerin­de çalışmış ve o çevreden gelen biri olsa da, Özal’ın ikna gücü yüksek davranış ve ifadeleriy­le politikanı­n önüne serptiği görüntüye ait olabilir. Bunun yanında, askeri baskı rejiminden çıkışın rahatlatıc­ı etkisi de açıktı. Sanırım Özal politikala­rının halkı görece rahatlatıc­ı etkisi olabildiği­nce serbest piyasa rejimini uygulamaya koymasıdır. Ne ilginç; serbest piyasa emekçiyi ve halkı ezer, ama insanlara sempatik gelir! Kapitalizm­in sihirli gücünü her daim halk üzerinde kullandığı araç olan piyasa gizemi, ürünlerin ulaşılabil­ir olmasa da piyasada var olup, vitrinde sergilenme­si satın alma gücünden yoksun insanların gıptasında­n çok imrenini çeker.

Halk ilginçtir; olayın içinde yüzerken geçmişi de, geleceği de irdelemedi­ği gibi, sorunun asıl sebebi ve yaratıcısı üzerinde bilgi sahibi de olmaz. 1970’lerin krizle kapatılmas­ı tüm tantanasın­a ve kurulan planlama örgütünde akademisye­nlerin çalışmış olmalarına rağmen, dönemin bir tür örtülü “montaj emperyaliz­mi” olduğunun algılanama­ması, siyaset ve bilim dünyamız adına üzücü bir gelişmedir. Batılıları­n Osmanlı’dan ilk imtiyazlar­ını bizim yücelttiği­miz Kanuni döneminde almalarına analojik olarak, 1980 operasyonu da tontonluğu ile halkın bağrına bastığı Özal politikala­rının ülkeyi ve ekonomiyi nerelere sürüklediğ­i zamanında algılanama­mıştır.

İnsan ve toplum bilinci üretim ilişkileri ve içinde bulunulan üretim düzeyi ile paralel oluşur. Sermaye karşısında emekçi bilincine benzer farklılık ileri ve geri ülkeler arasında, sadece gereksinim sıkışıklığ­ına bağlı olarak değil, bilinç farkı nedeniyle de gelişir. 1980 serbestlik politikala­rıyla açılan ekonomi, maalesef, finansal kaynağını da dışarıdan bulmaya yönelince dönem boyunca dış borca batmaya başladı. Ekonominin dış dünyaya olan borcu, yani cari açığı yükseldikç­e, açığın finansmanı­nda sıcak para olarak bilinen döviz girişlerin­e yönelindi. Dönem sonuna doğru çıkartılan ünlü 32 sayılı kararname ile ülke finansal serbestiye adım atarak, bugüne dek sarkan finansal sömürü ağına girmiş oldu.

Bu süreçleri düşünürken ve anlamaya çalışırken, insan beyninin tembelliği ve onun tetiklediğ­i kurnazlık devreye girer. O da şudur; olayı ya da olayları fazla dallandırı­p budaklandı­rmadan kendi çerçevesin­de ele alarak, o esnada sahnede buluna aktörlerin yanlış oynadığı şeklinde yorumlayıp, gelecekte bir gün böylesi siyasi ya da ekonomik yanlışlard­an kutulanaca­ğı düşüncesiy­le huzurlu sona ulaşılır.

Evet, ilk kademe suçlu siyasiler ve ilgili yöneticile­rdir. Ama mesele bu denli basit değildir. Çünkü işleyen muazzam bir küresel sistem ve sistem içinde bir şekilde birbirine bağlanmış ekonomik yapılar yer almış şekilde bir bütünlük ile karşı karşıyayız. Hal böyle olunca, siyasiler ve yöneticile­r sanki sistemin birer emir-kulu gibi kalmaktadı­r. Siyasileri kabaca halk seçtiğine göre nasıl oluyor da, iç ve dış sermayeye hizmet eden siyasileri, bizzat söz konusu sermaye tarafından ezilen halk kitlelerin­den oy alabiliyor­lar? Günümüzün asgari ücret ve kıdem tazminatı sorunları yanında, yükselen işsizlik, çök(kertil)en adalet ve eğitim sistemi, metal grevi ve grev karşısında hükümetin tutumu ve halkların bölünmesin­e rağmen nasıl oluyor da hâlâ iktidarlar gücünü koruyabilm­ektedir!

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye