HALKEVLERİ ÖDÜLÜ
BUGÜNE kadar mülteciler/göçmenler üzerine birçok haber yaptım, yazılar yazdım. Konuya dair üç yayımlanmış kitabım var. Son bir yıldır da buradan, “Turuncu/siyah” köşesinden göç sorununu, mültecileri ve göçmen işçileri anlatmaya gayret ediyorum. Elbette yapacak daha çok şey var.
Olumlu tepkiler aldığım kadar olumsuz tepkilerle de karşılaştım. İşte onlardan birkaçı:
Bana diyorlar ki, “Sen Suriyeli misin, neden hep Suriyelileri yazıyorsun?”
Suriyeli değilim. Suriyeli mültecileri ya da diğer göçmenleri yazmak için neden ille de Suriyeli olmak gereksin? Dünyada mülteci nüfus 70 milyona, göçmen nüfus 260 milyona ulaşmışsa bu konuya eğilmek neden tuhaf olsun? Türkiye’de göçmen/mülteci nüfus 5 milyona dayanmışsa bu konuyu yazmak, araştırmak neden garip olsun?
Bana diyorlar ki, “Pis Arap Bedevi sevici…”
Ne Araplar pis ne de Bedeviler. Ve üstelik ben, gerçekten, her iki kadim halkı da seviyorum. Sadece onları mı? Türkleri de seviyorum Kürtleri de. Keldanileri de seviyorum Ezidileri de. Uzak Asya, Avrupa haklarını da seviyorum Afrikalıları, Latinleri de. Özcesi dünya hakları arasında ayrım yapmıyorum. Hangi halk eziliyor ya da ayrımcılığa uğruyorsa onun yanında yer alıyorum. Halkların kardeşliğine inanıyorum.
Bana diyorlar ki, “Bu kadar çok Suriyeli işçileri yazacağına Türk işçisini de yazsaydın!”
Sadece Suriyeli işçileri değil,
Afganistanlı, Pakistanlı, Özbekistanlı, Türkmenistanlı, Gambiyalı vb. işçileri de yazıyorum, anlatıyorum. Kime anlatıyorum? Türkiye işçi sınıfına, emekçi halkımıza, aydınlarımıza. Neden mi? Çünkü sermaye göçmen ve mülteci işçileri işçi sınıfını bölmek, baskılamak için kullanıyor. Çıkış yolu olarak ise yerli, yabancı demeden işçi sınıfının enternasyonal birliğine ve mücadelesine inanıyorum.
Bana diyorlar ki, “Türkiye’ye sığınan Suriyeliler yasal olarak mülteci değil, mülteci demek ısrarından ne zaman vazgeçeceksin?”
Yasalar tarih boyunca hep sınıf mücadelesinin içinde yazıldı, bozuldu. Yasaları güç ilişkileri belirledi. Uluslararası temel bir hak olan mülteci statüsünün bugün yok sayılıyor olması, onun dünya üzerindeki meşruluğunu ortadan kaldırmaz, kaldıramaz. İnsan haklarıyla insandır, mülteciler haklarıyla mültecidir. Bu yüzden statüsü çalınmış mültecilere “mülteci” demeye devam edeceğim.
Bu “Bana diyorlar ki” muhabbeti böyle akar giderken Halkevleri beni “Hakikatin Peşinde Koşanlar” ödülüne layık gördü. Onurlandım. “Bana diyorlar ki” diye andığım insanlara dirhem kızmadan, mülteci hakikatini yazmaya, anlatmaya devam edeceğim.
Ödülümü karlar altında cansız yatan donmuş mültecilere ve iş cinayetlerinde kucak kucağa ölen yerli/göçmen işçilere adıyorum.
Ayrıca 2020 Hakikatin Peşinde Ödülü’nü Nazım Dikbaş gibi bir Barış Akademisyeninin elinden almak ayrı bir onur benim için.
Halkevlerine teşekkür ediyor, 88’inci yılını bu vesileyle bir kez daha kutluyorum.