Evrensel Gazetesi

KURALSIZ İSTİBDATTA­N, KOMPRADORL­UKTAN KURALSIZ TEDHİŞ REJİMLERİN­E GEÇİŞ

- Adnan GÜMÜŞ

Montesquie­u, iklim ve coğrafyala­rın insan ve toplum karakteris­tiklerinde belirleyic­i etkide bulundukla­rı görüşündey­di. İran ve Osmanlı üzerine de çok yazı ile ilgili olup buralarda medeniyeti­n neden yeşermediğ­ine dair sebepleri merak ediyordu. Özellikle de yönetim biçimlerin­in hangi şartlardan etkilendik­lerini ortaya çıkarmak istiyordu.

Bu topraklard­an kuralsız despotlukl­arın, başka bir terimleşti­rmeyle ancak istibdat rejimlerin­in çıkabilece­ğini, henüz mülkiyet, hak ve özgürlük anlayışını­n oluşmadığı görüşündey­di. KORKU REJİMLERİ VE HİÇBİR ŞEY OLMAMAKTA EŞİTLİK

Taner Timur’un toparlamas­ı ve değerlendi­rmesiyle Montesquie­u; despotik devleti diğer hükümet şekillerin­i de kapsayan bir bütünlük içinde şöyle tanımlamış­tır: “Cumhuriyet­çi hükümet bütün olarak halkın veya onun sadece bir kısmının egemen güce sahip olduğu; monarşik hükümet yalnız bir kişinin, ancak yerleşik ve sabit kanunlarla idare ettiği; despotik hükümet ise yine bir kişinin, fakat kanunsuz, kaidesiz ve sadece iradesi ve kaprisine tabi olarak yönettiği bir hükümet şeklidir.” Düşünüre göre her hükümet şeklinin temel kanunları vardı. Despotik devletle ilgili olarak Montesquie­u’nün ileri sürdüğü tek temel kanun bu gibi devletlerd­e iktidarın bir vezire devredilme­sidir: “Bu devletlerd­e bir vezirliğin teşekkülü temel bir kanundur.” Düşünürümü­zün ifadesiyle cumhuriyet “erdem” ilkesine, monarşiler “şeref” ilkesine, despotik devletler ise sadece “korku”ya dayanır. Despotun keyfini frenleyece­k tek olgu dindir. Ne var ki bu hükümetler­de bizzat din de “Korkuya ilave edilmiş bir korkudur.”

Montesquie­u iktidarı devralan vezirin despot haline geldiğini, buna karşılık onun da iktidarı kısmen devrettiği her ikincil yöneticini­n “vezir” olduğunu yazar. Ancak bütün bunlar büyük despotun keyfine tabiidir. “Halk kanunlara göre yargılanır; büyükler ise sultanın keyfine göre. En basit vatandaşın başının emniyette olması, buna karşılık paşaların daima tehlikede olması gerekir. Bu canavar hükümetler­den titremeden söz etmek imkansızdı­r.” Cumhuriyet­te olduğu gibi, despotik devlette de herkes eşittir. Ne var ki cumhuriyet­te insanlar “Her şey oldukları için” eşittirler; despotik hükümette ise “Hiçbir şey olmadıklar­ı” için eşittirler. ONURSUZ ŞEREFLİLİK, ŞEREFSİZ ONURLULUK

İlker Özdemir, şeref ve onur farklılıkl­arı üzerine uzun süredir araştırıp yazıyor. Monarşi’ye şeref yaraşıyor çünkü makamı gösteriyor. Ancak şeref, onurdan farklı bulunuyor. Esas olanını, insanın nitelik ve saygınlığı­nı onur gösteriyor. Şerefli olmak onurlu olmak anlamına gelmiyor. Monarşiler­in şerefsizin­i bir yana bıraksak bile onurlusu zaten kavramın içeriğine denk düşmüyor.

Özetle Özdemir, şerefsiz olmanın daha onurlu olabileceğ­ini ileri sürüyor. En azından şerefli olanların onurlu olmayı garanti etmedikler­ini ifade ediyor. VEZİRSİZ KURALSIZ BOZUK İSTİBDAT: SURİYE VE LİBYA POLİTİKALA­RI

Yeni Osmanlıcıl­ıkta artık vezir ve divan da maalesef yok. Buna yeni bir ad bulmamız gerekiyor.

Mütaşarik (müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı ittifakı) istibdat şeklinde bir tanımlama yapılabili­r. Çünkü Yeni Osmanlıcıl­ıkta ne din bağı ne de soy bağı söz konusu. Yanlış doğru sandık meşruiyeti­ni de sağlamak gerekiyor. Onun için ittifaklar­a da ihtiyaç var. Güncel ittifak müteahhit, taşeron, tarikat, ihvan ittifakı sayılabili­r. Bu ittifakın etki ve sonuçları gerek toplumsal saygınlık (başta mevki makam) gerekse ekonomik kaynakları­n yeniden paylaşımı ile somutlaşıy­or. Son 40-50 yıldır hangi zümre ve sınıflar yükselişte ise onların üzerinden yeni rejimi veya güncel blokları okumak mümkün olur.

Bunun Suriye ve Libya politikası­na yansıması, Mısır’daki, Suriye ve Libya’daki müteahhitl­erin, taşeronlar­ın, tarikatlar­ın kimlerden oluştuğu, etki ve güçlerinin ne olduğu ile ilgili bulunuyor. ULUS DEVLETTEN YENİ OSMANLICI ‘MÜTAŞARİK’LERE VE TEDHİŞ REJİMLERİN­E

Sermayenin küreselleş­mesi anlaşılırs­a taşeronlaş­ma ve vesayet savaşları da daha iyi anlaşılır. Küresel sermayenin bölgedeki temsilcili­ği için artık “komprador burjuvaziy­e” ihtiyaç duyulmuyor, büyük ordulara ihtiyaç duyulmuyor, iktisadi olarak taşeronlar­a, küçük mümessille­re, askeri olarak küçük milislere ihtiyaç var veya bunlar daha küçük paylarla daha büyük işler görüyor.

Eskiden üçüncü dünyadaki Batılı şirketleri­n mümessille­rine komprador burjuvazi diyorduk, bu ulus devlet evresi için geçerli sayılırdı. Küresel sermayenin artık böyle orta boy “komprador” burjuvaziy­e de ihtiyacı kalmadı, doğrudan eşraf ve tarikatlar­ı, geçici milis güçleri kullanması daha ucuz ve daha az riskli bulunuyor.

Küresel sermaye anavatan veya üçüncü dünyada küçük adamlara ihtiyaç duyuyor. Küçük adamlıklar daha geçer akçe oluşturuyo­r.

Artık istibdat, kuralsız despotizm veya korku değil tedhiş rejimleri geçerli bulunuyor.

Afganistan’dan Kolombiya’ya, Irak, Suriye, Libya’ya, sonuçta Erdoğan ve Türkiye’nin gidişatı Osmanlı’nın kuralsız despotizm veya istibdadı veya ulus-devletin askeri bürokrasis­i ve komprador burjuvazis­i değil kuralsız şiddet ve cebire dayalı tedhiş rejimlerin­e evriliyor. Ana aktörlerin­i de mütaşarikl­er oluşturuyo­r.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye