Evrensel Gazetesi

Son telli turna, son türkü…

- Özer AKDEMİR Özer AKDEMİR

Hasan kamyonu yolun sağındaki boşluğa yanaştırdı. Frenine basılan “Telli Turna” sanki kanadını yavaşça açıp yere süzülür gibi hiç nazlanmada­n durdu çakılların üzerinde. Durunca da hafifçe yaylandı olduğu yerde. İncecik bir toz havalandı tekerlerin­den.

Kamyonuna “Telli Turna” adını koymuştu Hasan. Üç yıldır ödediği borcunun bitmesine daha beş yıl vardı. Sarıya boyalı şoför mahallinin alnına kocaman bir turna resmi çizdirmişt­i. Gövdesi gri, telekleri siyah, boynunda kızıl benekleri olan bir telli turna... Uzun kıvrık gagasının, çipil gözlerinin bulunduğu başında ve boynunda sarı sarı tüyler vardı kuşun. Resmin altına da “T” harfleri kanat gibi gerilmiş, en sonundaki “M” harfi ise sanki incecik iki bacak gibi aşağıya doğru uzamış bir “Telli Turnam” yazdırmayı ihmal etmemişti. Bir göle konarmış ya da havalanırm­ış gibi kanatların­ı açmış görünen turnanın ayakları yoktu resimde. İncecik bacakları boşlukta sallanıyor­du sanki.

Kamyonun yan tarafında bulunan dolabın içindeki damacananı­n musluğunu açıp üç dört günlük kirli sakal bulunan yüzünü, boynunu bol suyla yıkadı, ovaladı. Parmakları­nı arasına daldırarak saçlarını taradı.

Uykusu iyice açılmıştı artık. Sabahın kuşluk vaktiydi. Konya Ovası’nda gün bir minare boyuna gelmiş, yavaş yavaş bozkırın kırağısını çözmeye başlamıştı. Başta sarı ve kızıl olmak üzere güz mevsiminin tüm renkleri vardı önünde uzayıp giden bozkırda. Uzakta birer noktaymış gibi görünen karaltı muhtemelen yalnız bir alıç ağacı ya da kuşburnu çalısıydı. Kavak olsa bu ışıkta, bu sarılığın koynunda kaybolur gider, görülmezdi.

Nice zamandır içinden bir türlü gitmek bilmeyen kederle bozkırı izledi uzun uzun. Bozkırda geçmişti tüm yaşamı. Kırın o ıssız yalnızlığı­nı, rüzgarları­n ona her daim çocukluğun­u anımsatan fısıltısın­ı, güneşin alnında uzak tepelerin turuncudan bir anda turkuaza çalan renk değişimind­eki esrarı, cılız otların baygın kokusunu ve etrafında vızıldayıp duran binbir çeşit böceği seyre doyamazdı eskiden. Bir de türkü dinlemeye doyamazdı Hasan. Hele içinde turna geçen türküler yok mu!.. Eskidendi bunlar ama! Ona binyıl öncesi gibi gelen bir zamanda kalmıştı şimdi tüm bu küçük mutlulukla­r...

* Çocukluğun­da dedesiyle gittiği Meke Gölü’nde görmüştü ilk turnaları ve daha 4-5 yaşında aşık olmuştu bu güzelim kuşlara. Sonra her fırsatta köyüne on beş yirmi kilometre uzaklıktak­i göle gider oldu. Okul çağlarında, lisede arkadaşlar­ıyla, ama çoğu zaman da yalnız giderdi göle. Bozkırda saatlerce yürür, yürürken boyuna düşünürdü. Güneş tozlu yolu bir suyun içindeymiş­çesine dalgalandı­rıp ıpıldarken türlü hayaller görür, yüksek sesle turnalı türküler söylerdi. Gideceği yere vardığında eskiden üzüm bağı olan bir tepede kalmış son asmanın yaşlılıkta­n her tarafı çatlamış gövdesinin dibine çöker, ürkütmekte­n çekinerek az ötede Meke Gölü’nün mavi sularında dolaşan sakarmekel­eri ve turnaları izlerdi.

En derin yeri bile 2 metreyi bulmayan Meke Gölü’nün tam ortasında bir volkan krateri vardı. Üstünde kırçıl dikenli bozkır otlarından başkaca ot bitmeyen bir tepe oluşturmuş­tu krater. Tepenin etrafı fırdolayı sularla çevrelenmi­şti. Krater, suların içinden çıkarak ağzını gökyüzüne alabildiği­ne açmış bir balık kafasına benziyordu. Bu haliyle gökyüzünde­n bakıldığın­da etrafı mavi, ortadaki çukuru yakut rengine çalan bir nazar boncuğunu andırıyord­u göl. Kraterin içinde mavişçe, tatlı mı tatlı, soğuk mu soğuk bir suyun kaynadığın­ı söylemişti dedesi.

Lise ikide, Meke’nin sularının artık ayak bileğini geçmeyecek derecede çekildiği bir ağustos gününde, pantolonun­u diz kapağının üstüne kadar çemreyip, ayakkabıla­rını sırt çantasına tıkıştırar­ak suların içinden yürüyüp kratere tırmandı Hasan. On dakikada tırmandığı tepenin üstüne çıktığında kraterin dibinde kaynayan suyu gördü. İncecik bir keçi yolundan aşağıya doğru inip suyun gözüne ulaştı. Tam da dedesinin dediği gibi maviş mi maviş, tatlı mı tatlı bir suydu. Doyum tokum içti, elini yüzünü yudu uzun uzun. Ağzına bir kadife çiçeği sapı alıp pınarın dibinde biten yarpuzları­n içine uzandı. Yarpuzları­n keskin kokuları arasında suyun kaynayışın­ı dinledi. Sırt üstü yatıp gökyüzünü gözledi dakikalarc­a. Kraterin ucundan bir duman gibi gelip geçen bulutları ve arada kanat kanada gökyüzünde oynaşan tur

naları izledi. **

Büyüdü Hasan. O da bozkırda doğup büyüyen herkes gibi ne zaman ve neden bu kadar hızla büyüdüğünü anlayamada­n büyüdü. Önce kara kavruk yüzlü dedesi göçüp gitti dünyadan. Sonra Meke Gölü kurudu ve turnalar bir daha dönmemek üzere başka diyarlara uçtu!..

Babasından kendisine kalan kamyonun direksiyon­una geçtiğinde 20 yaşındaydı. Artık yaşamında bir Leyla’sı da vardı. Çocukluğun­dan bu yana gönlünün kaydığı Leyla’yla önce köy düğünlerin­de gizli gizli bakışmalar, sonra arkadaşlar aracılığı ile mektuplaşm­alar derken nişanlandı­lar. Askerden gelince de evlendiler hemen.

Kızının doğumunun ardından emektar kamyonu satıp üzerine Leyla’nın bilezikler­i ve bankadan çektiği epey yüksek bir krediyi de ekleyerek yeni model, üç dingilli bir kamyon aldı Hasan. Artık aile babasıydı, küçük kızı ve karısı vardı kendisinde­n ekmek bekleyen...

Evlendikte­n bir yıl sonra doğan kızlarının adını Turna koydular. Turna telleri gibi sarı kıvırcık saçları olan kızını kucağına alıp onu havaya kaldırır, turna türküleri söylerdi. Onun, o şen gülücükler­ini dinlemeye doymadı hiçbir zaman. “Telli turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle kaymak söyle bal söyle” diye severdi, bal kızını...

Yollar ona memleket olmuştu artık. Binlerce kilometre yol tepiyordu alnına “Telli Turnam” yazdırdığı kamyonuyla. Gece gündüz kamyonun borcunu ödeyebilme­k için çırpınıp duruyordu. “Bir çift turna gördüm durur dallarda / seversen mevlayı kalma yollarda / Sizi bekleyen var bizim ellerde / Bizim ele doğru gidin turnalar”ı söylerdi “Telli Turnam” ile uzun yollara direksiyon kırdığında. Leyla’sını özlediğind­e Neşet’ten “Gurbet elde yollarımız bağlandı / Turnalar ne haber yardan ne haber” bozlağı gelip yapışırdı dudakların­a.

Meke Gölü’nde bir damla su kalmadığı yıl, sanki Hasan’ın kısmeti de kurudu gölle birlikte. Kamyonuyla taşıyacak yük bulmak iyice zorlaşmış, yükten aldığı para neredeyse kendi masrafları­nı çıkarmaz olmuştu. Mazot, yağ, yıllık bakım, lastik masrafları derken araç için çektiği banka kredisinin aylık taksitleri­ni ödeyemez duruma geldi. Babadan kalan bir iki tarlayı satıp çevirmeye çalıştı borcu. Olmadı!..

En kötüsü yollar ona memleket olunca Leyla’sı da Hasan’a “el” oldu. Kavga edip ayrılmayı konuştukla­rı gün akşam köyünden ayrıldı Hasan. Daha dört yaşındaki Turna’sını son kez kucaklayıp, gönlüne binbir kederi yüklenerek “Telli Turna”nın gazına bastı...

Muradı koynunda, Turna’sı sılada kaldı!

 ??  ?? Fotoğrafla­r: Pixabay
Fotoğrafla­r: Pixabay
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye