POLITIKANıN TEKRAR TARTıŞıLıR HALE GETIRILMESI LAZıM
İdlib’de hava saldırısında yaşanan asker kayıplarının ardından Suriye’de taraflar arasında gerilim sürerken, gelinen sürece dair konuştuğumuz Siyaset Bilimci Sinan Birdal, Erdoğan ve hükümetinin politikayı tartıştırmadığına dikkat çekti. Demokrasi güçlerinin baskılara rağmen barışı her koşulda savunmaları gerektiğini ifade eden Birdal, “Kapalı oturum, tartışma kültürüne karşı çıkmaktır. Gizlilik mutlak iktidarın en önemli aracı ve semptomudur. Zaten tartışılamayan, eleştirilemeyen bir noktaya geldik. Öncellikle her politikanın tekrar tartışılır hale getirilmesi lazım” dedi.
Akp’nin şu ana kadarki Suriye politikasını özetleyecek olursanız neler söylersiniz?
AKP ve Erdoğan’ın Suriye politikası dönem içerisinde değişti. NATo’nun Libya müdahalesi ertesindeydi ilk değişiklik. O zaman hükümet toptan bir rejim değişimi gerçekleştirmek istiyordu. Sokağa çıkmış kitleler vasıtasıyla Esad Hükümeti’ni devirecek, Müslüman Kardeşler’in güdümünde, Türkiye’nin hamiliğinde bir hükümet kurulacaktı. İlk plan buydu. Suriye’deki ayaklanmalar iç savaşa ve diğer bölge ülkelerinin dahil olduğu vekil savaşına dönüşünce bu plan değiştirildi. Bir süre Esad’ı devirme hedefine devam ederken hükümet vekil savaşında bir yer edinmeye çalıştı. Bu sırada beklenmedik bir şekilde, Şam’ın kontrolünün ortadan kalmasıyla beraber Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlerin özerk bir kanton yönetimini oluşturması gerçekleşti. Bu, Türkiye’nin Suriye’deki önceliklerini değiştirdi. Aynı dönemde, Türkiye’de hükümet PKK ile bir çözüm süreci yürütmekteydi. Suriye’deki bu gelişmeler çözüm sürecindeki dengeleri de değiştirdi. Baktılar ki masadaki denge Pkk’nin lehine doğru değişiyor, o zaman sahadaki bu dengeyi değiştirip tekrardan masaya otururuz düşüncesiyle, masa devrildi. Sonrasında Suriye’de askeri olarak müdahil olmak için fırsat kollamaya başladı.
Erdoğan ve Hükümetinin ABD ve Rusya olan ilişkileri nasıl bir seyir izledi?
ABD’DE Demokratlar’ın şahin kanadı sürekli Suriye’de Obama’yı zorluyordu. Obama kimyasal silah kullanımı konusunda kırmızı çizgi çizmişti. Guta’da saldırı oldu. Bu sefer hükümet Obama’nın oraya müdahale edeceğini düşündü ama sonuçta Obama buna direndi. O dönem ağırlıklı olarak ABD’YE dayanan bir süreç var. CIA ile beraber MİT’IN Şam’a karşı savaşanları içlerindeki cihatçıları ayıklamak için kontrolden geçirme ve eğitme ve buradan alternatif bir Suriye ordusu yaratma programı vardı. Cia’nin kendi raporlarına göre akıtılan onca kaynağa rağmen hiç işlememiş, Pentagon’un hiçbir şekilde memnun olmadığı, Cia’nin amacına ulaşamadığı bir program oldu. Obama’dan sonra Hillary Clinton’ın iktidara gelebileceği bir hesap yapılıyordu. Eğer Clinton iktidara gelseydi şahin bir Rusya ve İran politikası izleyecekti. Suriye’ye de müdahale edecekti, Libya’da olduğu gibi.
Önemli bir taraf da Kürt meselesi. Kürt meselesinde ABD bu çözüm sürecini destekliyordu ama Abd’nin Irak, Kosova, Bosna’da ve Libya’da olduğu gibi Suriye’ye müdahale etmeyip de buralarda esas olarak Kürtlere dayanmaya başlaması normalde belki de giderilebilecek, konuşulabilecek pazarlığı yapılabilecek politika beklentilerinin acilen yeniden değerlendirmesini zorunlu kıldı hükümet açısından.
KÜRTLERİN ANAYASAL UZLAŞMA SEÇENEĞİ….
Peki Hükümet buna mecbur muydu? Bence değildi. Başından beri söylediğim şey şuydu; o dönem Ahmet Davutloğu’nun iddia ettiği, ‘kendi güvenliğimizi sınır ötesinde sağlarız’ tezinin her zaman yanlış ve riskliydi. Bugün de zaten aynı tartışmayı yapıyoruz.
Hükümet, ‘güvenlikçi’ bir politika izledi demek bana doğru gelmiyor. Burada ‘güvenlik’ kavramına haksızlık edildiğini düşünüyorum. Çünkü güvenlik silahla, tankla, topla, şiddetle ve bu araçlarla sağlanabilen bir şey değil. Tersine toplamda bu araçlar güvenlik denen şeyi ortadan kaldırıyor. Benim iddiam basit, Türkiye’nin hem anayasal hem de yasal ve siyasal menüsünde bulunan bir politik seçenekten bahsediyorum. O da nedir? Kürtlerle içeride anayasal bir uzlaşma. 1921 Teşkilat’ı Esasiye Kanunu’ndayani bu cumhuriyetin kuruluşuna vesile olan Anayasa’da – tanımlanmış olan muhtariyet veya özerklik meselesi. İş buna geliyor. O döneme bakarsanız, 1921’de de Suriye’de Fransızlara ve Irak’ta İngilizlere karşı direniş örgütlenmesi Kürtler vasıtasıyla oldu. Şu dendi, biz burada beraber hareket edeceğiz, karşılığında da size bir muhtariyet tanıyacağız. 1924’teki Anayasa ile bu kaldırıldı. 1925’te de Şeyh Sait İsyanını görüyoruz. Buradan baktığımızda, ne ortaya çıkıyor? Bu o kadar çok söylendi ki, Türkiye’nin Kürt politikası olmadan Ortadoğu’da etkili olabilmesi mümkün değil, Suriye veya Irak’ta. Hükümet de bunu gayet iyi biliyor. Özal da bu araca yöneldi. ‘Federasyon tartışabiliriz’ dedi vs. Erdoğan’ın döneminde özellikle Davutoğlu vasıtasıyla yöneldi.
‘İDLİB’DEKİ SALDIRININ KİMSE İÇİN SÜRPRİZ OLMADI’
İdlib’deki hava saldırısının ABD, Rusya, Türkiye ilişkilerine ve bölgeye olası yansıması açısından neler söylersiniz?
Kimse şaşırmadı ki! Dış basına baktığınız zaman İdlib’deki saldırının kimse için sürpriz olmadığını görüyorsunuz. Bir süreden beri bu gerilimin tırmandığı, dolayısıyla beklendiğini söyleyenler var. Hadise büyük bir panik ve sürpriz yaratmadı. NATO’NUN ve Avrupa Birliği’nin verdiği tepkilere