Sürekli nefret ve savaş söylemleri insanları bu noktaya getirdi
oğunuz gibi gece asker ölümleri haberini aldığımızda internet yavaşlamıştı. Sabah hâlâ sosyal medyada haber akışının olmadığını gördük.
Üzüntü ve karamsarlıkla güne başladık; işyerine gidip, personel odasına girdiğimde çocukların okulunun bursluluk sınavı ile ilgili konuşuluyordu kaygılı kaygılı. Aslında arkadaşlarımın da benim de aynı duygular içinde olduğunu biliyordum.
“En son 33’te kaldık...” Adet... Kaç adet? Ne korkunç sözler...
“Bursluluk sınavını ne yapacaksın bacım oğulların var bak yine kaç tane canımızı kaybettik” dedim. Evet, bu başlangıç arkadaşlarımın duygularını, tepkilerini ifade etmesi için bir sebep oldu. Çok üzüldüklerini söylediler, lanet ettiler, “Haber de alınamıyor” dediler. Bir de “33’ten de fazladır ölen sayısı” dediler. “Şehit olmak çok değerli madem, kendi gitsin o mertebeye”, “Bir de kendi çocukları şehit olsun da vatan sağ olsun desinler” dediler. Yıllardır bu acıya boyun eğmek istemeyen insanların klasik cümlelerini kurduk. Hep beraber internetten bir televizyon canlı haberini açıp dinledik, ama yeni bilgi olmadığını gördük yine. Ne var ki ilerleyen saatlerde mültecilere sınırların açıldığı haberi geldi ve savaşa ilişkin sabah konuştuğumuz, yasını tuttuğumuz, çocuklarımız dediğimiz, kendi Mehmetçiklerimizden sonra; mültecilerin çocukları, kendileri, onların kadınları erkekleri ya da bebekleri, çok önemsizdi...
Demek onlar Avrupa’ya kaçacaktı, ama bizim çocuklarımız İdlib’de can verecekti?
İnsanları bu ikilem içine sokmak çok da zor olmadı egemenler için. Bir yandan, ekonomik kriz diğer yandan “Onlar yüzünden bizim işsizliğimiz artıyor” politikaları, öbür yandan yabancı düşmanlığının körüklenmesi, mezhepçilik, ırkçılık, milliyetçilik politikaları, sürekli nefret ve savaş söylemleri insanları bu noktaya getirdi.
Ne mi olacak? Ne zaman ki hem ülkemizde hem dünyada barış deyip; savaş politikalarına karşı çıkarsak o zaman insanlığımızı alacağız. Başka yolu yok.