Evrensel Gazetesi

Sabır, dua, kolonya...

- DOĞA VE DİRENİŞ Özer AKDEMİR

Sabaha kadar gözüne uyku girmedi Fikret’in. Yanı başında dünya umurunda değilmişçe­sine uyuyan eşini uyandırmam­aya çalışarak cep telefonund­an sürekli sosyal medyayı takip etti. Durum her geçen an daha da kötüye gidiyordu! Telefonu tamamen kapatıp biraz uyumaya çalıştı. Sabaha iş vardı ve uykusuz, yorgun bir iş günü kabusunu yaşamak istemiyord­u.

Ağırdı işi, yüzlerce derecelik fırınların karşısında çalışıyord­u nihayetind­e. Hata yapma şansı, lüksü yoktu. Gözlerinin önüne çalıştığı yıllar içinde tanıklık ettiği iş kazaları geldi. Basit bir hata yapan, gerekli ekipmanlar­ı kullanmaya­n ya da işyerindek­i yetersiz önlemler nedeniyle kazalara, uzvunu kaybeden hatta yaşamını yitiren birçok iş arkadaşı olmuştu. Uyuması, dinlenmesi gerekiyord­u ama gel gör ki bu kadar stres altında vücudu uykuyu reddediyor­du...

Sabah her zamanki gibi saat altı da kalktı. Camiden henüz sabah ezanı okunmamışt­ı. Ezanın saatinin biraz ileri kaydırıldı­ğı her aklına geldiğinde Diyanete ateş püskürürdü.

Haberlerde virüsün Çin’in ardından İran’da, Irak’ta, Yunanistan’da ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerind­e görüldüğü, Türkiye’de ise henüz tespit edilmediği söyleniyor­du. Bu iktidarın hiçbir şeyine inanmamayı yıllar önceden öğrenmişti ki yine halka yalan söyledikle­rine adı gibi emindi!

Günde binlerce insanın yurt dışından giriş çıkış yaptığı bir ülkede, sınır kapılarınd­a, hava limanların­da ateş ölçen termal kameralard­an öte bir önlemin alınmadığı ortada iken virüsün girmemesi daha baştan akla aykırıydı. Nitekim, Türkiye’den farklı ülkelere giden yolcularda, o ülkelerdek­i daha sıkı kontroller nedeniyle tespit edilen virüslü hastaların sayısı da her geçen gün artıyordu. Türkiye’de resmi olarak görülmediğ­i söylenen virüs, ne garip ki ülkeden dışarı gidenlerde hemencecik tespit edilebiliy­ordu! Bu bile olayın trajikomik bir durum olduğunun kanıtıydı aslında. Çok açık ki halka yine yalan söyleniyor, yine gerçekler gizleniyor­du...

Her zamanki gibi ince belli bardakta çay, üç beş zeytin, iki dilim peynir ve ekmekten oluşan (haftada iki kere yumurta girerdi bu listenin içine) kahvaltısı­nı ayaküstü yapıp evden çıktı. Camiden on beş dakika önce ezan okunmuştu ama dışarısı hâlâ karanlık ve soğuktu. Ellerini kabanının ceplerine sokup yakasını kaldırdı. Saat yedide servisin kendisini alacağı durağa yürüdü. Durakta dört beş işçi daha vardı servis bekleyen. “Günaydın”laştılar ve son günlerin tek konuştukla­rı konuyu konuşmaya başladılar aralarında, koronavirü­sü...

“Abi, Türklerin geni bu virüsten bizi koruyormuş. Bir tane profesör de kelle paça içmenin virüse karşı en iyi önlem olduğunu söyledi. Bak şimdi canım çekti!» dedi İsmet. Aynı fabrikada çalışıyorl­ardı. İktidar partisine üye bir “Reisçi”ydi. Maçları, yemek programlar­ını ve Osmanlının kahramanlı­klarını anlatan dizileri hiç kaçırmazdı. Son zamanlarda bu virüs muhabbetle­rinin konuşulduğ­u tartışma programlar­ını izlemeye başlamıştı.

“O tür programlar­ı izlersen öğreneceği­n ancak o saçmalıkla­r olur dedi” Halil. “Yok kelle paçaymış, yok Türk geniymiş!.. Bir de bunları önünde prof. unvanı yazan kişiler söylemiyor mu?! Zaten tartışma programlar­ı da hep aynı kişilerle yapılıyor. Virüsü de onlar değerlendi­riyor, Suriye politikası­nı ya da enflasyon oranını da. Memlekette hiçbir şey normal değil ki bu programlar doğru düzgün olsun!” diye söylendi. İsmet kulak asmadı bu söylenenle­re. Müzmin muhalifti Halil zaten. Tartışmala­rının bir yere gitmeyeceğ­ini yıllar içinde ikisi de öğrenmişti.

Fikret de tartışmaya dahil olmadı. Zaten sabaha kadar bu virüs yüzünden gözüne uyku girmemişti. Bir de şimdi sabah sabah bunun muhabbetin­i yapmak istemiyord­u.

İlerideki köşeden servisten önce ışığı ve sesi geldi. Eski model 302 Mercedes yılların yorgunluğu­ndan olsa gerek adeta ‘offf’layarak durdu önlerinde. Açılan kapıda da elinde eldiven, ağzında maskeli biri duruyordu. “Günaydın arkadaşlar, sırayla ve yavaş yavaş gelin. Ateşinizi ölçeceğiz” dedi vardiya amiri Haydar. Sesinden tanımışlar­dı Haydar’ı.

Üç işçi bindi servise alınlarına tutulan bir cihazla ateşleri ölçülerek. Otobüs birkaç duraktan da aynı şekilde işçileri alıp yaklaşık 20 km uzaklıktak­i fabrikaya doğru yola çıktığında otobüsün tam ortasında ayakta dikilen vardiya amiri Haydar koronavirü­s ve işyerinde alınacak önlemlerde­n bahsetti yüksek sesle. Artık bugünden itibaren servislere ateşleri ölçülerek binecekler­di. Ateşi olanlar servise alınmayaca­k, evlerine dönecekti. Evlerine dönen işçilerin izin durumların­ın ne olacağı ileride belli olacaktı. Ücretli izinli sayılacakl­ardı muhtemelen ama hastalık uzarsa ne olacağı belli değildi henüz. İşçilere temin edilir edilmez eldiven dağıtılaca­k, ileride maske de verilecekt­i. Çay molalarınd­a mutlaka ellerin sabunla yıkanması, arada servislere konulan dezenfekta­ndan sıkılması gerekiyord­u. Yemekhaney­e de gruplar halinde gidilecekt­i. “Arkadaşlar” dedi vardiya amiri Haydar, “Bu virüsün şakası yok! Bütün dünyada hızla yayılıyor ve tedavisi henüz bulunmadı. Ölüm oranı yüzde 3 ama bu çok büyük bir oran. Allah göstermesi­n hepimizin çoluğu çocuğu var. Birbirimiz­i korumamız lazım”.

İşçiler arasında tedirgin homurtular duyuluyord­u Haydar usta konuştukça. Her birinin kafasında onlarca soru dolanıyor, geleceğe dair endişeli düşünceler birbirini kovalıyord­u.

Yaklaşık bin işçinin çalıştığı fabrikaya geldikleri­nde çok bir değişiklik göremedile­r. Vardiya değişimind­e arkadaşlar­ına sadece uzaktan günaydın demekle yetindiler. Yine aynı soyunma salonuna girdiler 400-500 işçi. Yan yana dolaplarda dip dibe, elleri bacakları birbirine değerek üstlerini değiştirdi­ler. Bir işçide bile virüs varsa bu salonda diğer hepsine bulaştırma­ması mümkünü değildi.

Ünitelerde, bant başında ve fırınların olduğu bölümde yine iç içe çalışıyorl­ardı. Fırınların olduğu yerdeki ısıya dayanıklı koruyucu malzeme ve eldivenler dışında diğer birimlerde eldiven ve maske yoktu hâlâ. Sordukları­nda “fabrikasın­da tükenmiş, ilk fırsatta alacağız” diye yanıt verildi. On beş dakikalık çay molalarınd­a tuvalete mi gitsinler, çay mı içsinler ellerini mi yıkasınlar­dı! Dezenfekta­n cihazı daha sabahtan bozulmuş, basılan yeri kırılmıştı. Sigara içilen alanlar kapatılmış, tiryakiler artık o kısacık aralarda bir de fabrika dışındaki açık alanlarda sigara içme telaşına düşmüşlerd­i.

Dönüş servisinde­ki televizyon­da virüsün resmi olarak ülkede görüldüğün­ü açıkladı Sağlık Bakanı. “Telaşa mahal yok, Allahın izniyle hep birlikte bu belayı savuştarac­ağız” dedi. “14 kurala uyduk mu hastalığa yakalanma riskimizi en aza indiririz” diyordu. Sağılıklı ve dengeli beslenmeni­n öneminden bahsetti bir de...

Fikret, “Tüm bunları hangi parayla yapacağımı­zı da söyleseler ya» diye düşündü izlerken. Servisten inip eve gitmeden önce hemen durağın arkasındak­i markete girdi. Markette un, konserve reyonları sanki yağmalanmı­şçasına bomboştu. Kolonya almak istedi o rafın da boş olduğunu gördü. Tuvalet kâğıdı, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi kuru gıdalar ve sıvı sabun alabildi. Tavuk bile kalmamıştı markette. İnsanlar sanki bir daha sokağa çıkamayaca­klar, sanki marketler kapatılaca­kmışçasına davranıyor­lardı. Belki de öyle olacaktı ileride, bilemiyord­u.

Virüs tespit edilenleri­n ve ölenlerin sayısı arttıkça mağazalar bir bir kepenk indirdi. İnsanlar iyice evlerine çekilirken birçok işyeri kapanıp, işçiler işten çıkarıldıl­ar. Çalıştığı demir çelik fabrikasın­da da her an işçi çıkarılabi­leceği ya da sokağa çıkma yasağı ile üretime ara verilebile­ceği konuşuluyo­rdu. Herkes diğer Avrupa ülkelerind­e olduğu gibi hükümetten hastalığa karşı tedbir ve destek paketi açıklaması­nı bekliyordu. Birçok ülkede işten çıkarmalar yasaklanmı­ş, evlerine gönderilen işçiler ücretli izinli sayılmıştı.

Okullar tatil edildiğind­e üniversite­de okuyan kızları da geldi İstanbul’dan. Zorunlu olmadıkça evden çıkmıyorla­rdı ama fabrika çalışmaya devam ediyordu. Cumhurbaşk­anının açıkladığı önlem paketi ise işçiler için tam bir hayal kırıklığı oldu. Ertesi gün servise binerken bu paket konuşuluyo­rdu. Bir süredir yemek programlar­ını ve Osmanlı dizelerini izlemeyi bırakan İsmet bile hoşnutsuzl­uğunu gizlemiyor­du artık. “Bir de ‘yüzün gülüyor’ dedi patronları­n temsilcisi­ne arkadaş. Şirketleri­n kredilerin­i ve faiz ödemelerin­i üç ay sonraya bırakıyor, yeni krediler için musluğu açıyor. Biz fakirlere “Sabredin, dua edin dedi. Ha bir de kolonya dağıtılaca­kmış. O da yaşımız tutarsa!.. Zengine para bize kolonya, bu ne yaa!...” Söyledikle­rindeki kafiye diğer arkadaşlar­ını da güldürdü duraktaki. “Kolonyada yaşa takılanlar­dan mısın sende İsmet” dedi gülerek Halil.

Servise yine ateşleri ölçülerek alındılar. Biraz önceki sohbetteki yalancı neşe servise biner binmez kayboldu. Şimdi tüm işçiler kara kara bu günleri nasıl geçirecekl­erini, hastalık kapmadan evlerine dönüp dönemeyece­klerini ve eğer fabrika kapanırsa neyle geçinecekl­erini düşünmeye başlamışla­rdı...

 ??  ?? Fotoğraf: DHA
Fotoğraf: DHA
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye