İktidarın sınırlarını sermaye ile ilişkilenme tercihleri belirliyor
Küresel yeni tip koronavirüs (Covid-19) pandemisinden hayatını kaybedenlerin sayısı 16 bini aşarken, tüm dünya devletleri aynı zamanda krizin sosyo-ekonomik hayata etkileri karşısında büyük bir sınav veriyor. Ancak bu sınav milyonlarca kişin hayatına mal olacak düzeyde. Bu kriz karşısında devletlerin siyasal ve ekonomik sisteminin pozisyonu da masaya yatırılıyor. Kapitalist sistemler bu krizin altından kalkabilecek mi? Türkiye’de özellikle 1980 yılından sonra başlayan ve son 18 yıldır derinleşen sağlık sistemindeki piyasalaştırma modeli nasıl bir sınav verecek? Siyaset Bilimciler Ayşen Uysal ve Deniz Yıldırım gazetemize yaptığı değerlendirmede salgın karşısında devletlerin hangi sınıfı kurtarma peşinde olduğuna işaret ederek toplumsal eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin daha da derinleştiği bir süreçten geçildiğine dikkat çekti. .
YILDIRIM: SINIFSAL TERCİHLER ORTAYA KOYULDU
İktidarın bu virüs karşısındaki pozisyonunu konuştuğumuz Siyaset Bilimci ve Cumhuriyet gazetesi Yazarı Doç. Dr. Deniz Yıldırım Türkiye’de iktidarın, ekonomik açıdan sınırlı bir sermaye kesiminin önceliklerini sürdürmekle genel halk sağlığının temini gibi iki zor görevi aynı anda dengede tutmaya çalıştığını söyledi. Yıldırım, süregelen ekonomik tablonun, bu dengenin mevcut programla sürdürülmesini zorlaştırdığına dikkat çekti. Yıldırım, kriz karşısın da iktidarın “zorunlu olmadıkça sokağa çıkmayın” çağrısının da, sınıfsal tercihlerini ortaya koyduğunu gösterdi. Fabrikalarda, madenlerde, çağrı merkezlerinde toplu olarak çalışan; insanlara dikkat çeken Yıldırım “İktidarın sınırlarını; sermaye ile ilişkilenme tercihleri belirliyor şimdilik” değerlendirmesi yaptı.
Doç. Dr. Deniz Yıldırım’ın gazetemize yaptığı değerlendirme şu şekilde: İktidar açısından korona krizi, aynı anda iki dengeyi bir arada yürütme mücadelesine dönüşmüş durumda. Korona krizi başladığında ekonomi zaten kötü durumdaydı; çarklar yavaşlamış, işsizlik ve pahalılık halkın çoğunluğu tarafından daha fazla hissedilir hale gelmişti. Virüs kriziyle birlikte bu tablonun daha da kötüye gideceği artık aşikar. Dolayısıyla iktidar, ekonomik açıdan sınırlı bir sermaye kesiminin önceliklerini sürdürmekle genel halk sağlığının temini gibi iki zor görevi aynı anda dengede tutmaya çalışıyor. Ancak ekonomik tablo, bu dengenin mevcut programla sürdürülmesini zorlaştırıyor. İktidarın “zorunlu olmadıkça sokağa çıkmayın” çağrısı, sınıfsal tercihleri de hiç olmadığı kadar açığa vuruyor çünkü. Fabrikalarda, madenlerde, çağrı merkezlerinde toplu olarak çalışan; servislerde, toplu taşıma araçlarında virüs kapma riskiyle dışarıya çıkmaya mecbur bırakılan yüz binler var. İktidarın o çok meşhur zorlama gücünün de, sosyal kapasitesinin de sınırlarını; sermaye ile ilişkilenme tercihleri belirliyor şimdilik. Fakat ben bu iki dengeyi bir arada tutma eğiliminin kolay sürdürülemeyeceğini düşünüyorum. İktidarın tekçi, otoriter merkeziyetçi modeli bunu çözmek için hangi ekonomik araçlara sahip? Mesele burada düğümleniyor. Bu açıdan sadece siyasal rejimin karar süreçlerindeki otoriter niteliğini değil, sınıf karakterini de daha fazla konuşmak; karşısına da kamucu bir seçenek yaratmak gereken bir döneme doğru gidiyoruz. Demokrasi mücadelesiyle halkçı, kamucu bir ekonomi mücadelesi daha da iç içe yürütülmek zorunda şimdi.
NEOLİBERAL MODELİN BİR ACİL DURUM ÇÖZÜMÜ YOK
Genel olarak sağlığı gizli ya da açık piyasalaştırma girişimlerini başlatan tüm ülkeleri etkileyen; sağlık politikalarının kâr odaklı yürütülmesi halinde nasıl sonuçlarla karşı karşıya kalınabileceğini gösteren bir turnusol kağıdı ile karşı karşıyayız. Hekimlerin ve sağlık emekçilerinin güvenceli çalıştığı; nitelikli sağlık hizmetine erişimin yurttaşlık hakkı olarak kolayca sağlandığı; yeterli düzeyde uzman hekim atamasının yapıldığı; aşı ve tedavi süreçleri için kamu kaynaklarının daha fazla bilim alanına seferber edildiği bir düzen zorunlu. Bu da iktidarın dinselleşmiş ideolojik tercihleriyle bir başka zıtlık ekseni yaratıyor. Bir yandan sınıfsal tercihler, diğer yandan ideolojik öncelikler açısından iktidarın oldukça zor bir sınavla karşı karşıya olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu sınav, hepimizi, hepimizin sağlığını ve yaşamını etkiliyor.
Diğer yandan kriz karşısında en piyasacı devletler bile, bu “olağanüstü durum” karşısında kamulaştırmadan, millileştirmeden söz ediyor. Bu büyük sağlık krizi karşısında, neoliberal modelin bir acil durum çözümü yok, açıkça görülüyor; asıl mesele; kamusallık ve sosyal devlet konusunda ortaya çıkan yeni duyarlılık bir “olağanüstü durum” tedbiri olarak mı kalacak, yoksa olağan dönemlere de genişletilerek yansıtılabilecek mi? Bunu da önümüzdeki süreçte sınıf mücadelesinin yönü belirleyecek.