Sağlık sistemi pul pul dökülüyor
Aslında koronavirüsün nasıl bir salgın yaratacağının belirtileri yaklaşık üç ay öncesinden başlamıştı. Çin’de başlayıp sınırları aşan, Avrupa’ya yayılan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilen hastalık, sanki bize hiç uğramayacakmış gibi bir rahatlıkla davranıldı. Sanki çok sağlam bir sağlık sistemimiz varmış gibi... ‘Sağlıkta dönüşüm’ programı gibi sağlıkta ticareti önceleyen bir sistemimiz olmasaydı, koruyucu sağlık hizmetimiz güçlü olsaydı belki de üç ay; bu felaketi önlemek ya da en az zararla atlatmak için yeterli olabilirdi. Ama geldiğimiz noktada, şehir hastaneleri taahhüdünde gördüğümüz gibi, toplumun yüzde yetmişinin hasta olmasını vadeden bir sisteme doğru gidiyoruz. Sevk zincirinin olmaması, performans sistemi, yeterli sayıda ve güvenceli çalışan sağlık emekçisinin istihdam edilmemesi, sağlığın alınır satılır bir meta haline getirilmiş olması bir gün felakete yol açacaktı. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) olarak en başından beri anlatmaya çalıştığımız ve karşı çıktığımız bu sistem, koronavirüs salgını ile pul pul dökülmeye başladı.
“Sağlıkta çağ atladık” diyenler, sağlık emekçilerine koruyucu bir maske vermekte zorlanırken, vatandaşın test yaptırma talebine bile yanıt veremedi. Koronavirüs dünya genelinde hızla yayılarak binlerce ölüme yol açarken ülkemizde de 10 Mart’ta ilk pozitif vaka tespit edildi ve hızla yayılmaya başladı. Yönetenler, alınması gereken önlemler konusunda çok rahat davrandıkları gibi vakaların seyri konusunda da gerekli şeffaflığı göstermediler.
Biz sağlık emekçilerini bu süreçte nasıl bir çalışma ortamı bekliyordu? Bu süreci en sağlıklı biçimde nasıl yürütebilirdik? Bizi yöneten hastane idarelerinin bir hazırlığı, planı var mıydı? Maalesef bu sorularımıza çok olumlu yanıt aldığımızı söylemek pek mümkün değil. Bir kere ilk vaka açıklandığından itibaren artık normal günlerde olduğu gibi çalışmamamız gerektiğini; sadece acil vakaların alınması ve planlamamızın ona göre yapılması gerektiğini söylememize rağmen daha üç gün öncesine kadar bu uyarılarımız dikkate alınmadı. Sağlık Bakanı çıkıp ölüm sayılarını açıklamaya başladığında panik başladı. Genelgeler arka arkaya gelmeye, hastane yönetimleri de yeni bir çalışma düzeni oluşturmaya başladı.
YANI BAŞINA BAK, YALNIZ OLMADIĞINI GÖRECEKSİN!
Vaka sayılarına ve ölümlere dair gerçeklerden uzak açıklamalar yapılırken biz sağlık çalışanları olarak ne durumdaydık? Biz yaşatmak için var olduğumuzun bilincinde olarak elbette bu virüsle savaşın en içinde, en önde olacaktık. Korkularımız, kaygılarımız olmasına rağmen önceliğimiz halka sağlık hizmeti vermek olmalıydı. Bunu yaparken önce kendimizi korumalıydık. Bu işin merkezinde olan bizler hem virüs kapma, aynı zamanda çok fazla bulaştırma riski de taşımaktayız. Çocuklarımıza, en yakınlarımıza, sevdiklerimize zarar vermek en büyük korkumuz oldu. Her sabah imza karşılığı verilen bir tane maske, zorla elde ettiğimiz gözlükle mi? Ya da her hasta odasına girip çıktığımızda gözümüz gibi korumaya çalıştığımız bir tane önlükle mi? İşte bu psikoloji ile yeni planlamaya göre belirlenen yeni birimlerimize dağıldık. Başladığımız yerde çalışan arkadaşların durumu bizden farklı değildi. Nasıl yapacağını bilmez halde işini yapmaya çalışanlar aynı zamanda psikolojik olarak da yıpranmaya başlamıştı. Öyle ki ağlamak, elindekileri fırlatıp atmak da dahil öfke patlaması yaşayan arkadaşlarımız oldu. Tablonun bütününe baktığımızda sağlık emekçisi bu süreçte kendini gerçekten yalnız hissediyordu. Kendini gözden çıkarılmış, değersiz hissettiği ortadaydı. Nasıl böyle hissetmesin ki?
Mevcut koşullarda zaten az sayıda personelle çok fazla çalışıyorduk. Performans sistemi diye bir şey vardı ve onun gereğini yerine getirip daha fazla hasta bakmalıydık. Üstelik bu kadar fazla çalışmamıza rağmen aldığımız maaş yetmediği için fazladan nöbet alıp para kazanmamız gerekiyordu. İşte bu bozuk düzen böyle giderken bu salgın patlak verdi. Sağlık emekçisi çok haklı değil mi idarecilerine güvenmemekte ve kendini yalnız hissetmekte?
Ama bir şey daha vardı tabi. Yalnız değildi; yanı başındaki arkadaşı da aynı durumdaydı. Bu yaşananlar hepimizi aynı derecede etkilemişti. Örgütlü, örgütsüz ne olursa olsun koşullar hepimizi aynı derecede etkiliyordu. Dayanışmanın, yan yana durmanın ne kadar değerli olduğunu, sorunlarımıza sahip çıkmanın ve çözümü birlikte bulmanın tek yolunun örgütlenmekten geçtiğinin bir kez daha ayırdına vardık belki de.
TALEPLERİMİZ VAR; ISRARCIYIZ, TAKİPTEYİZ
İşyerlerimizde birçok sendika var. Ama bu süreçte alanda, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikasından başka bir sendikayı görmek mümkün değil. Sendikamız bütün eksiklerine rağmen gerekli müdahaleleri yapmıştır. Salgın karşısında sağlık alanında yapılması gerekenleri hatırlatmış, yayınlanan genelgelerin yetersizliğine itiraz etmiş, sağlık emekçilerinin ihtiyacı neyse ona göre davranmaya gayret etmiştir. Salgın hakkında gerekli bilimsel açıklamaları yapmış, sağlık emekçilerinin karşı karşıya kaldığı sorunlara müdahale etmiştir. SES’IN sadece yetki dönemlerinde değil her koşulda sağlık çalışanlarının yanında olduğu bir kez daha görünür olmuştur, olmaya devam edecektir. Tabi ki gücünü işyerlerinden alarak...