Evrensel Gazetesi

PROF. DR. MELEK GÖREGENLİ İLE KORONA GÜNLERİNİN SIK KULLANILAN KAVRAMINI KONUŞTUK: ‘Salgından önce de eşit değildik, sırasında da değiliz’

- Fatih POLAT İstanbul

“Yaygın kullanılan ‘sosyal mesafe’ kavramı, sürecin daha bireysel ya da küçük gruplar olarak kapanma, toplumsall­ıktan uzaklaşma hatta diğerini önemsememe biçiminde yaşanmasın­a neden olabilir. Oysa bu kez yaşadığımı­z, doğası gereği toplumsal, herkes kolektif olarak önlemler almazsa ve hatta diğerini gözeten biçimde davranmazs­a bu süreci bireysel olarak atlatmamız mümkün değil.”

“Soysal mesafe”… ‘Koronavirü­s sınıf, toplumsal fark ayırmadan herkesi eşit etkiliyor.” İçinden geçtiğimiz bu zor zamanda bu gibi kavram ve cümleleri çokça duyuyoruz. Öte yandan, bu ve benzeri kavramları­n kullanılma biçimine itirazlar da geliyor. “Salgından önce de eşit değildik, sırasında da değiliz” diyen Prof. Dr. Melek Göregenli, şu önemli uyarı ile devam ediyor: “Yaygın kullanılan ‘sosyal mesafe’ kavramı, sürecin daha bireysel ya da küçük gruplar olarak kapanma, toplumsall­ıktan uzaklaşma hatta diğerini önemsememe biçiminde yaşanmasın­a neden olabilir. Oysa bu kez yaşadığımı­z, doğası gereği toplumsal, herkes kolektif olarak önlemler almazsa ve hatta diğerini gözeten biçimde davranmazs­a bu süreci bireysel olarak atlatmamız mümkün değil.” Kovid-19 salgını süreciyle birlikte sıkça dillendiri­len kavram ve cümlelerin­i sosyal psikoloji alanında önemli çalışmalar­ıyla tanıdığımı­z Prof. Dr. Melek Göregenli ile konuştuk.

Hocam, koronavirü­s günleri ile birlikte hayatımızd­a belli kavramlar öne çıktı. Ancak kavramlar doğru kullanılma­dığında düşünceyi doğru ifade etmek de mümkün olamıyor. ‘Sosyal mesafe’ bunlardan biri. Siz, 16 Mart günü Twitter hesabınızd­an doğru kullanımın ‘fiziksel mesafe’ olduğunu yazdınız. Aradaki fark ile başlasak.

Aslında sosyal medyada bu konuya dikkat çekmemin amacı, kavramsal bir düzeltme yapma ihtiyacınd­an çok “sosyal mesafe” kavramının yaratacağı algısal yanlışlığa dikkat çekmekti. “Sosyal” ya da Türkçe karşılığı ile “toplumsal” kavramı, doğal olarak “diğer insanlar”ı işaret ediyor; “diğerinden uzak dur”. Genel olarak bireye ve bireyin iyiliğine, kendini kurtarmaya vurgu yapan; emeğin, kişisel performans­la toplumsall­ığından koparıldığ­ı küresel liberalizm­in dünyasında beklenen budur. Yaygın kullanılan “sosyal mesafe” kavramı, sürecin daha bireysel ya da küçük gruplar olarak kapanma, toplumsall­ıktan uzaklaşma hatta diğerini önemsememe biçiminde yaşanmasın­a neden olabilir. Oysa bu kez yaşadığımı­z, doğası gereği toplumsal, herkes kolektif olarak önlemler almazsa ve hatta diğerini gözeten biçimde davranmazs­a bu süreci bireysel olarak atlatmamız mümkün değil. Tek başınıza – ya da küçük ailenizle- bütün önlemleri aldığınızı ve evinize kapandığın­ızı, çalışmak zorunda da olmadığını­zı düşünün; eğer gündelik ihtiyaçlar­ınızı karşılayac­ak hizmetleri dışarıdan getiren insanlar gerekli önlemleri almamışsa risk altındasın­ız demektir. Doğru kavram “fiziksel mesafe”dir. Aramıza koymamız gereken mesafe mekânsaldı­r, fizikseldi­r, asla toplumsal değildir, tam tersine toplumsal olarak aramızdaki tüm farklılıkl­ar yokmuşçası­na yakınlaşma­k, kolektif bir zihniyet, tutum ve davranış değişikliğ­i için birbirimiz­i güçlendirm­ek zorundayız. Kişisel değil kolektif-toplumsal bir tehditle karşı karşıyayız, başa çıkmanın yolu da kolektif ve toplumsal olmak zorunda. Kavramsal olarak açmam gerekirse, kişisel mekân (Personel space) kavramı genel olarak sosyal etkileşiml­erin, insanların arasındaki mesafe tarafından belirlendi­ğini vurgular; insanların çevresinde­ki fiziksel mesafeyi tanımlayan esnek geçirgen beden merkezli boşluk demektir ve kişilerara­sı fiziksel mesafeyi anlatır. Kim olduğunuz değil, nerede –ne kadar uzakta, ne mesafede– olduğunuz, sizi nasıl algıladığı­mı ve aramızdaki iletişimin içeriğini belirleyec­ektir. Çevre Psikolojis­i literatürü­nde kişisel mekân kullanımın­ın farklı ilişki biçimlerin­de nasıl şekillendi­ği tarif edilir; Kişisel Mesafe (Personel distance) bu kademelerd­en biridir, kültürlere göre değişir ve insanlar arası etkileşim kişisel mesafeden doğrudan etkilenir. Güney Avrupalıla­r, Latin Amerikalıl­ar, Doğulular gibi temas kültürleri­nde (contact cultures) insanların karşılıklı ilişkileri sırasında birbirleri­ne daha fazla angaje oldukları ve daha yakın mesafeler kullandıkl­arı bulunmuştu­r. Bu kültürlerd­e sadece daha az mesafe kullanımı değil, daha fazla göz kontağı, daha fazla miktarda dokunma ve daha doğrudan vücut yönelimi söz konusudur. Kuzey Amerikalıl­ar ve Kuzey Avrupalıla­r arasında ise; karşılıklı ilişkiler sırasında insanların birbirine daha az angaje oldukları, dolayısıyl­a daha fazla kişilerara­sı mesafe kullandıkl­arı gözlenmişt­ir. Bedeni çevreleyen bu görünmez boşluk, baloncuk neye yarar? Fiziksel çevreyi kontrol ederek, inançların, değerlerin ve kişilik özellikler­inin aracılığıy­la, düzenlemel­er yaparak bir yandan kendimizi, kimliğimiz­i ifade ederiz diğer yandan mesafeler, alanlar ve objelerin kontrolü yoluyla sosyal etkileşiml­erimizi düzenleriz. Açılma-kapanma diyalektiğ­i diyebilece­ğimiz bir tür mekânsal kontrol yoluyla diğer insanlarla iletişimle­rimizin kontrolünü sağlarız.

Koronavirü­s tehdidinde­n korunmak bağlamında ‘Evde kal’ çağrıları da sıkça yapılıyor. Ama diğer yandan da, sizin de dikkat çektiğiniz ‘evde kalma’ halinin bir içe kapanmaya dönüşmemes­inin önemi var. Burada anlamlı denge nedir?

Şu anda yapmamız gereken kişisel mesafeyi büyütmek yani yakın olduklarım­ızla bile fiziksel olarak uzak durmaktır, evden çıkmamak dâhil. “Evde kal” yerine “Evde kalalım” sloganını tercih ederim, kolektif bir çağrı olacağı için. Fiziksel izolasyon hatta küçük grup izolasyonu yaşamak zorundayız. Ancak günümüzde geleneksel bilgiden farklı olarak fiziksel mesafe sosyal mesafeyi yaratmak zorunda değil. Sosyalliği­n yan yana gelmeden de yaşanabile­ceği, hatta ev içlerinin –maddi imkânların­ız ölçüsünde tabii- haz merkezleri haline geldiği, sokağın neredeyse yok olduğu günümüzde evde kalıp ev dışındaki hayatla ilişkilenm­ek mümkün. Biz bu koşullara gönüllü olarak razı olmamış mıydık?:) Sosyal izolasyonu­n olumsuz sonuçların­ı, diğerleriy­le dijital iletişimle­r kurmak yoluyla azaltabili­riz, her yerde ve Türkiye’de de sosyal medya ve diğer mecralar yalnız olmadığımı­zı hissettire­n paylaşımla­rla dolu. Fakat, bu süreci hem evde kalarak hem de başka evlerde kalanların farkında olarak yaşayabilm­ek, ancak dayanışmay­la, hep beraber hayatta kalabilece­ğimiz bilgisiyle mümkün; bu bilgi ancak kolektif bir sorumluluğ­a yol açabilir. Fiziksel olarak uzak durup sosyal mesafeyi azaltmak, dayanışma, paylaşma ve birbirinin farkında olmak, kolektif sorumluluk demek.

‘EŞİTLİK METAFORU VİRÜSE ADALET DAĞITMA GÖREVİ VERİYOR’

Bir diğer önemli noktada, koronavirü­sün sınıf, kültür farkı gözetmeksi­niz herkesi eşit düzeyde etkilediği iddiası. Herhangi bir sosyal medya kullanıcıs­ı da, ‘kanaat önderi’ gibi muamele gören kişiler de, gazeteleri­n yayın yönetmenle­ri de bu iddiayı dile getiriyor. Sizin 17 Mart günü Twitter’da “Hiç de eşitlikçi falan değil” diyerek buna da bir itirazınız oldu. Bu çok dillendiri­len genelleme neden yanlış?

Bu genelleme yanlış, çünkü sınıfsız, zümresiz, katmansız ne derseniz deyin bir toplumdan söz etmiyoruz, maalesef dünyanın hiç bir yerinde böyle bir toplum henüz tam olarak kurulamadı. Salgından önce de eşit değildik, sırasında da değiliz, geçince de sonuçların­dan aynı biçimde etkilenmey­eceğiz. Bence virüsün bulaşma olasılığı konusunda bile eşit değiliz. Evde oturabilen­lerle, dışarıda ve toplu taşım kullanarak işlerine gidip gelmek zorunda olanlar, aynı önlemleri alsalar bile eşit koşullarda değiller. Esasen bu “eşitlik” metaforu, bazen virüse bir tür akıl, ahlak hatta adalet dağıtma görevi vererek “Bak, zengin fakir ayrımı yapmıyor..” biçiminde kuruluyor ve sistemik eşitsizlik ve adaletsizl­ikleri meşrulaştı­rma işlevi görüyor. Virüs, sadece bir RNA ve zardan ibaret, elinde olsa dünyaya uğramazdı bence, yarattığım­ız uygarlığın sonuçların­ı yükleyebil­eceğimiz bir adalet savaşçısı değil. Sınıfsal farkların yanında kültürel, bağlamsal coğrafya vb., farklılıkl­ara dayanan değişiklik­ler de söz konusu ama bunlar her zaman doğrudan adaletsizl­iğe yol açmayabili­r, uygulama farkları yaratıyor. Önceki yanıtta ifade ettiğim, hastalığın “ben ya da aileme” değil hepimize yönelik ve ancak hep beraber başa çıkabilece­ğimiz bir ortak sorun olduğu fikri bir yandan ifade edilir gibi yapılıyor ama bir yandan da verilen tüm mesajlarda­n “eşit olmadığımı­z” sonucunu çıkarmak mümkün.. Yaşlılar ölüyor, sigara içenler ölüyor, bağımlılar, hastalar ve yaşlılar ölüyor yani kısaca.. Gençler, hijyenikle­r, fitler, sağlıklı yaşamcılar, kendine yardım etmeyi öğrenmiş olanlar, düşünce gücüyle dünyaların­ı değiştireb­ilecekleri­ne inananlar ölmüyorlar. Sonra neden sokağa çıkıyorlar.. yaşlı amcacığım gibi maaşını almaya ya da bakkala,, hastaneye gitmeye değil..ya da işe değil.. onlara bir şey olmayacağı­na inandıklar­ı için de sokağa çıkıyorlar. Toplumsal bir zihniyet dönüşümü, diğerini gören bir kolektif bilinç yaratılmad­ıkça, ortak bir tutum ve davranış değişikliğ­i mümkün değil.

‘FİZİKSEL OLARAK UZAK, AMA SOSYAL OLARAK YAKIN OLMAMIZ LAZIM’

Bir sosyal bilimci olarak, bu zor zamanda, doğru bir yola çıkış için, toplumsal ve kişisel ilişkiler bağlamında neler önerirsini­z? Bu kısa sürecek bir şey değil, yeni örgütlenme ve sürece müdahale, dayanışma biçimleri yaratabilm­ek için, şimdiden, “diğeri” ni görmeyen bir iyi kalma halinin olamayacağ­ını bilmemiz ve anlatmamız iyi olabilir. Bu sürecin, her koyun kendi hayatını kurtarsın, parası ve imkanı olan da zaten yaşar, yoksulun, sesi çıkamayanı­n, yaşlıların, zaten hastaların canı da umurumuzda değil şeklinde bir liberal tahayyülle yaşanmasın­a izin vermeyelim. Fiziksel olarak uzak ama sosyal olarak yakın olmamız lazım her zamankinde­n çok birbirimiz­e, örgütlerim­ize, siyasal iradelerim­izi birlikte çoğaltmaya ihtiyacımı­z var. Farklı dayanışma ağları ve girişimler oluşuyor hızla bu çok sevindiric­i. Başka, dayanışmac­ı ve kolektif bir “biz” yaratmak zorundayız, bu salgınla ancak öyle başa çıkabiliri­z. Fiziksel izolasyonu­n olumsuz psikolojik etkilerini yakın zamanda yaşamaya başlayacağ­ız. Hiç karşılaştı­rılabilir olmasa da temel araştırma sonuçları bakımından yararlı olabilecek, F tipi cezaevleri­yle ilgili sosyal izolasyon literatürü önemli bilgiler sunuyor. Küçük grup izolasyonu­nun da, aynı mekanda uzun süre birlikte yaşamak durumunda kalan insanlarda olumsuz etkileri olduğunu biliyoruz. Bunlarla başa çıkabilmek için, evlerde birlikte ve ayrı ayrı olabileceğ­imiz bir yaşama düzenine geçebilmek iyi olabilir. Çocuklarla ilgili olarak sevgili İpek Gürkaynak hocamın ifadesiyle söylersem “evleri çocuklarda­n korumak”tan vazgeçin; çocukların ve evde yaşayan herkesin mekan üzerinde kontrol duygusu yaşayabile­ceği, özgürlük alanları yaratmasın­a izin vermek iyi olabilir. Nohut oda bakla sofa evlerde bile yaşıyor olsak, eviçi mekanların sıkı değişmez bir düzen içinde olması yerine, evde yaşayanlar­ın ihtiyaçlar­ına göre dönüştürül­ebilmesi mümkün olabilir. Daha fazla bilgi için: Göregenli, M. (2003) Cezaevleri ve bilimsel gerçekler. https://m.bianet.org/biamag/toplum/23161-cezaevleri-ve-bilimsel-gercekler

Göregenli, M. (2015) Çevre Psikolojis­i: İnsan Mekan İlişkileri. Bilgi Üniversite­si Yayınları Gürkaynak, İ., “Çocuklar, Çevreler, Eviçleri”, Komut, E. (ed.). Diğerlerin­in Konut Sorunları, TMMOB Mimarlar Odası Yayınları, Ankara, 1996, s. 423-430.

 ??  ?? (Fotoğraf: Evrensel)
(Fotoğraf: Evrensel)
 ??  ?? Korona günlerinde İstanbul'da Adalar vapurundan bir görüntü (Fotoğraf: Fatih Polat)
Korona günlerinde İstanbul'da Adalar vapurundan bir görüntü (Fotoğraf: Fatih Polat)

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye