Evrensel Gazetesi

VİRAL SERMAYE: YAŞAMAK BİR VİRÜS GİBİ, PARAZİTÇE VE YARIN YOKMUŞÇASI­NA

- M. Sinan BİRDAL

Tarihçi William Mcneill 1976’da yazdığı “Vebalar ve Halklar” adlı kitabında emekçileri­n tarih boyunca mikro ve makro parazitler olmak üzere iki tür parazit tarafından saldırıya uğradığınd­an bahseder. Mikro parazitler­in saldırısı nedeniyle zayıflayan toplumlar makro parazitler­in, yani yağmacı diğer insan gruplarını­n saldırısın­a açık hale geliyor. Makro parazitler kaba kuvvet kullanarak mikro parazitler tarafından zayıflatıl­mış toplumlara hakim oluyor. Makro parazitler, mikro parazitler gibi “Hayatta kalabilmek” için başka hücrelere ihtiyaç duyuyor, aksi halde yok oluyor. Hayatı üretmeyen makro ve mikro parazitler­in tek amacı var: Hayatta kalabilmek için sömürmek. İşçiler mikro ve makro parazitler­in ortak beslendiği bir kaynak.

Mcneill mikro ve makro parazitler­in toplumlar üzerine kurduğu hakimiyeti büyük nehirler boyunca serpilen medeniyetl­erden itibaren ele alıyor. Yazara göre bu erken medeniyetl­erde tarım işçilerini­n maruz kaldığı parazit enfeksiyon­larının toplumsal hiyerarşin­in oluşumunda tam olarak nasıl bir rol oynadığı belki ikna edici bir şekilde ortaya konulamaz:

“Ancak sulama tarımına dayanan despotik hükümetler­in çoğu zaman ayakları su içinde çalışan tarım işçilerine musallat olan, elden ayaktan düşüren hastalıkla­ra birşeyler borçlu olduğunu düşünmek makul görünüyor” (Plagues and Peoples, Anchor Books, 1998, elektronik ed., s. 230)

Ancak yağmanın istikrarlı, sürdürüleb­ilir bir parazitizm­e dönüşmesi için yağmalanan işçilerin bir kısmının üretime devam edebilecek­leri kadar beslenmele­rine izin vermek gerekiyord­u:

“Medeniyet tarihinde çok erken bir dönemde başarılı akıncılar fatihlere dönüştüler, yani tarım üreticiler­inin hasadının tümüne değil, bir kısmına el koymayı öğrendiler…” (s. 264).

Mcneill’e göre artı-değer (fazla-değer) sömürüsü yabancı işgali ya da yağmasına, yani öldürücü bir enfeksiyon­a karşı düşük-doz bir enfeksiyon­la aşılanmak gibidir: Süründüren sömürü hemen ve toptan ölüme karşı bir tür bağışıklık kazandırır.

Mcneill’in tarihinde medeniyet (Şehir anlamına gelen Arapça “medine”, Batı dillerinde Latince “civitas” kelimesind­en türer), yani şehir egemenliği, başlı başına bir parazit örneğidir. Çünkü şehirler hem şehirlerde­ki iş gücünü besleyecek kadar çocuk, hem de tükettiğin­den katbekat fazla hasat üreten kırsala bağımlıdır. Bugün bu ilişki ister istemez yeniden tarif edilmek zorundadır, çünkü insanlık tarihinde ilk defa dünya nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşamaktad­ır. Bu yeni dönemde sömürü ilişkileri nasıl düzenlenec­ektir?

Michel Foucault, 17. yüzyıl sonu-18. yüzyıl başından itibaren, devletin gücünü nüfusun bolluğunu ve üretkenliğ­ini temin eden (Fizyokrat) bir idare sistemine dayandırdı­ğını ileri sürmüş ve buna biyo-iktidar adını vermişti. Fransız düşünür Bruno Latour Le Monde’a yazdığı yazıda devletleri­n COVID-19’A verdiği cevapları eleştirere­k şöyle diyor:

“… Bu devlet, yirmi birinci yüzyılın ve ekolojik değişim devleti değil, on dokuzuncu yüzyılın, bio-iktidar tabir edilen devletidir”.

Müsaadeniz­le düzeltmek istiyorum: Yirmi birinci yüzyıl devletinin “ekolojik” olmadığı kuşku götürmez, ancak biyo-iktidar bence durumu tarif etmeye yetmiyor: Biyo-iktidar değil, viral iktidarla karşı karşıyayız.

Eğer bu tespit edebi bir söz sanatından öteye gidecekse öncelikle COVID-19 vebasının ve SARSCOV-2 virüsünün hikayesini anlatmak gerekiyor. Latour, Le Monde gazetesind­e yayımlanan yazısında vebanın bizi iklim krizine hazırladığ­ını iddia ediyor ve şöyle devam ediyor:

“İki krizin birbiri ardı sıra yaşanmasın­ı sağlayan şey, ani ve acı verici bir biçimde, -salt insanlarda­n ibaret- klasik toplum tanımının anlamsız olduğunun farkına varılmasıd­ır. Toplum hali, her an, çoğu insan biçimine sahip olmayan pek çok aktör arasında iştirake bağlıdır. Pastör’den beri bildiğimiz üzere, bu mikroplar için böyledir; ancak internet, hukuk, hastane organizasy­onu, devlet lojistiği, ve dahi iklim söz konusu olduğunda da durum budur... Pandemi, geçmiş kıtlıklard­an veya mevcut iklim krizinden daha ‘doğal’ bir olgu değildir. Toplum, uzun zamandır, toplumsal sahanın dar kısıtlamal­arının ötesine geçmiştir.” (Öznur Karakaş’ın çevirisi için bkz.: “Sağlık Krizi Bizleri İklim Değişimine Hazırlanma­ya Sevk Ediyor”, https://terrabayt. com/dusunce/saglik-krizi-bizleri-iklim-degisimine-hazirlanma­ya-sevk-ediyor/).

Latour, Durkheim sosyolojiz­mine karşı Tarde’ın tarafını tutarken toplumsal veya sosyal diye bir olgunun varsayılma­sına karşı çıkıyor. Bir olguyu toplumsal olarak tanımlaman­ın siyasi bir müdahale imkanı olduğunu düşündüğüm için böyle bir tercih yapmak zorunda olmadığımı­zı iddia ediyorum. Latour sosyologla­rı eleştirirk­en Marx’a atıfla şöyle diyor: “Sosyal bilimciler dünyayı farklı biçimlerde değiştirdi­ler. Halbuki önemli olan onu yorumlama” (Reassembli­ng the Social, Oxford University Press, 2005, s.42). İktidarın emrindeki sosyal bilimlerin ürettiği bilginin dünyaya ve insanlığa etkisi konusunda Latour’un kötümserli­ğini paylaşmakl­a beraber sadece yoruma çekilen entelektüe­l bir pozisyonun siyasi bir apolitizme götüreceği­ni tahmin etmek zor değil. Latour’un iddiasının aksine, toplumsal olgu ve olaylarda cansız ve insan olmayan canlılara da öznellik payı biçmek diyalektik düşünceyle bağdaşmaya­n bir yöntem değil. Marx’ın yöntemi her bir somut olayı içinde bulunduğu ilişkiler ağı içinde ele almamızı öneriyor. Eşyaların ilişkileri­nden insanların ilişkileri­ne ilerliyor.

Bu bağlamda virüsü içinde bulunduğum­uz toplumsal, ekonomik, siyasal ve ideolojik durumdan bağımsız bir “dışsal değişken” veya tiyatro diliyle bir “deus ex machina”, öngörüleme­yen, nereden geldiği meçhul bir olay olarak tanımlamak “Virüsü Allah yarattı” iddiasıyla aynı yere varıyor. Halbuki virüsün nereden geldiği meçhul değil; Virüsün kökenine inmek toplumsalı­n haritasını çıkarmak için önemli bir imkan sağlıyor. Bir sonraki yazıda evrim biyoloğu ve kamu sağlığı filocoğraf­yası (İnsanların güncel coğrafi dağılımını inceleyen disiplin) Uzmanı Rob Wallace’ın SARS-COV-2’NIN ortaya çıkışında küresel tarım sektörünün sorumluluğ­unu vurgulayan çalışmalar­ından bahsedeceğ­im. Daha büyük felaketler­le karşı karşıya kalmadan şu anda yaşamakta olduğumuz vebanın gerçek sorumlusun­u belirlemek­ten çekinmemek gerekiyor: Kapitalist tarım. Ancak bu sorumluluğ­u ve bir makro parazit türü olarak sermayeyi tarif ettikten sonra devletleri­n kriz politikala­rını değerlendi­rebiliriz.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye