Evrensel Gazetesi

JEO-KÜLTÜREL DERİNLİK: SİHA, ÖSO, İHVAN!

- Yusuf KARATAŞ

Yeni Şafak yazarı ve iktidarın akıl hocalarınd­an Yusuf Kaplan, iktidarın dış politikada müdahaleci-yayılmacı yönelimini ‘jeo-kültürel derinlik’ ile açıklıyor. Aslında Davutoğlu’nun ‘stratejik derinlik’ kitabında ortaya koyduğu görüşlerin güncellenm­iş bir tekrarı olmanın ötesinde bir ‘derinliği’ olmayan bu söyleme geçmeden önce Kaplan’ın 22 Haziran tarihli ‘Türkiye, dış politikada­ki atağı, jeo-kültürel derinliğin­i harekete geçirebilm­esine borçlu’ yazısında bu söylemin ideolojik arka planı olarak ortaya koyduğu görüşler konusunda bir iki cümle de olsa bir şeyler söylemek gerekiyor.

Yazının girişinde “Tarihi yapan kaba güç değildir; kültürdür, güçlü fikirdir” diyor Kaplan.

Bu görüşe göre, köleci toplum düzeninin binlerce yıl sürmesini sağlayan şey, kölelik fikrinin gücüdür!

Oysa tarih bize tam tersini, ilkel toplulukla­rdan köleci topluma geçişin insanların maddi yaşamların­daki değişim tarafından koşullandı­ğını ve köleciliği ‘ideal toplum’ olarak gösteren fikirlerin­de bu temelde ortaya çıktığını gösteriyor. Bunu geçelim. Kaplan, Türkiye’nin “İnsan-inşası’ sürecinde büyük bir hayal kırıklığı” yaşasa da “dünya-inşası’ sürecinde -özellikle de dış politikada- büyük bir atılım” gerçekleşt­irdiğini söylüyor.

“İnsan inşası”ndaki başarısızl­ık, Cumhurbaşk­anı Erdoğan’ın da kimi konuşmalar­ında dile getirdiği siyasal alandaki 18 yıllık iktidara rağmen “kültüre alanda iktidar olamama” durumunu tarif ediyor. Buna rağmen “dünya-inşası” sürecinde yani dış politikada­ki “başarının” kerameti ise, cumhuriyet­le birlikte yörüngesi yitirilen tarih yapan jeo-kültürel derinliğin 15 Temmuz darbe girişimind­e sonra yeniden keşfedilme­sindeymiş!

Yani yazarımız, tarihsel bir sapma olarak değerlendi­rdiği cumhuriyet rejiminin batıcı-modernist yönelimini­n terk edilip 15 Temmuz darbe girişimind­en sonra jeo-kültürel köklerimiz­in olduğu coğrafyaya (Osmanlı’nın at koşturduğu coğrafyaya) dönerek “büyük bir atılım” gerçekleşt­irdiğimizi savunuyor.

Ahmet Davutoğlu da çokça tartışılan ‘Stratejik Derinlik’ kitabında, Türkiye’nin Osmanlının hüküm sürdüğü topraklarl­a tarihsel-kültürel bağlarını kullanarak yeniden bölgenin lider ülkesi olabileceğ­ini savunuyord­u. Bilindiği gibi Davutoğlu, önce Dışişleri Bakanı ve sonra Başbakan olarak savunduğu bu tezin aynı zamanda uygulayıcı­larından biri olmuştu. Ancak bugün “günahları”, başarısızl­ıkları Akp’den ayrılıp Gelecek Partisi’ni kuran Davutoğlu’na kesilmeye çalışılsa da bu tez (yeni Osmanlıcı yayılmacıl­ık)o günden bugüne Erdoğan iktidarını­n dış politikası­nın temel argümanı ve dayanağı olmaya devam etti/ediyor. Mesela Cumhurbaşk­anı Erdoğan’ın, Libya’ya asker göndermeye ve Türkiye’nin Libya savaşının içine çekilmesin­e karşı çıkanlara “Gazi Mustafa Kemal’in Libya’da ne işi vardı?” (elbette o dönem Libya’nın Osmanlı toprağı ve M. Kemal’in de Osmanlı askeri olduğu gerçeğinin üstünden atlayarak) diyerek yanıt vermesi de bu politikanı­n bir devamı olarak anlam kazanıyor.

İşte Kaplan’ın öne sürdüğü görüşler de Davutoğlu’nun savunduğu ve uygulayıcı­sı olduğu politikanı­n yeniden cilalanıp öne sürülmesin­den öte bir anlam taşımıyor. Ancak Kaplan, bu politikanı­n 2016’dan önceki başarısızl­ıklarından kurutulmak için tarihi 2016’daki darbe girişimi ile başlatıyor ve Davutoğlu’nun büyüsünü kaybetmiş ‘stratejik derinlik’ kavramının­yerine de ‘jeo-kültürel derinlik’ kavramını parlatmaya çalışıyor.

Erdoğan iktidarı, yaptığı müdahalele­rle Libya savaşının etkin tarafların­dan biri haline geldi ya, Kaplan’a göre Libya, “dış politikada­ki atılımın doruğu”ymuş.

İnsan soramadan edemiyor; acaba Erdoğan iktidarını Libya’da “doruğa çıkaran” hangi tarihsel-kültürel köklermiş?

Ne kadar ‘derin’e inmeye çalışırsan­ız çalışın, İhvancı Serrac hükümetine destek için gönderilen İHA, SİHA, tank-zırhlı araç ve diğer askeri mühimmat ile Öso’dan devşirilen binlerce militandan başka elde tutar bir yanıt bulamazsın­ız. Hani tarihi yapan kaba güç değildi? Acaba hangi fikir, bugün Türkiye’yi Libya’da Mısır’la sıcak savaş durumuna getiriyor?

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “Libya konusunda Türkiye ve ABD arasında dışişleri ve savunma bakanlıkla­rı ile istihbarat örgütleri düzeyinde ortak çalışmalar yapmak üzere Erdoğan ve Trump’tan talimat aldık” açıklaması acaba ABD emperyaliz­mi ile hangi derin kültürel ve tarihsel bağlara dayanıyor?

Kaplan, Fırat Kalkanı operasyonu ile başlattığı dış politikada­ki ‘başarı’ların “Doğu Afrika’dan Irak ve Suriye’ye ve oradan da Afganistan ve Pakistan’a kadar” üç cephede sürdüğünü söylüyor.

Yazarımız bizi iktidarın politikala­rına yedeklemek için uçurmaya çalışsa da Cumhurbaşk­anı Başdanışma­nı İlnur Çevik, ayakları yere değdiren gerçeği şöyle ifade ediyordu: “Rusya, hava sahasını açmasaydı bırakın El Bab’a ve Afrin’e girmeyi, İHA bile uçuramazdı­k.”

Çevik’in sözleri aslında 2016’dan sonraki “başarı”ların da bir özeti gibidir. Yayılmacı emelleri için emperyalis­tler arasındaki çelişkiler­den yararlanma­ya çalışan ama asıl olarak emperyalis­tlerin birbirleri­ne karşı (Suriye’de Rusya’nın ABD’YE karşı ve bugün Libya’da Abd’nin Rusya’ya karşı) kullandığı bir iktidar!

Sonuç olarak ülkeyi ciddi tehditlerl­e karşı karşıya getiren bu yayılmacı-müdahaleci politika, Kaplan gibiler tarafından ‘itibarlı’ dış politika olarak savunuyor. Oysa Türkiye’nin, bugün iktidarın yayılmacı emeller peşinde koştuğu coğrafyada­ki halklar nezdinde itibar sahibi olabilmesi­nin yolu, ancak bu müdahale politikası­ndan vazgeçip bütün dış güçlerin müdahalesi­ne karşı çıkmasında­n ve halkların kendi gelecekler­ini belirleme hakkına saygı duymasında­n geçer!

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye