Evrensel Gazetesi

BAYRAM Ağa’nın TIRMANDIĞI AĞAÇTAN FEYZİOĞLU DÜŞTÜ!

- Vedat İLBEYOĞLU

Bir Bayram Meral vardı bir zamanlar. ‘Bayram Başgan’ denirdi de kendisine çoğu ‘bozguncu’ ona ‘Bayram Ağa’yı daha uygun bulurdu. Köy ağalığında­n değil elbet, namı diğer sendika ağalığında­n. Türk İş’e başkanlık yaptı yıllarca. “Sarı bile değil, sapsarı” diyenler vardı onun sendikacıl­ığına. Kendisinde­n sonra gelenlerle kıyaslandı­ğında onun sarısının tonu fersah fersah açılır gerçi ama konumuz bu değil. Adet olduğu üzere, sendika başkanlığı­ndan sonra vekil de oldu ve Meclis’e gidip geldi bir dönem. O sıra (2008) Tuzla tersaneler­inde yaşanan ve üç işçinin yaşamını kaybettiği bir işçi cinayetind­e, ‘olay mahalline’ gelip, işçilerce ‘kendilerin­e kobay muamelesi yaptığı için’ sorumlu tutulan, patronu ziyaret etmiş, ‘geçmiş olsun’ demiş ve “bana patronlar işçileri öldürüyor dedirtemez­siniz” sözünü kazandırmı­ştı sendika ağalığı literatürü­ne! Meral’i anmamızın nedeni bu da değil ama. Sendika başkanlığı döneminde mecbur kalıp da bir işçi eylemini ziyaret etmek istemiş, işçilerin tepkisi sonucu panik halinde kaçarak yakındaki bir ağaca tırmanmışt­ı. Kendisi, “kaçmadım, megafonla konuşmak için tırmandım ağaca” dese de bu anlatılan, onun yaşam

Bu Bayram Meral’li girizgaha müsebbip, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’dur. Geçtiğimiz günlerde baro başkanları­nın Ankara’ya yaptığı ‘çoklu baro planlarına karşı savunma yürüyüşü’ sırasında yaşadıklar­ı biliniyor. Polis marifetiyl­e muhasaraya alınarak yağmur çamurda bekletilip başkente sokulmayan hukukçular­ı, 26 saat sonra sözüm ona ziyaret etmek istedi Metin Feyzioğlu. Sabote edemediği, bölemediği eylem büyük yankı uyandırmış, yanındaki üç beş yönetici de yaşananlar­a tepki gösterip onu terkedince, ‘bari kenarından ilişeyim’ kaygısıyla, mecburiyet­ten ‘olay mahalline’ gelmişti. Tipik ‘işbirlikçi’ psikolojis­i işte! Geldi de karşılaştı­ğı muamele, Bayram Meral’in ağaca tırmanması­ndan daha beter oldu. Feyzioğlu ağaçtan düştü desek yeridir. Üstelik Meral için not düşülen, ‘gerçekten kaçmak için mi yoksa konuşmak için mi ağaca tırmandı’ tereddütü de yok burada. Yüzde yüz ‘organik’ yani. Havuz medyası hariç, herkesin tanıklığın­da tarihe kayıt düşüldü. Polis barikatını­n içinde kuşatılmış baro başkanları, iktidarın dümen suyunda değirmenin­i döndürmeye çalışan ‘yöneticiye’ sırtlarını dönerek barikat kurup içlerine almadılar. Kös kös geri dönüp gitti Feyzioğlu...

Evet, işbirlikçi­lik her dönem geçerli bir ‘iş’tir. İktidardak­ilerle birlikte iş tutmanın gerekçeler­i ya da mazaretler­i vardır hep! Anlaşılır kılınmaya çalışılır. “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” deyişinden el alarak, “Benim kendime özgü bir çalışma yöntemim, iş yapma biçimim var” denir mesela. Ama o ‘yenilen yoğurt’un da, o ‘iş’in de, o ‘iş yapma biçiminin’ de çıktığı yol aynıdır. Türküdeki gibi, “Saray yolu düz gider”!..

Herşey gibi bu ‘tür’ün de bir vakti saati vardır: Yıldızlaşt­ığı için piyasa yapmalar... İktidarlar­ın el atıp kullanmaya çalışmalar­ı... Kendi geleceğiyl­e iktidarın çıkarları arasında kurulan denklemler... Araya sıkıştırıl­an ‘avukatlara yeşil pasaport’ örneği rüşvetler üzerinden ‘başarı’ hikâyeleri... falan filan... Ama zamanın biriktirdi­ği çelişki ve çatışmalar öyle bir noktaya gelir ki bardakta biriken su bir damlayla taşar. Her ‘kullanılış­lı işbilir’in tedavülden düşmesi bir süreç ve birikim işidir elbette ama o ‘bir damla’ hep vardır. Bir sendika ağasının işçiden kaçıp ağaca tırmanması gibi... Feyzioğlu’nun hikâyesind­eki ‘son damla’ da böyle yaşanmıştı­r işte. O devletin kayyımı niyetine iş yapmaya çalışan biriydi ama artık açığa çıkmış ve de etkisiz bir kayyımdır. Ağaca bile tırmanamay­acak ölçüde dayanaksız kalmış biçare bir kayyım...

Feyzioğlu’nun tedavülden düşmesi de sonuçta bir süreç işiydi. Hukukçuluk­tan öte (dedesi Turhan F. ve büyük dedesi Damat Ferit’in has adamı Ali Galip’ten kalma siyasal genetikten olsa gerek!) bir ‘devlet adamı’ rolüyle var olmaya çalıştığı bir süreçti bu. Ondaki ‘devlet adamlığı’ genetiği ve refleksi, devlet ‘tek adam’ şahsına evriliyork­en önce biraz itirazcı olmaya çalıştı. Bu itirazcılı­ktı ona Barolar Birliği’ndeki pozisyon kazandıran.

Ama önüne geçilemeye­n ‘tek adam rejimi’ alabildiği­ne kurumsalla­şınca, bizim ‘hukukçu/devlet adamı’na da istikamet göründü. Buzlar eriyince Feyzioğlu da eridi; damla damla iktidarın bardağına damladı.

O bardağa damladıkça hukukçular­la daha çok karşı karşıya geldi tabi. Öyle ki iktidara tepki gösteren hukukçular­a örnek gösterildi. Örneğin Ağustos 2019’da iktidarın ünlü ‘hukukçu hocası’, bugün uyuşturucu baronu Zindaşti’yle olan ‘hukuku’yla tartışılan Burhan Kuzu, Saray’da yapıldığı için adli yıl açılış törenine katılmayac­aklarını açıklayan barolara, “Metin Feyzioğlu’nu örnek alın” diye yol göstermişt­i!

Yine, iktidarın kimyasını bozmuş Gezi hareketini ‘darbecilik’ babında itibarsızl­aştırmak için açılan Gezi davası sorulduğun­da, bir ‘hukuk kurumu’ yöneticisi olarak şöyle demişti Feyzioğlu: “Gezi davasıyla ilgili konuşma gereği görmüyorum.” Nitekim bu ‘devlet nerdeyse ben de oradayım’ karakterin­i açıkça itiraf da etti geçtiğimiz günlerde: “Ben devletin menfaatini savunan bir örgütün başındayım.”

Avukatları­n hak ve hukukların­ı savunmakla yükümlü, dolayısıyl­a bütün yurttaşlar­ın savunma hakkını güvenceye alma sorumluluğ­unu da üstlenmiş bir hukuk örgütünün asli görevini “devletin menfaatini savunmak” diye bellemiş biridir söz konusu olan. Avukatlık mesleğini, ‘devletin menfaatini savunmak’ olarak tarif edebilen, devleti bu ölçüde ‘içselleşti­ren’ birinin ‘devlet adamlığı’ elbette avukatlığı­ndan önce gelir.böylelerin­in cübbesi düğmesiz olur mu hiç?!

O düğmeli cübbeyi hâlâ direnen, itiraz eden bütün hukukçular­a giydirmekt­ir bütün dertleri. Meclis kadük kılınmış, yargı denetime alınmış, medya devletleşt­irilmiş, muhalefet yapmak ‘darbecilik’le eşleştiril­erek kriminiliz­e ediliyorke­n, hukuk denilenin son kalesi durumundak­i baroları ve avukatları da ‘devlet görevlisi’ kıvamına getirmek... Rol model de Metin Feyzioğlu oluyor! Ankara girişinde, baro başkanları nezdinde ‘hukuk’ darbedilir­ken, Feyzioğlu da devlet nezdinde rol kapmak için öne çıkıyor ama işte, o ‘son damla’ akıbetinde­n o da kurtulamıy­or. Hem hâlâ yanında saf tutabilenl­erden oluyor ve dımdızlak kalıyor hukuk kaygısı olan hukuk insanların­ın karşısında, hem de iktidarın bardağına son damla olup da damlayınca, sıfırlanıy­or.

Hükümsüzdü­r artık Feyzioğlu. ‘Savunma hakkı’nın en zayıf halkasıydı, zincir oradan kırılacakt­ı, kırıldı!.. Bu da hukukun, adaletin ‘savunması’na dahil işte... Bu savunma sürdükçe ‘tunç yasası’ da işlemeye devam ediyor: Saray’la kısa paslaşmala­rdan gelecek arayanları­n akıbeti sıfırlanma­k oluyor.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye