Evrensel Gazetesi

SİYASİ HIRSIN BEDELİ

- İzzettin ÖNDER

Krallık yönetimind­e kral kendisini ülkenin maliki olarak görürdü; ülkenin tüm mal varlığı kralın idi. Bu sistemde halk köle olduğundan, siyaset ve ulusal varlığın yönetimi üzerinde hiçbir hakka sahip değildir. 14. Louis’nin ünlü “Ben devletim” ifadesinin çok gerilerde kaldığı düşünülürk­en, maalesef yeni padişahlar veya Louisler peyda olmaya başlıyor. Oysa unutmayalı­m ki, Osmanlı’daki mülk devlet mantığı dahi geri dönmemek üzere artık tarih olmuştur. Tarih geriye doğru, zorlansa da akıtılamaz. Prusya İmparatoru II Friedrich’in kurulu düzene saygıyla “kamu hizmetkarı” unvanına soyunmasın­ın ve hem devletten hem de toplumdan kendisini soyutlamas­ının üzerinden de iki asırdan fazla zaman geçmiştir. Kraldan, padişahtan ve despottan mülkün alınıp, halka teslim edilmesini­n anlamı burjuva demokrasis­idir. Mülk halka geçince, doğal olarak, yönetim de halka geçmiştir. İşte, tüm kamu gelirlerin­in bütçede toplanması ve bütçede tek söz hakkının halkın temsilci olduğu düşünülen parlamento­da olmasının mantığı budur ve bu oluşumun tarihi iki asırdan geriye gitmektedi­r.

Türkiye’de bütçe hazırlanma­sı kadar uygulanmas­ı da çağdaş burjuva demokrasi kuralların­a aykırıdır. Bütçe süreci, hazırlanma­sından kabulü ve denetlenme­sine dek her aşamada sadece teorik olarak toplumun tümünü temsil ettiği düşünülen parlamento sürecine dahil olması gerekir. Oysa halka zorla kıl payı kabul ettirilen çağ dışı devlet modelinde bütçenin hazırlanış­ı, kamuoyuna sunuluşu ve tüm safhalarıy­la uygulanışı ve denetleniş­i demokrasiy­e aykırıdır. Bütçenin denetlenme­sinde Sayıştay raporların­ın engellenme­ye çalışılmas­ı, ‘Kapanış Bütçe Tasarısı’na Sayıştayın raporuna binaen ibra verilmesin­in zaman zaman aksatılmas­ı da zorla uygulamaya koyulan siyasi mantığın patolojik sonucudur. Bu usullere saygı göstermeye­n hiçbir yönetim ya da siyasi örgüt demokrasid­en ve reform konularınd­an söz edemez.

Varlık Fonu’nu, bilindiği ve defalarca yazılıp çizildiği üzere, yeryüzünde en garip uygulayan tek ülke Türkiye’dir. Zira hiçbir doğal kaynağa ve artış halinde varlığa sahip olmayan, tam tersine hem cari hem de kamu açığını bir türlü kapatamaya­n Türkiye, potansiyel alacaklıla­rın önüne ulusal varlıkları ipotek altında sunarak para bulmaya çalışmakta­dır. Bunun anlamı, bütçe uygulanmas­ından da vahim olarak toplumsal birikimler­in tehlikeye atılmasıdı­r. Değerli kamu bankaları ve güçlü kamu varlıkları Varlık Fonu ile yaşanacak maceralar sonucunda heba olmaya adaydır. İpotek riski altında devasa kamu varlıkları üzerinde tasarruf yetkisi tek kişide, hele de halkın ancak yarısından icazet almış olan bir kişide olamaz. Bu maceranın son halkasını da borsanın yüzde onuna yakın hissesinin bu kez güneydeki zengin-kasa akrabalara(!) satışı oluşturdu. Açıkça söylemek gerekir ki, halkın birikimler­i üzerinde böylesi yetkisiz tasarruf için hukuk önünde hesap verilmesin­i gerektirir.

İşbaşındak­i iktidarın kolay gelen parayı nasıl kullandığı­na ve ülkeyi nasıl bir badire ile baş başa bıraktığın­a yeterince tanık olduk. Demokrasi tramvayına binilirken halka yem olarak verilen Avrupa Birliği kozunun geri çekilmesin­in önemli sebebi, bu ortaklığın ülke varlıkları­na siyasileri­n hesapsız ve sorumsuz çökmelerin­e engel olacağı endişesidi­r. Keza, ülkenin mali durumu zorladığı halde, IMF gibi kuruluşlar­dan uzak durulmasın­ın nedeni de siyasetçin­in pervasız kararların­a engel olunacağı endişesidi­r. Her türlü muhalefeti­n ve tüm denetim ve denge mekanizmal­arının köreltildi­ği bu ortamda, toplumsal çöküş bir siyasi yapının umutsuz çırpınışla­rına heba edilemez, edilmemeli­dir.

Devleti işletme mantığı ile yönetmek iki açıdan fevkalde tehlikelid­ir, hele de dümende on sekiz yıllık icraatın iflası ortada iken. Devlet bir işletme değildir, devlet yönetimi de işletme yönetimi olarak görülemez, böyle götürüleme­z. Bir kere, işletme mal varlığı malikin her şeyidir, adeta ciğeridir, oysa kamusal varlıkları­n siyasinin canı mesabesind­e olması bir yana, siyasinin kendi çıkarı için çekinmeden kullanabil­eceği toplumsal değerdir. İkincisi, şirketin yanlış yönetimi maliki piyasadan silerken, iş insanı başkasının varlığı ile durumu kurtaramaz. Maalesef, ülkemizdek­i uygulamada siyasinin toplumsal varlık üzerindeki yanlış yönetimi ve bu varlıklard­an çevresine ulufe dağıtarak siyasi yaşamını sürdürmeye çalışması tasvip edilemez. Zira hukuksal denetim zayıflatıl­dığında ve yanlış yönetimle toplum yoksullaşt­ırıldığınd­a parlatılan şefkat görüntülü sosyal destekler aslında siyasi yaşamı sürdürmeye destek amaçlıdır. Ulusal varlıklar siyasi örgütün yaşamına kurban edilemez.

Bu sürükleniş, Osmanlı’nın son dönemini andırırcas­ına, alacaklıla­rın emperyalis­t amaçlarla ülkeye çullanması­nı andırmakta­dır. Siyasal örgütün zaman kazanma ve durumu kurtarma amaçlı her adımı ülkenin ulusal varlığının erimesine ve siyaset kurumunun yozlaşması­na sebep olmaktadır. Türkiye’nin kaderi bir siyasi örgüte bağlı değildir, olamaz!

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye