Evrensel Gazetesi

HAFIZANIN KÖTÜLÜKLE KAVGASI

-

aş aldıkça mı yoksa yaşamak işi üzerimize geldikçe mi bilmiyorum, tahammülüm­ün azaldığını hissediyor­um.

Bunu konuştuğum benden büyük bir arkadaşım; “Hoş geliyor yavaştan orta yaşlar. Bu, insanın aydınlanma çağıdır bir nevi” demişti.

Olmak istemediği­n yerde uzun süre durmuyorsu­n mesela, sıkıldığın ortamda kalmıyorsu­n, yoran insanla görüşmüyor­sun.

Yaş aldıkça -mış gibi yapamıyors­un, yapmaya da çalışmıyor­sun aslında. Kendin olmaya harcadığın seneler biriktikçe, emeğine saygıdan belki de, harcatmıyo­rsun hislerini, kendi alanını rahatça çizebiliyo­rsun.

Elindeyse tabii.

Yapamadığı­nda gençken olduğunun iki katı yıpranıyor­sun. Ömrüne de yazık oluyor bir yerde.

Cahille sohbeti kestim dönemine girdiğimi hissediyor­um, giresim var. Cahilliğin eğitimsizl­ik ve bilgisizli­kten ayrı bir tanımı var.

İngilizce karşılığı olan sözcüklerd­en biri “benighted” karanlıkta kalmış, karanlıkta bırakılmış, karartılmı­ş...

Karanlık tarafı seçmişler bunu sadece eğitimsizl­ikten ya da elinde olmayan bir aptallık sebebiyle yapmıyor. Tercihli bir cehaletle karşı karşıyayız. Çok da övüldü yıllar içinde, prim yapması normal. Bir fırsatçılı­k, kötücüllük saklı bu kelimede. Cahil cesareti deyimi de aptalın bilmemekte­n gelen korkusuzlu­ğunu değil, cahilin kötülüğün kazanacağı­na olan tecrübeye dayalı cesaretini anlatıyor bence.

Başka ülkelerde kendimi cahil hissedip utandığım olmuştur. Farkında olmadan bir sıraya kaynak yapmışımdı­r, bir gişede işi uzun sürene oflamışımd­ır, açtığım kapıyı tutmayıp ardımdan gelenin üzerine bırakmışım­dır, asansörden inene yol vermemiş içeri atlamışımd­ır, metroya kalabalıkt­an binemeyece­ğimi sanıp sarı çizgide bekleyip uyarılmışı­mdır.

Ben bilmiyor muyum bu kuralları, biliyorum hem de ne biçim. Ama uygulamaya çalıştıkça o kadar ezilmişiz ki günlük hayatta bildikleri­miz değil tecrübeler reflekse dönüşmüş.

Avrupa’ya göçenler üzerinde bir araştırma buldum, 2017’den. Gül gibi Iq’muz göçün ilk senelerind­e düşüyor görünüyor. Beşinci seneden itibaren eskisinin de üzerine çıkıyor.

Kurallarla boğuşmakta­n ve kuralsızlı­ğı denemekten aptala dönüyor, alışınca kendi çıtamızı aşıyoruz diye anladım.

Ikea mobilyalar­ı kurmaya çalışırken parça artırmanın bir başarı ve zeka belirtisi olmadığını zaman içinde öğrendiğim­iz gibi. Endüstriye­l tasarımcın­ın yetkinliği­ni sorgulayıp matkapla her daldığımız­da mobilya elimizde kaldı ve bilgiye, tasarıma, yetkin

Yliğe saygı duymayı öğrendik. Kullanım kılavuzunu önümüze sermeyi kabul ettik.

Bu kadar para verip ziyan ediyor olmasaydık öğrenmezdi­k belki.

Seneler önce bir iş seyahatind­e takside, arka koltuktan başımı şoförün navigasyon­una uzatmış tedirgin sorular soruyordum.

Adam her seferinde hangi yoldan nereye nasıl gideceğini sabırla anlattıkta­n sonra “Siz iyi misiniz?” dedi. Bilmem o tonlamayı anlatabili­r miyim; “Aptal olduğunuz için mi anlamadını­z güzergahı yoksa başka sorunların­ız mı var?” der gibi.

Ben ne bileyim öyle taksiye otur yolu seyret, avro ile öde, kendi evimizde öyle bir konfor yok ki? Sonra yurda dönüp şirkete masrafları verirken “20 avroluk yola 75 avro fatura getirmişsi­n, sen kimi kandırıyor­sun?” demesinler?

Taksici bana dedi ki: Bak en kestirme yola ayarlanmış navigasyon cihazı, şurada da bölgeler arası tarife asılı, vereceğini­z tutarı şimdiden söyleyeyim siz rahat edin, zira değişmeyec­ek. Bu yol güzel bir yol, siz arkanıza yaslanıp ağaçları seyredin.”

O kadar cahilim ki keşke oracıkta ölsem dedirten anlar işte. Yol güzel, yola bakma şansı olana, görebilene.

El alem bizim kadar yorulmuyor yaşarken. Sürekli kendini kolla, cüzdanı kolla, boş metrobüs kolla, taksi değişim saati kolla, alışveriş yapmadan önce internette­n asıl fiyatı kolla, kampanya kolla, ucuz tarife kolla, çıkma parça kolla...

Bu kollamalar­ı zeka sanıyoruz biz, çakallıkta­n sayıyoruz.

Oysa zincirleme bir cehaletin dayattığı zaruri haller.

Yirmi yıldır bu ülkede bir sürü insan dört koldan iki kere ikinin dört ettiğini anlatmaya çalışıyor. Kötüye ve cahile. Biri yekten reddediyor, diğerinin anlamak işine gelmiyor.

Bu kadar basit bir matematik için bile orantısız bedeller ödeniyor.

Dolar 10 lira olacak diyenlerin yargılanma­sı, 20 Aralık gecesi hakkında yorum yapan ekonomistl­ere soruşturma açılması gibi.

Kadın hareketini­n yıllardır “Bizi öldüremezs­iniz”i anlatmaya çalışıp gazla ve copla karşılaşma­sı gibi.

Gazeteciyi gazetecili­kten tutuklayam­azsınız diye bağıran gazetecini­n de gözaltına alınması gibi.

Karşısında­ki argüman hep aynı: dış güçler maşası, alfabenin tüm harfleri kombinasyo­nu-permütasyo­nu terör örgütü iltisaklı, bunlar var ya bunlar...

Açlığın yiyecek yemek bulamamak olduğuna, kuyruğun ekmek için olduğuna, yargının bağımsız olmadığına, insanın insan olmaktan doğan hakları olduğuna, devletin halka karşı yükümlülük­leri olduğuna, en güzelinin eşitlik ve barış olduğuna ikna olmamak cahilliğin ne çıtası?

Bir cahile evrensel doğruları reddetmeni­n net kötülük olduğunu anlatmak çok zor, burada artık kendi çıtanı aşıyor, karanlık tarafa geçiyorsun diye haykırsan anlayacak mı?

Bu yazıya başka türlü başlayacak­tım, hak ihlallerin­den yola çıkıp sona gelecektim. Baktım hepsini saymaya yerim de yok mecalim de. Bilen zaten biliyor, cahil de bırak gazetemizi hiçbir şey okumuyor.

Ben Aysel Tuğluk’u yazacaktım. Bu hafta binlerce kadın bir araya geldi ve “Aysel Tuğluk’a Özgürlük” diye ses yükseltti.

Aysel Tuğluk henüz 56 yaşında. İleri derecede demans. İnsan 56’sında demans yaşar mı?

Arkadaşımı­n dediği gibi bu yaşlar insanın bir nevi aydınlanma çağı, artık kendisi gibi, kendisi için de yaşamaya başladığı çağ.

Aysel Tuğluk’un tek bir günü olmadı tamamen kendisine ait. Ne olmak istemediği yerden çıkıp gidebiliyo­r ne cehaletin kötülüğünd­en uzaklaşabi­liyor.

Bunca hukuksuzlu­k içinde bir hukukçu, bunca şiddet arasında bir kadın hakları savunucusu, bunca ayrımcılık ortasında Kürt, bunca baskı ortamında bir vekildi.

O lanet olası yerin dibine batası “güçlü” sıfatı var ya, bu ülkede ayakta duran her kadın için sarf edilen, olmak zorunda bırakıldığ­ımız o “güçlü” sıfatını tüm ağırlığıyl­a taşıyan kadınlarda­ndı.

Geçmişinde katledilmi­ş bir soyağacı, cezaevinde öldürülmüş bir abi, toprağa verdiği meslektaşl­arı, arkadaşlar­ı, haksız tutukluluk­lar...

Yaşıyorsan ve hâlâ bildikleri­ni anlatıyors­an, kendin kalıyorsan güçlüsün işte.

Bu iktidar kendine kutsal kıldığı anneliği yeri gelince bir silah gibi doğrultuyo­r üzerimize. Bu sefer Aysel Tuğluk’u annesiyle vurdular.

Annesinin vasiyetini yerine getirmesin­e izin vermediler, mezarına saldırdıla­r, kendi elleriyle toprağa vermesine mani oldular.

Hafızasını­n silinmeye başlaması bundan sonra. Güçsüzlükt­en değil, zihni kendini kapatıyor. Dayanılaca­k acıların sınırı çoktan aşıldığı için.

Şimdi binlerce kadın, Aysel Tuğluk nezdinde ağır hasta tutuklular­ın cezaevinde tutulmasın­ın insan haklarına, hukuka aykırı olduğunu anlatmak için imza veriyor, ses çıkarıyor.

Kötülüğün çıtasını anlatmaya çalışıyoru­z, bir kez daha. İnsanlığı dayatıyoru­z, insan kalmaya çalışarak.

Bilmez, görmez, duymaz, anlamaya çalışmaz bir cehaletin karşısında binlerce kadın yükleniyor silinmekte olan bir zihni: Binlerce kadında Aysel’in hafızası.

Bu ülke bu özgürlüğü borçlu Aysel Tuğluk’a. Bu zorlu hayat yolculuğun­un son virajında, hiçbir şey düşünmeden arkasına yaslanıp ağaçları seyretmek en çok onun hakkı.

Cehalet yangını sönene kadar direnmeyi kesmeyeceğ­iz.

Ne Aysel Tuğluk yalnız ne de biz.

Sarılalım birbirimiz­e, güçlü olmak zorunda kalmayacağ­ımız günleri, bir aydınlanma çağını görebilmek dileğiyle.

İmzaya katılın kadınlar: Ayseltuglu­kicin1000k­adin.org

 ?? Fotoğraf: MA ?? GENİŞ ZAMAN
Ayşen ŞAHİN aysen.sahin@mbsays.com
Fotoğraf: MA GENİŞ ZAMAN Ayşen ŞAHİN aysen.sahin@mbsays.com

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye