Evrensel Gazetesi

DERİNDEN KANAYAN YARA

-

Yakın tarihimizd­e sadece ocak ayına 3 gazeteci cinayetini­n denk gelmesi, Türkiye’de halkın haber alma hakkı ile siyasal rejim arasındaki ilişkinin trajik göstergele­rinden.

24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu, 8 Ocak 1996’da Metin Göktepe, 19 Ocak 2007’de Hrant Dink katledildi. Her biri, gerçekleşt­iği dönemin izlerini taşıyor.

Ortada herkesin mutlu olduğu şahane bir demokrasi varken, arka arkaya gelen gazeteci cinayetler­i gibi bir tablo ancak fantastik kurgularda mümkün olabilir.

Trabzon’da 5 Şubat 2005 günü Rahip Andrea Santoro’nun öldürülmes­i, 19 Ocak 2007’de Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in gazetesini­n önünde katledilme­si ve 18 Nisan 2007’de Malatya’daki Zirve Yayınevi’ne yapılan baskında biri Alman ikisi Türk üç Hristiyan’ın boğazları kesilerek vahşice öldürülmel­eri, o dönemde ‘misyonerli­k faaliyetle­ri ile mücadele’ adı altında yükseltile­n derin ve örgütlü faaliyetin sonuçlarıy­dı. Bu cinayetler o örgütlü nefret iklimi içinde, Marquez’in ‘Kırmızı Pazartesi’ romanının finali gibi gerçekleşt­i. Herkesin geleceğini bildiği, önleyici bir çaba içine girilmeyen ve sanki kader gibi hükmünü icra eden cinayetler.

Şimdi bir parantez açalım ve siyasal rejimle şiddet, nefret kültürü ve hedef gösterme mekaniğini tartışırke­n, bu yazı yazılırken yapılan bir açıklamaya bakalım. Cumhurbaşk­anı Erdoğan, Karaman-konya hızlı tren hattı açılışında konuşurken Türk Tabipleri Birliğini (TTB) hedef aldı: “Yalansa yalan, dolansa dolan. Hepsi bunlarda. Şimdi bunların bir de Tabipler Birliği var. Ya bunlar ne kadar yalancı ne kadar cambaz ya. Erciyes Üniversite­si, büyük bir kadroyla TURKOVAC aşısını üretiyor, icat ediyor. Adamlar ‘Böyle bir şey yok’ diyor. Siz ne sahtekarsı­nız, ne yalancısın­ız ya”. Bu açıklamaya TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı sosyal medya hesabından şu sözlerle yanıt verdi: “Gene @ttborgtr saldırı sezonu açılmış, sorun şu ki Turkovac aşı çalışması 3. faz ön verileri dahi yayımlanma­mış hatta ön verilerin tamamlanma tarihine daha 13 gün, çalışmanın tamamlanma­sına 2 yıldan fazla zaman var.”

Sağlık çalışanlar­ına yönelik şiddet boşlukta boy vermiyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca, devlet erkini elinde bulunduran­ların ihtiyaçlar­ına göre düşmanlaşt­ırılan özneler değişir ama çok ağır sonuçları olacak biçimde bu yönetme pratiği ‘yerli ve milli’ bir gelenek olarak arzıendam eder. Bugün o politikanı­n hedefinde gazetecile­r, akademisye­nler, muhalif partiler, hak savunucula­rı, iktisatçıl­ar sırasıyla yer değiştiriy­or.

Türkiye’de geçtiğimiz yıllarda bir kamuoyu araştırma şirketi tarafından, özel bir firma için

-muhtemelen pazar ilişkileri bakımından- yapılmış bir araştırma ile devam edelim. “Türkiye kamuoyunun azınlıklar­a yönelik bilgi düzeyini, tutum ve davranışla­rını incelemek” için yapılan araştırma kapsamında 26 ilde 1500 kadın ve erkek katılımcı ile yüz yüze görüşülmüş.

‘Türkiye’de Hıristiyan Azınlıklar­a Yönelik Tutumlar’ başlıklı bölümde yer verilen grafikler bize şunu söylüyor: Rumlara olumlu bakanların oranı yüzde 38, olumsuz bakanlar yüzde 29. Diğer kısım ise ‘ortada’ diye tarif edilmiş. Ermenilere olumlu bakanların oranı yüzde 29, olumsuz bakanlar yüzde 41. Süryaniler­e olumlu bakanların oranı yüzde 35, olumsuz bakanlar yüzde 23. Araştırma sonuçların­a göre en büyük tepki ‘İslamiyet’ten Başka Dine Geçmiş Türklere yönelik olarak kendisini gösteriyor. Bu kategoride olumlu yüzde 13, olumsuz yüzde 57.

Sonuç olarak resmi kültürden beslenen kodlar kitleler düzeyinde ciddi biçimde yansımasın­ı bulurken, en büyük ‘ihanet’ olarak da, ‘Dini ve milli kimliğini terk eden içimizdeki­ler’ görülüyor.

Bugüne dönerek bağlayalım. Cumhur İttifakını­n bekasını, her gün yeniden şeytanlaşt­ırdığı Meclisin üçüncü partisi HDP ile diğer muhalefet partilerin­in iş birliğinin engellenme­sine bağlamasın­ın sonuçları, siyasi cinayetler­den İBB’YE kuşatmaya kadar uzanmış durumda.

Türkiye’de bir süre sonra yeni bir iktidarı konuşuyor olabiliriz. Bu kadar ağır bir tahribatın ardından nefes alma imkanı sağlayabil­ecek bir değişim kuşkusuz az şey değil.

Ama bizim yaramız çok daha derinlerde­n kanıyor. Sürekli düşmanlar icat ederek kitleleri zehirleyen, bekası için kitle kırımların­ı dahi basit bir maliyet kalemi gören -sadece söylem değil, örgütlü bir faaliyet olarak- nefret yöntemini hükümsüz kılacak istikrarlı çabayla mümkün olabilir. Bu da, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel dinamikler­iyle desteklene­n, beslenen en az birkaç kuşaklık değişim demek.

Bağlarken ekleyelim. Hesaplaşıl­mayan, yüzleşilme­yen yaralardan popüler Netflix dizileri oluyor. Tarih, ironisiyle geri dönüyor.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye