Nasıl bir birlik denilince akla hâlâ Ünaldı geliyor
‘KOŞULLARI DEĞİŞTİRMEK BİZİM ELİMİZDE’
Ünaldı direnişini anlatan işçi önderleri, bugünün işçi açısından bıçağın kemiğe dayandığı bir dönem olduğu belirterek, yeni Ünaldılar için mücadele edilmesi gerektiğini dile getirdi.
Şehirlerin değişimi, dönüşümü emekçi sınıfların dillerinde de kendini ifade eder. Bazı kelimeler sınıfın tarihindeki bir olayı anımsatır. Antep’te ’90’lı yıllarda dokuma sektöründe çalışan işçiler ya da o dönemi az çok bilenler için ‘birlik’ denilince akıllara Ünaldı direnişi gelir dersek pek de abartmış sayılmayız. İşçi duraklarında “nasıl bir birlik” denilince, “Ünaldı gibi olmalı” ya da iş bırakan ve fabrika önünde sabahlayan işçilerden görece yaşı daha ileri olanın aklına Ünaldı’nın gelmesi ve yanan ateşin başında o dönemleri anlatmaya başlaması elbette tesadüf değil. Tarihten öğrenmek bu kez bir kelimenin sırtına biniyor. Kimi zaman umutsuzluğu; ‘olmazlığı’ tarif ederken, kimi zaman bir adım öteye gitmenin hesabında hareket ediyor. Bugün bu soyutlamanın dillere düşmesinin 26’ıncı yılı. 96 Ünaldı direnişi öncesiz, sonrasız ve sahipsiz değil elbette. Ve bazı anlardan azade de değil. Misal genç bir işçinin dağılmaya gebe bir kalabalıkta ayağa kalkma ve konuşma cesaretinden bağımsız olmayan, uzun soluklu bir direniş güncesidir Ünaldı.
Ünaldı dokuma işçileri 1996 1 Temmuz’unda sigortasız, sendikasız, kuralsız çalışma koşullarına karşı direnişe geçti. Öncesinde yaşadıkları deneyimler işçilerin kararlılığını arttırmıştı. Antep’in 13 ayrı mahallesine yayılmış ve 540 işyerinde 30 gün süren direnişe 20 bin işçi katıldı. ‘Direnişi dokuyan’ Ünaldı’nın İşçi Önderleri Mikail Kılıçalp, Mecit Bozkurt ve İbrahim Küçük ile konuştuk.
‘İŞÇİLERLE ÜNALDI GREVİNİN KARARINI ALDIK’
’96’ya gelinen süreci Mikail Kılıçalp’ten dinliyoruz:
“96 yılına gelene kadar Ünaldı’da iş koşulları çok kötüydü. 12-16 saat çalışma, sigortasız, sendikasız, yemek yok, servis yok, çocuk işçilik çok. ’96 Ünaldı direnişinden önce biz iki gün süren ’93 direnişini yaşamıştık. O direnişte biz sadece ücret artışıyla ilgili bir sözleşme yaptık patronlarla. Yüzde 100 zam aldık. ’94 yılına gelindiğinde 5 Nisan kararları uygulandı ve aldığımız ücretler eridi. Biz yine ’93’teki gibi meydanlarda toplantılar yapmak istedik ama polis izin vermedi. Ve aslında o dönem bizde dernek kurma fikri gelişti. Bu ihtiyaç üzerinden Dokuma İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğini kurduk. Dernekle de patronlarla iki üç sözleşme yaptık. Yani bizi muhatap alıyorlardı. ’96 direnişinde ise derneği muhatap almamaya başladılar. Tabii bu arada bizim taleplerimiz arttı. Sigorta, 8 saat talepleri ortaya çıktı. Patronlarla yaptığımız sözleşmelerde de anayasal hak olan sigorta hakkını sözleşmeye koymuştuk. Dernekte bu konu ile ilgili eğitimler de yapıyorduk. ’96’ya gelindiğinde biz patronların birçok sözü yerine getirmeyeceğini biliyorduk. Öyle de oldu. İşçilerle birlikte ’96 Ünaldı grevinin kararını aldık.”
‘BİR YÜRÜYÜŞ YAPILDI, 5 BİN KİŞİYİ BULDUK’
Kılıçalp, ’93’teki direniş öncesi bir işçi toplantısında yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor:
“Bir kahve toplantısı olacaktı. Komite organize etmişti. 100-150 işçi gelmişti ama kimseden ses çıkmıyordu. Orada işte benim ilk konuşmam oldu. Ben de çekiniyordum. Bir arkadaş dedi: Mikail abi senin konuşman lazım yoksa millet dağılacak. O zaman ben de gencim. Kalktım, ‘Arkadaşlar’ diye bağırdım. Herkes elindekini bırakıp bana döndü. Orada işte ’93’ün ilk hareketini başlatmış olduk. Sonraki toplantılarda sanayi komitesini seçtik. Komitede büyük işyerinden birer kişi, yine işçiler tarafından güvenilen işçiler seçildi, sokak temsilcileri de seçildi. Yaklaşık 10-15 kişilik bir komite seçildi. Cumartesi olunca haftalıklar alınırdı, patronlar zam talebimizi karşılamayınca herkes işyerlerinden çı
kıp geldi ve bir yürüyüş başlattık sanayinin içine doğru. Girdiğimiz her sokakta işçiler bize katıldı. Yaklaşık 3-4 bin kişiyle başladık sonunda 5 bini bulduk.”
Kılıçalp, 1992’de partili mücadeleye katılan genç bir işçi aynı zamanda. Bu durumu da şöyle anlatıyor: “1992 yılı partiyle tanıştığım dönemlerdi. O zamanlar partinin yayınlarını okuyordum, Ünaldı’da parti örgütlenmesi kurmaya başlamıştık. Ben partinin gençlik örgütündeydim. ’93-96 aralarında partinin bildirilerini de dağıtıyorduk Ünaldı’da. Partinin birim örgütleri üzerinden örgütlenmesinin iyi örneklerinden biridir aynı zamanda Ünaldı’daki çalışma.”
‘DİRENİŞTE ÜNALDI İŞÇİSİ DOSTUNU DA DÜŞMANINI DA GÖRDÜ’
Mecit Bozkurt da direnişe önderlik eden ve dernek yönetiminde de işçilerden biri. Bozkurt aynı zamanda uzun süre Emek Partisi Antep İl Başkanlığı da yaptı. Ünaldı direnişini Mecit Bozkurt’tan dinliyoruz: “Her sınıf kendi tarihiyle bilinir. Ünaldı direnişi işçi sınıfının kendi tarihinde önemli bir yere sahip bir direniş. Bir ay boyunca Ünaldı işçisi dostunu düşmanını da gördü. Kim kendisiyle birlikte hareket ediyor, hepsini gördü. Ünaldı grevi başladığında
bazı çevreler kendiliğinden bir hareketmiş gibi göstermeye çalıştı. Bu Ünaldı direnişine büyük bir haksızlık olur. İşçiler çeşitli partilere oy verirler, üyeleridir. Bizim dernek yönetimimiz de öyleydi, farklı partilerden işçiler vardı. O işçiler de dostunu düşmanını tanımış oldu. O dönem kim yapıyor bizim haberimizi diye baktığımızda Evrensel’in o günkü manşetini hiç unutmuyorum: ‘Antep’te 10 bin işçi iş bıraktı’ Bu bizi heyecanlandırdı. Evrensel bir ay boyunca yalnızca haberimizi yapmakla kalmadı. Bu grevin her alanda duyulması için de çok ciddi bir çaba gösterdi. Bizim Evrensel’de çıkan haberlerimiz üzerinden TEKEL işçileri ziyarete geldiler. Şişecam işçilerinden ziyarete gelenler oldu. Yazarlardan, sendikacılardan ziyaretler oluyordu. Hiç aklımıza gelmeyecek bir şey de oldu: İngiltere Liverpool’dan liman işçileri geldi yanımıza. Biz o zamana kadar bırakın Türkiye’nin herhangi bir yerine Antep’teki bir greve, direnişe bile gidip destek olmamıştık. Biz dayanışmanın önemini Ünaldı’da gördük. Bizim direnişimizin başarıya ulaşması için de mutlak surette bir sınıf dayanışması lazımdı. Ama bunu da birinin örgütlemesi lazım. Bunu yapan iki şey vardı: Emek Partisi ve Evrensel gazetesi.
İBRAHİM Küçük de hâlâ dokuma işçiliğine devam eden dönemin genç işçilerinden. Direniş dönemindeki görevi iş bırakma döneminde çalışmayı sürdüren az sayıda yeri iş bırakmaya
‘ikna’ etmekmiş. Bugün işçilerin haberleşme koşullarının farklı olduğuna değiniyor:
“O zaman sosyal medya diye bir şey yoktu. Şimdi o var. Eskiden kahvehanelerde yan yana geliyorduk. Şimdi Başpınar’a girince kapılar kapanıyor, kimse birbirini görmüyor. Sosyal medya kullanmasını bilirse işçiler açısından faydalı bir şey. Eskiden İbo’nun kahvesi vardı, üç beş kişi haber veriyordu herkes toplanıyordu. Şimdi o olanak azalmış durumda. Ünaldı’yı yaşayan arkadaşlar çok iyi bilir, kolay kazanılmadı hiçbir şey. Kolay da kaybetmememiz lazım. Bize o dönemin valisi ‘üç beş baldırı çıplak’ demişti. Ama biz o üç beş baldırı çıplak denilenlerin Ünaldı’yı ne hale getirdiğini gördük. Direnerek kazandık. Bugün de bakıyoruz, her şey almış başını gitmiş durumda. İşçiler birlik olduğu müddetçe bu durumu değiştirir, başka çaresi yok. Mese - la 8 saati kazanmak için dünyada işçiler can verdi. Tatil hakkı için de öyle. Ama şimdi bakıyoruz, işçiler geçinemediği için pazar günü de çalışmak istiyor. Bu koşul
‘DİK DURAN DOKUMA İŞÇİLERİ KAZANDI’
Kılıçalp ve Bozkurt, direnişinin kazanımlarını şöyle anlatıyor:
Mikail Kılıçalp, “Direniş 30 gün sürdü. Daha önce derneği muhatap alan patronlar ’96 direnişinde derneği muhatap almamaya başladılar. Direnişin 25-26. gününde patronlar bölünmeye başladı. Çünkü yetiştirmesi gereken siparişleri vardı. Sonra taleplerimiz kabul edildi. Yani o direniş kazanımla biten bir direniş oldu. Biz direnişten önce bir anket yapmıştık 20 bin işçi ile görüşerek. 1040 sigortalı işçi çalışıyordu sadece. O dönemdeki işçilerin özellikle genç işçilerin sigorta girişleri hep ’96-97 yıllarıdır ve bugün o işçiler emekli olmaya başladılar. Mesela o dönem çırak olan işçilerle karşılaştığımızda boynumuza sarılıp, “Abi Ünaldı olmasaydı ben şimdi emekliliği hiç düşünemezdim” diyor.
Mecit Bozkurt: “O dönemin mülki idari amirleri; valisi ve sonradan içişleri bakanı olan Muharrem Güler yaptığı açıklamalarla bizi sürekli hedef gösteriyordu. ‘Bunlar teröristtir’, ‘Üç beş baldırı çıplağa bırakmayız biz bu memleketi’ diyerek sürekli dernek yöneticilerini hedef haline getirmek istediler. Patronların yerel gazeteler aracılığıyla bizleri hedef gösteren gazeteler basıp Ünaldı bölgesinde dağıttıklarını dahi gördük. Ama bunların hepsinin karşısında çok dik durdu dokuma işçisi. Bir ayın sonunda da kazanımla bitirdi. Ünaldı’da 20 bin işçinin direnişinden sonra burada iplik fabrikasında çalışan işçiler de örgütlenmeye başladı. Biliyoruz, İstanbul Merter’de çalışan işçiler Ünaldı’yı örnek alarak dernekleşmeye gitmişti o dönemler. İşçi sınıfının kendi tarihinden öğrenerek ilerlemesi gerekiyor. Sınıf bilinçli işçi sayısı çoğaldıkça bu mücadele ilerlemeye başlar. Alınan haklar da kalıcı olmaya başlar. Çünkü onu korumak için de bir çaba içerisinde olur işçi.”