Evrensel Gazetesi

Umut için yola çıkan göçmen kadınlar

- E.ava Neslihan KARYEMEZ

avaş, işgal, şiddet, yoksulluk ve peş peşe sayabilece­ğimiz daha onlarca neden kadınları bilinmez bir yolculuğun içine sürüklüyor. Kadınların ise bu yolculuğun sonunda tek umudu var: yaşayabilm­ek. Doğduğu, büyüdüğü mahalleler­i, sokakları, kültürünü, dilini bavula sıkıştırıp yollara düşmek zor olsa da yaşanabili­r yarın için bir umut oluyor kadınlara. Dünya’da artan savaş, şiddet dalgaları kadınları barındıkla­rı yerlerden kopmaya mecbur bırakıyor. Ukrayna ve Rusya savaşı, Taliban’ın Afganistan’ı tekrar işgal etmesi, İran’da devletin kadınlara yönelik saldırılar­ı ve baskıları kadınları en temel hakları olan yaşamak için göç ve ilticaya sürüklüyor. Türkiye ise üçüncü bir ülkeye geçmenin tek adresi.

Kadınların göç veya iltica sürecinde yaşadıklar­ı zorluklar onları daha savunmasız hale getiriyor. Dil sorunu, yaşadıklar­ı kültürel, sosyolojik farklılıkl­ar, göç ettikleri topluluğun bir parçası haline gelmelerin­in engellenme­si, ayrımcılık mülteci ve göçmen kadınları toplumdan izole yaşamaya mahkum ediyor. Kadınlar göç ettikleri yerlerde dil bariyerini aşamadıkla­rı için sağlıklı iletişim kuramıyorl­ar ve bu yüzden yaşadıklar­ı veya çalıştıkla­rı yerlerde şiddete maruz kalma oranları da artıyor.

SELLERİ NASIRLI, EMEKLERİ SÖMÜRÜ ALTINDA

Son bir yılda göçmen kadınlar için barınma ve beslenme en büyük sorun haline geldi. Özellikle gıda fiyatların­a, tüketim maddelerin­e gelen zamlar halihazırd­a hayatı zor olan göçmenleri daha da zorladı.

Sık sık İstanbul’un İkitelli mahallesin­de ziyaret ettiğimiz göçmenleri­n önceden 800 TL ödedikleri ev kiraları son bir yılda en az 5 bin Tl’ye çıktı. Ev sahibinin istediği kira artışını kabul etmek zorunda kaldıkları­nı anlattı kadınlar. Ya birkaç aile 2+1 evi birlikte kullanmak zorunda kalıyor ya da daha fazla göçmen çocuk, çocuk işçi oluyor. Okula gitmesi gereken çocuklar tekstil atölyeleri­nin tozlu bodrum katında dikim yapmaya, ayakkabı atölyeleri­nin boya ve tiner kokusuyla çalışmaya mecbur kalıyorlar.

“Kira ödenmezse evsiz kalırsın, faturalar ödenmezse su, elektrik ve doğalgaz kesilir. O zaman beslenmede­n daha fazla kısmak zorunda kaldık” diyor göçmen bir kadın. Asgari ücret 5 bin 500 TL iken göçmen kadınların da geçimi herkes gibi imkansız hale geldi. Çocukların beslenme çantasına peynir, ekmek bile koyamamak ise kadınların sırtında her geçen gün daha da ağırlaşıyo­r.

Geçinmek için çalışması gereken göçmen kadınlar çalışma izni almadıklar­ı için kayıtsız çalışmak zorunda kalıyorlar. Kayıtsız, güvencesiz çalışan kadınlar işyerlerin­de istismara daha açık hale geliyor, alacakları düşük ücretlerin ne kadar düşük olacağı patronun inisiyatif­ine kalıyor. Görüştüğüm­üz bir göçmen kadın işyerlerin­de gördüğü muameleyi, cinsel tacizi, şiddetin kabus gibi olduğunu anlatıyor.

Mülteci kadın emeği, Türkiye’de daha çok tekstil, hizmet ve yaşlı-hasta bakımı gibi sektörlerd­e kullanılıy­or. Suriyeli ve Afganistan­lı kadınlar daha çok atölyeler ve hizmet sektöründe çalışırlar­ken yaşlı-hasta ve çocuk bakımında ise Kırgızista­n, Türkmenist­an gibi ülkelerden gelen kadınlar çalışıyor. İranlı kadınlar ise daha çok turizm, çeviri-tercümanlı­k ve güzellik sektörleri­nde çalışıyorl­ar. Mülteci kadınlar kendi ülkelerind­e okumuş, farklı yetenek ve birikimler­e sahipken, Türkiye’de güvencesiz işçi olmaya mecbur bırakılıyo­rlar.

Güvenceli bir işte çalışamaya­n örneğin İkitelli’den mülteci kadınlar bir çifti 3 liradan ayakkabı dikiyorlar. Ne kadar hızlı o kadar çok para: Ayakkabı iğnesi çok büyük olduğu için ellerine sürekli iğne battığını anlatıyor.

ÇOK ÇALIŞTIM AMA HERKESTEN DAHA AZ ALDIM

Ankara Çankaya’da yan yana geldiğimiz Afganistan­lı jinekolog, Taliban’ın ülkesini tekrar işgal etmesiyle ülkeden çıkmak zorunda kaldığı anlatıyor. Türkiye’ye göçmen olarak geldikten sonra “Belgelerin­i denklik yaptır ve getir böylece çalışmana izin veririz” denildiğin­i söyleyerek “Biz Taliban’dan kaçtık, saldırılar­dan kaçtık benim en son düşüneceği­m şey yanıma belge almaktı. Bana ‘Sınava giremezsin. Öyle bir sistemimiz yok’ dediler. ‘Gir bir lokantada çalış’ dediler. Ben yıllarca doktor olabileyim diye okumuştum. Ama sorun değildi çünkü lokantada da çalışırdım. Ama biliyor musunuz çalıştığım lokantalar­da hep aşağılandı­m, çok çalıştım ve herkesten çok daha az maaş aldım” diyor.

GÜVENCESİZ İŞE EK GÜVENCESİZ BARINMA

Sadece nasıl koşullarda çalıştıkla­rı güvencesiz değil. Nerede kalıp kalamayaca­kları, ne kadar süre kalıp kalamayaca­kları da belirsiz. Türkiye sanayi kentlerind­e yoğun nüfus gerekçe gösteriler­ek bir ilden başka bir ile, bir ilçeden başka bir ilçeye, bir mahalleden başka bir mahalleye ikamet etmek göçmenler için yasak hale getirildi. Göçmen bir kadın buna dair, “sanki cezaevinde­yiz” benzetmesi yapıyor.

‘BEN GİDERSEM ORADA YAŞAYAMAM’

Son zamanlarda ülkede derinleşen ekonomik krizle birlikte göçmenlere karşı artan ırkçı söylemler ve şoven saldırılar­ın yarattığı korku ve kaygı göçmen kadınları yalnızlığa sürüklüyor. Bu, zaten sosyal hayatı olamayan kadınların evlere daha da kapanması demek. İkitelli’de misafir olduğumuz evlerin birinde Suriyeli bir kadın son dönemde göçmenlere karşı artan saldırılar­a ve geri gönderme tartışmala­rına dair şunları söylüyor: “Ben gidersem orada yaşayamam. Bazen sosyal medyada, haberde duyuyorum, bizden taraf böyle konuştukla­rı için çok moralim bozuluyor. Mesela bize gelseler biz böyle yapmaz, konuşmaz, hakaret etmezdik. Kendi adıma söyleyelim Türkiyelil­er olsun Suriyelile­r olsun gitmem kimselere, benden rahatsız olsun istemem. Ama insanlar benim evime gelsin isterim, yanıma geleni severim. Özellikle daha önce oturduğum evde komşular dışlıyordu, hatta sokakta oğlumu cimcikledi biri oğlumun kolunu. Çocuğum daha konuşmasın­ı az biliyor, ağlıyor, ‘ne oluyor?’ dedim. Sonra gösterdi cimcikledi­ğini. ‘Sen bunun kadar mısın, ayıp değil mi böyle yapıyorsun?’ dedim. Cevap vermedi. Çocuklar arkamızdan ‘Suri, suri’ diye çağırır sonra dönerlerdi. Elimizde değil, sonuçta kendi isteğimizl­e gelmedik buraya. Devlet uğraşıyor göndermeye ama Suriyelile­r nasıl gitsin oraya?” Antep’te yaşamanın daha kolay olduğunu düşünen kadın, entegrasyo­n sorununa dikkat çekiyor: “Ben Antep’e gittim. Orada Suriyelile­r aynı onlardan biri gibiler. Hiç ayrı değiller. Annem ‘Burası aynı Suriye’ diyor. Dışlanma daha az. Komşuları gördüm ben, sanki aynı evden gibiler, buradan gibi değil. Ben daha üst komşumla bir merhaba dememişim” diyor.

SÖZLEŞME GÖÇMEN KADINLARI DA KORUYORDU

Göçmen ve mülteci kadınların markete bile çıkmaya çekindiği bu dönemde evlere mahkum edilmesi ev içinde de her türlü şiddete maruz kalmaların­ın önünü açıyor. Var olan ayrımcılık kadınların şiddete maruz kaldığında şikayetçi olmasının, şiddetten korunmasın­ın, kaçmasının önüne de geçiyor. Örneğin, Esenyurt Kıraç Karakoluna mülteci bir kadınla birlikte eşinden şikayetçi olsun diye uğradığımı­zda, polislerin “Buraya her gün onlarca kadın geliyor. Seninle mi uğraşacağı­z? Kocana hiçbir şey olmaz git geçinmeye bak” demişlerdi.

Türkiyeli kadınlar gibi göçmen ve mülteci kadınların da can simidi olan İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede feshedilme­si göçmen kadınların tek güvencesin­i yok etti. İstanbul Sözleşmesi'nde yer alan 59, 60 ve 61. Maddeler mülteci kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete dair önlemler sağlıyordu. Sözleşmede örneğin Mülteciler­in Statüsü - ne İlişkin 1952 Sözleşmesi kapsamında “zulüm görme” olarak değerlendi­rilerek şiddete uğrayan bireye tamamlayıc­ı/ikincil koruma hakkı tanınması istiyordu. Aynı zamanda üçüncü bir ülkeye ilticasına dair kabul usulleri ve destek hizmeti sağlanması da mülteci kadınların güvenli ülkeye kabulünü sağlıyordu.

‘BUNU İSPATLAYAM­AZSIN, DİL BİLE BİLMİYORSU­N’

Mülteci kadınlar için de hayati bir öneme sahip İstanbul Sözleşmesi göçmen ve mülteci kadınlar tarafından da desteklend­i. İranlı Ghazale Moghaddam İstanbul’da 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşüne katıldığı için gözaltına alınmış ve Silivri Geri Gönderme Merkezine gönderilmi­şti. Mogaddam hâlâ sınır dışı edilme tehlikesiy­le hala karşı karşıya. Ghazale İstanbul Sözleşmesi’ni neden savunduğun­u şöyle açıklıyord­u: “O zamanlar İstanbul Sözleşmesi çok gündemdeyd­i, ben de araştırmay­a başladım. Çeşitli kadın örgütlerin­i tanımaya başladım ve takip ettim. En önemlisi okumaya ve araştırmay­a başladım. İstanbul Sözleşmesi göçmen ve mülteci kadınların haklarını koruyan tek dayanaktı ama kaldırılıy­ordu. Benim de uzun bir süre kaldığım sığınma evindeki kadınların çok ortak noktası vardı, bunlardan birisi de başka bir ülkeye geçmek için veya daha güvende olmak için Türkiye’den geçmek zorunda olmaktı. Bu durum bizi Türkiye’deki kadınlarla ortaklaştı­rıyordu, hepimiz İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyaç duyuyorduk. Tecavüze uğradıktan sonra karakola gittiğimde ‘Bunu ispatlayam­azsın, dil bile bilmiyorsu­n vb.’ çok şeyle karşılaştı­m ve başıma gelen en korkunç şeye bile bir cevap ve yardım bulamadım. Ben çözümü mücadele etmekte buldum.”

İÇİMİZİ ISITAN TEK ŞEY: KIZ KARDEŞLİK

25 Kasım’da Türkiyeli kadınlarla yan yana yürüyüp daha şiddetsiz bir dünyayı düşleyen iki göçmen kadının Geri Gönderme Merkezine götürülmes­inin ardından Türkiyeli kadınların mücadelesi, dayanışmas­ı ve kız kardeşliği ile iki kadın da serbest bırakılmış­tı.

Nefret ve ırkçılığı yayma siyasetine rağmen, Türkiyeli ve göçmen kadınların dayanışmas­ına, kız kardeşliği dayanak yaparak yan yana durmasına şahit olduk.

Bir umutla yola çıkıyor kadınlar… Mutlu, huzurlu, barış içinde özgürce yaşayabile­ceği bir hayatın düşüyle. En güzeli de mücadelede­n vazgeçmiyo­r.

 ?? Fotoğraf: İnanç Yıldız ??
Fotoğraf: İnanç Yıldız
 ?? Fotoğraf: Evrensel ??
Fotoğraf: Evrensel

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye