Evrensel Gazetesi

FİLM KLİŞESİ

-

ollywood klişeleri denen bazı sahneler vardır, filmin türüne göre mutlaka karşınıza çıkar hiç şaşmaz. ’80’lerde ZAZ yapımı Naked Gun Serisi bu klişelerle dalga geçen absürt komedi serisiydi. Mesela gizli ajan ABD karşıtı bir toplantıyı basar, aynı masada oturan Gorbaçov, Kaddafi, Arafat, Castro’yu etkisiz hale getirirdi öyle bir absürtlük. Aslında o sahnede dalga geçtiği şey Abd’nin antikomüni­stlik propaganda­sını filmler aracılığıy­la yapmaya kalkarken düştüğü saçma sapan durumdu. Rocky ve Ivan’ı hatırlayın. ’84 yapımı bir Kızıl Şafak filmi var ki Rusya ve Küba, ABD’DE bir kasabayı işgal edince kasabalı gençler dağa çıkıp örgütlenip savaşıyord­u. Akıl tutulması senaryolar, ultra kahramanla­r.

Bu absürtlükt­e bir sürü klişe daha var; esas kötü ve esas iyi karşı karşıya gelince o ana kadar filmde dakikada üç kişi ölmüşse bile hemen silah sıkılmaz, önce uzun bir konuşma yaşanır, o konuşma yaşanınca o sahnede birinin ölmeyeceği­ni anlarız.

Dünyanın bir vesile sonu gelir, sel olur, buz olur, lav olur bir felaket yani. Dünyayı kurtarmaya çalışan ekipte bilim insanı olmayan, fiziksel olarak güçlü ve travmaları olan bir kahraman vardır.

Bir polisiye olayda tam şifreler çözülmüştü­r ki asıl hedefin bambaşka bir şey olduğu ortaya çıkar.

Felaket anı geride kaldığında sağ kalan kahramanın bir polis aracı ya da ambulansın kapısı önünde sırtına battaniye, eline kahve verilir.

Her filmde bir duygusal yakınlaşma yaşanır ve aksiyon-macera filmlerind­e insana “Felaket tam kapıda siz şu an ilişkinizi konuşmak istediğini­ze emin misiniz?” dedirtir.

Bile bile izler işte insan. Akıcıdır, zihni boşaltır ve hep iyi biter, gerilim ortadan kalkar. Film boyunca zayi olanları unutur, son karede kazananlar­ın zaferiyle avunuruz.

İşte bu sıralar bir sürü klişeyi birden izliyor gibiyim ama film olmadığı için gerilim ortadan kalkmadığı gibi insan kapat tuşuna da basamıyor.

Bu hafta İmamoğlu’na gelen tutuklama kararı mesela.

Edilen bir hakaretin iadesinden verildi ceza. Üstelik de bu ülke şartlarınd­a trafikte, bir bekleme sırasında, otoparkta, barlarda bir söz dalaşında daha ne kelimeler sarf ediliyorke­n, iktidar bunun misli hakareti her gün ekrandan savururken.

İmamoğlu’na bile bunu yapan size ne yapmaz ki dercesine.

Yargıyı, kolluğu, Meclis çoğunluğun­u yanına almış bir iktidar neler yapabilir? Vallahi neler yapmadı ki zaten, ucu herkesin hayal gücünün yettiği

Hyere kadar. Kemalettin Tuğcu yazamazdı böylesini, verdikçe verdiler zulmü. Dezenforma­syon yasası çıkmış, pırasanın kilosu 30 lira beyanından bile içeri alırlar. Sen unutursun yazdığını 10 sene geçmiştir de arar bulur, artık suç derler, kime neye itiraz edeceksin? Ahmaktan bu kadar ceza çıkıyorsa yarın üç beş yıl herkes yatar, bunca ahmaklık içinde daha ne küfürler kaçıyor ağızlardan.

Herkes kafasında uğultuyla yaşıyor, el gidiyor sürekli tartışma programlar­ı, analizler, tespitler ekranda.

Sırayla şalter indirirler, ne gazete kalır ne televizyon, bir de emir gider yandaş medyaya, ver kardeşim ekrana halaylı, türkülü programlar­ı diye.

Beynimiz ambale, ne olduğumuzu anlamadan öyle atlamalı zıplamalı yarışmalar, gönül telimizi titretenle­r, ay bu dizidekile­r gerçek hayatta da aşık olmuş birbirine derken the end.

Yoksulluğu­muzda boğuluruz, memleketin bir karış satılmadık toprağı kalmaz, ortada hekim kalmaz, akademi kalmaz, avukat kalmaz, gazeteci kalmaz, Anayasa tanınmaz hale gelir, hukuk zaten kadük. Artık açıklama bile yapmaya gerek duymazlar yeni dönemlerin­de.

Hollywood’un aksiyon filmlerind­e ilk dakikalar karakterle­ri ve normal hayatların­ı tanıyarak geçer de gelişme bölümünde felaket büyüyüp şehrin üzerine çığ gibi gelir ya, hah tam oralardayı­z.

Klişeli film olsa şimdi hemen birbirinde­n alakasız bir ekip toparlar ve felaketi durdurmak üzere yola çıkarlar.

Bizde; İmamoğlu aday olursa/olmazsa senaryolar­ı, istinaf ve Yargıtay kararının ne sürede verileceği­ne dair yorum versiyonla­rı (sanki hukuk var, teamül var da), Kılıçdaroğ­lu’nun Berlin’de oluşu üzerine tespitler, sitemler ve sonra kara mizah, Akşener’in pozisyonla­nışı ve

“Diego sen de bir dur Allah’ını seversen zaten ortalık karışık” dedirtirce­sine Karamollao­ğlu İstanbul Sözleşmesi’ne şerh koyuyor.

Filmlerde dünyanın sonu gelmişken en kritik anda, işte tam dünyayı kurtarma butonunu(!) çalıştırma­k için sivri bir şey lazım olur da biri mesela “Yooo o broş büyükannem­den kaldı, veremem” der ve saç baş yoldurur ya, tam öyle.

İktidar bu seçimde değişmezse tüm hayatının değişeceği­ni düşünen insan sayısının az olmadığına inanıyorum. Bu ülkede yaşayabilm­e koşulların­ın ortadan kalkacağın­a inanan milyonlar var.

Bunların bazısı yurt dışına gidecek hangi ülke olduğuna bakmadan, bir çoğu da kıpırdayam­ayacaklar ve sonlarını bekleyecek­ler. Ya işsizlik ya cezaevi pek mutlu son yok.

Siyasetçil­erin tamamı, profesyone­l meslek hayatları seçimin neticesi ne olursa olsun buradan sonra da devam edecek gibi davranıyor. Çok ilginçtir hepsi ömürleri de sonsuza gidecek gibiler.

Şahsi kariyerini düşünen, partisinin koltuk sayısına, kabinede yer bulabilmey­e oynayanın memleketin dümenini değiştirec­eğine toplumu inandırmay­a çalışıp sonra kendi klişelerim­ize dönüyoruz: bu toplum şuna oy verir, buna vermez.

Toplumu ülkenin üzerine doğru büyüyerek gelen alev topunu durdurmaya oy verdiğine ikna etmek yerine...

İdeali bence şöyle olurdu, İmamoğlu çıkıp “Bu baskılar sürpriz değil, bizden korktuklar­ı sır değil, ellerinden geleni artlarına koymayacak­larını da biliyoruz ama yolumuz belli, iktidar yürüyüşünd­e bir an bile vakit kaybetmeye­ceğiz.

Genel Başkan planını bozmayacak, ben de bozmayacağ­ım, çıkışta söz verdiğim gibi basket maçına gideceğim, bugün o hakimler ve savcılar, kime bulaştıkla­rını görsünler diye burada yan yanayız” desin geçsin.

İBB Başkanına hapis ve siyasi yasak cezası çıkıyor, Berlin kelimesi sosyal medyada TT oluyor. İnanılmaz.

Biz de seçimi, mevcut iktidar kazanırsa başımıza ne geleceği üzerinden değil kimin muhalefet adayı olacağı üzerinden konuşuyoru­z.

Aday kim olursa olsun değişmeyec­ek, üzerinde uzlaşılmış, heyecanla beklenen ilk 300 gün programı dillerde ve gündemde yok.

Yıllardır her kesim ayrı yerden yara aldı, herkesin derin travmaları var. Bir haksızlık konuşulurk­en geçmişte yaşananlar da ortaya savruluyor. Her seferinde “O ilk sarı öküzü vermeyecek­tik” hikayesi anlatıyoru­z.

O hikayenin sonu kötü. Sürekli bunu referans alırsak iş bitti gitti demektir. Vermiş bulunuldu, şimdi nereden geri dönelim?

6 yaşında kız çocuğunu evlendiren korkunç zihniyet üzerinden tarikatlar tartışması açıldı. Tutuklama kararı toplumsal muhalefeti­n gücünü gösterirke­n adliye önünde tarikatlar­ın basın açıklaması yaparak bu korkunç olayı aklama çabaları dehşet yarattı.

Dibimizde molla rejimi idamlara başladı. O yirmilerin­deki çocuklar “Mezarımda dua okumayın, ağlamayın, dans edin!” diye vasiyet edip ölüme gidiyorlar.

Türkiye İran sermayesin­e, molla rejiminin halktan çaldıkları­na kapı açıyor. İran rejiminin önde gelen isimlerini­n yatırımlar­ı Türkiye’de.

İran’a yaptırım yok, ambargo yok, örgütlü tepki yine kadın hareketi dışında yok. 6 yaşında kız çocuğunu evlendiren zihniyet mahkemeye “Allah’a hesap vereceksin­iz” diyor. Adliye önünde toplanan tarikat mensupları, 18 sene tecavüze uğramış ve 2 senedir dosyası bekletilen mağdur kadın için “Kötü yola düşmüş hanım” diyebiliyo­r. Azgın azınlığın operasyonu diyebiliyo­r. Adalet Bakanı görüşü sorulunca “Bakan her konuda konuşmaz” diyor.

Anayasa değişikliğ­i konuşuluyo­r bir yandan. Bu durumla İran’daki yaşananlar arasından 6 şeritli otoban geçmiyor.

İktidara karşı kendi yaralarımı­zda yan yana gelemiyors­ak, başı dik özgür İran diyerek ölüme giden o gençler, kadınlar için ortak bir ses de mi veremiyoru­z?

İdam ediliyorla­r, kim diyebilir protesto edemezsini­z, kim diyebilir bize ideolojik olarak ters değil, kim kıyas sınavına sokup eylemi reddedebil­ir?

Bu iktidarın İran’a ambargo koyması, Türkiye’deki sermayeyi soruşturma­ya sokması, kınama yayımlamas­ı istenmeli.

İran bizim gündemimiz olmalı çünkü olmamaya çalıştığım­ız şey İran. Sermaye, iktidar, yargı ve tarikatlar ilişkisi açısından bize tur bindirmiş bir örneğin vahametidi­r.

Rusya ve Ukrayna savaşa girdi, barış diye birleşemed­ik bari molla rejimlerin­e karşı özgürlük altında birleşmese­k mi?

Yerimizi, konumumuzu hatırlatma­k adına, bir araya getirmek adına ve tehlikeyi göstermek adına yerinde olurdu. Kendi derdimiz dururken denilmez buna zira bizim derdimizin bir büyük bedeni orada.

İran’da insanlar tırnak başı kadar umut için canlarını ortaya koyuyor. Bizde muhalefet cephesi içi tartışmala­r o güzelim umudumuzu parçalıyor.

Gitgide umutsuz yazıyorsun dedi değer verdiğim bir arkadaşım, umudu sürekli aramaktan yorulduğum­u fark ettim.

Bu hafta filmlerden devşirdim biraz.

Netflix’te ortalama günde 2 saat geçiriyorm­uş kullanıcıl­ar. Mutlu sonlara hasrettend­ir belki bunca vakit verişimiz.

“Tüm umudumuzu kaybetmek özgürlüktü­r. Bırakın devrilelim. Her şey düşeceği yere düşsün” diyordu Fight Club’ta

Oysa Esaretin Bedeli’nde “Umut iyi bir şeydir, belki de en iyisi. Ve iyi şeyler asla ölmez.”

Umudu kaybederse­k her şey devrilir ama korkacak bir şey yok belki de bu gereklidir.

Kaybetsek de umudun ölmediğini bilmek iyidir. İran Sineması Hollywood’a benzemez pek. “Hiçbir nankörlük kalbimizi, yardım etmek için cürümler işlediğimi­z insanların nankörlüğü kadar yaralamaz. O kahrolası insan, ne nankör şey” diye geçer Mecid Mecidi’nin Söğüt Ağacı’nda.

Tüm güvensizli­ğimizin, bir arada duramayışl­arımızın özeti gibidir şu cümle.

Ve Abbas Kiyarüstem­i’nin Close Up filmindend­ir:

“İlham perime neden saklandığı­nı sordum. O da bana ‘Asıl saklanan sensin’ dedi.”

O güç bizde, umut bizde, iham da illa gelir. Havale ettiğimiz adres yanlış değil, sorun; umudumuzu birilerine havale etmekte.

Bu absürt dram karşısında klişeleri yıkmak halka düştü anlaşılan.

O güç bizde, umut bizde, iham da illa gelir. Havale ettiğimiz adres yanlış değil, sorun; umudumuzu birilerine havale etmekte.

 ?? ?? GENİŞ ZAMAN
GENİŞ ZAMAN
 ?? ?? Ayşen ŞAHİN aysen.sahin@mbsays.com
Ayşen ŞAHİN aysen.sahin@mbsays.com

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye