SİYASETİN ÖNÜNDEKİ EN ÖNEMLİ GÖREV, ORTAKLIĞIN İNŞASI
MALUMUNUZ, hak ihlalleri, baskılar, hukuki dayanağı olmayan cezalar “mağduriyet” kavramıyla da ele alınıyor. Nitekim, İmamoğlu’na verilen hapis kararının İmamoğlu lehine bir mağduriyet yarattığı, halk nasıl daha önce hapis cezası alan Erdoğan’a destek verdiyse ve Erdoğan 20 yılda mağduriyet söyleminden nasıl yararlandıysa, bugün de İmamoğlu’na yarayacağı yorumları yapıldı. Mağduriyetin kazanmanın şartlarından biri haline gelmesiyle ilgili ne düşünürsünüz? Ve bugün hâlâ çalışır mı?
Bir kere Erdoğan o dönem haksızlığa uğramıştır ama iktidara gelmesi o haksızlık nedeniyle değil, ağır ekonomik kriz nedeniyledir. Uğradığı haksızlık Erdoğan’ın karizmasına yazılmıştır, haksızlığa uğrayan olarak insanların onu koruma duygusuna seslenmesi, lidere bağlılıkta arttırıcı bir faktör olmuş olabilir. İmamoğlu İstanbul belediye seçimleri iptal edildiğinde o akşam “Beni mağdur edemeyeceksiniz, ben özneyim” demişti. Mağduriyete sıkışmayacağının ilanıyla ve siyasal bir öznelik göstermesiyle kendisini siyasal bir aktör olarak var etti. Mağduriyet pozisyonu, İmamoğlu’nun ortaya koyduğu siyasal figürde aşınma yaratıyor. O nedenle, İmamoğlu’nun mağduriyete sıkışması çok riskli, çok tehlikeli, siyaseten de yanlış olur. Seçimi de kazandırmaz diye düşünüyorum. Halkın iktidarı hedefleyen bir ittifaktan beklentisi şudur, olaylara müdahale edecek gücünü görmek ister. Mağduriyete sıkıştığın anda o güçten vazgeçtiğin anlamına gelir.
Bu bağlamda, genel olarak muhalefetin özel olarak da altılı masanın halkın beklentilerini karşılayamadığı, güven vermediği tartışmalarını nasıl izliyorsunuz? İmamoğlu kararı üzerine Saraçhane’de birlik beraberlik fotoğrafı veren altılı masa için, üçüncü gün “kriz var” haberleri yapıldı. Güven oluşturmada iktidar hamleleri karşısındaki bu dayanıksızlık görüntüsü de kuşkusuz pay sahibi ancak “Ortak bir gelecek kurma” vaadine halkı ikna edememenin esasında ne var?
Öncelikle, Kılıçdaroğlu ve Chp’lilerin bir kısmının dilinden duyduğumuz yeni bir ortaklık kurma çağrısı ve çabasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Siyasetin önündeki en acil görev Türkiye’de ortaklığın inşasıdır. Ama hangi ilkelerle kurulacak bu ortaklık? Ortaklık kurmanız için bir gelecek tahayyülünüzün ve tasavvurunuzun olması, o tasavvuru dayandırdığınız ilkelerinizin olması lazım. Demokratik bir ortaklık inşa etmek isteyen ve rejimi demokratikleştirmek isteyen bir parti, demokrasinin ilkelerine referans edecektir. Demokrasi ilkeleri de insan haklarının rezervsiz kabulünü gerektirir. Yani, herkesin özgür eşitliği, herkesin haklara sahip olduğunun tanınması ve herkesin haklarını neyse o olarak hayata geçirmesi için elinden gelinenin yapılması, yani korunması. Bunun içinden konuşursunuz. “Şunların daha az hakkı vardır”, ya da “şunlara ama” diye başladığınızda, olmaz. Göçmenlerden konuşurken faşizmin öjenik arınma dilini konuşursanız olmaz mesela. Altılı masa seçimi kazandıklarında şimdikiler ne kadar güce sahipse onlar da olacak. Bunda bir beis yok, ama nasıl müdahale edeceklerini bilmiyoruz. İlkelerini bilmiyoruz, bir şeyler söylüyorlar ama o söylediklerinin kapsayıcılığı çok tartışmalı. Herkese konuşmuyorlar bir kere. Yeni bir demokratik inşa çağrısı yapan bir hareketin herkese konuşuyor olması, müzakere edebilir olması lazım.
“Herkese konuşmuyorlar”ın içinde seçimi kazanma konusunda oynayacakları role rağmen Kürtler de var.
Bir kere daimi dışarıda olanlar var ve Kürtler başında geliyor. Bazen bir parça Aleviler, LGBTİ’ler, Müslüman ve Türk olmayanlar falan. Ancak Kürt meselesi, özellikle de barış sürecinin bitirilme biçimiyle de beraber bir “Yurttaşlık alanına dahil olma”yı aşarak, düşmanlaştırmaya dönüştü, artık düşmanlar var. Sen düşman olmayanlar için bile bir saçma yaratmış ve onlar için bile her şeyi mümkün ve belirsiz hale getirmişken, düşman olanlar zaten akılsallığın tümüyle dışındalar. O nedenle buradaki zulüm artarken, düşman olanların zaten bir nesne olarak görüldüğü bir dünyada orada o zulmün katmer katmer olacağı açıktır. Buradakine hapse atmadan siyasi yasak verirken, oradakine hem siyasi yasak verirsin, hem hapse atarsın. Buradakine mahkemeye çıkararak siyasi yasak verirsin, oradakini mahkemeye bile çıkarmazsın “Kayyum atadım, her şeyi iptal ettim, hem de hapse attım” dersin. Bunu yaratan yapı onun ne diyeceği ile de ilgilenmiyor. İmamoğlu’nun ne diyeceği ile ilgileniyor çünkü sosyolojik rıza üretmek için ona ihtiyacı var. Altılı masanın belirlenim yaratamamasına da ihtiyacı var. O nedenle, “İmamoğlu’na ceza verilmesi onu aday yapar” tartışmasına girmen değil, böyle bir dünyaya sokulmuş olmaya itiraz etmen lazım.
Ancak bu itirazlar öne çıkamıyor. İktidar minderinden tutum alınan bazı meselelerin de ya kenarından dolaşılıyor ya da yokmuş gibi davranılıyor. Düşmanlaştırılan LGBTİ konusunda olduğu gibi.
Öncelikle altılı masanın tümünün düşmanlaştırılanları dışarıda bırakma amacında olduğu kanaatinde değilim. Bekir Ağırdır’ın bir analizine tamamen katılıyorum, buradaki esas mesele şu; altılı masa siyasete devletten bakan bir oluşum. Devlete zaten tarihsel olarak içkin olan tüm ayırımcılık hallerinin, kimi zaman ırkçılığa varan öteleme hallerinin yani devletin tümlük idesi altına girenler ve girmeyenler ya da “Hangi koşullarda girersiniz”e dair tasavvurları içlerinde taşıyorlar tabii. Buraya şunu ekleyeyim, altılı masanın esas fark etmediği şeyin şu olduğunu düşünüyorum, sürekli devletle iktidarı ayırt etme dilindeler. Örneğin sıklıkla kullandıkları sivil darbe nitelendirmesinden bakalım. Darbe, hükümetle devlet arasındaki mesafenin kalkması ve kim hükmedecekse hükümetin devlete oturması demektir. Devlet-hükümet ayrımının ortadan kaldırıldığı andır darbe. 2015’te cemaatin darbe girişimi sonraki sivil darbe denilen şey, hükümetin devlete yerleşmesidir. Hükümetle devlet şu anda ayrılabilir bir şey değil. Dolayısıyla karşımızda bir iktidar değil, bir devlet var. Altılı masanın böyle bir krizi var. Erdoğan’ı ve kurduğu rejimi çekerlerse hâlâ koruyacakları eski devletin orada olduğunu zannediyorlar. Eski devlet yok. Bu yeni devlette eski devletten taşınan ayırımcı, ırkçılığa varan dışlayıcı bir tümlük zihniyeti var, ama ona başka şeyler eklendi. Mesela yeni rejimde konuştuğumuz LGBTİ’LERE ve aileye yönelik politikalarda literatürde öjenizim dediğimiz şey eklendi. Aynı şey göçmenler için de geçerli. Göçmenlerin toplumu bozduğunu söylüyor. Bu da öjenik bir söylem. Bu mesela CHP’DE böyleyken, İYİ Partide Kürtler için yankılanıyor. O nedenle bu dili değiştirmeden ortak bir gelecek tasavvuru kuramazsın. Toplumun geleceğine yönelik umut taşıyacak, bir değişim yönelimini topluma anlatmıyorsanız eğer, en fazla iktidar değişikliği kavgası verirsiniz, buradan da bir şey çıkmaz.