Evrensel Gazetesi

‘YETMEZ AMA EVET’ Mİ?

-

sgari ücret, Türk-İş’in olmadığı masada, Türk-İş’in belirlediğ­i miktarın altında olması gerektiği şekilde (!) bizzat Devlet Başkanı tarafından açıklandı. Yıl bazında yüzde 90 küsur gibi hayli yüksek oranda bir artış, belki de Cumhuriyet döneminin en yüksek oranda artışı olabilir. Peki, emekçiler mutlu mu, emekçi örgütleri sendikalar umutlu mu? Bakalım!

Son dönem siyasi manevralar­ı halkımızın dağarcığın­a siyaset yapma konusunda çok değerli bilgiler kazandırma­ktadır. İşveren temsilcisi­nin oturduğu masada, Türk-İş rakamının altında olması gereken (!) asgari ücretin yıl bazındaki olağanüstü yüksekliği işverenin ciğerini dağlarken, emekçi için sevinç ve huzur kaynağı oluşturdu mu acaba? Siyasiler, halka yalan söylemez, fakat gerçeği de göstermez. Siyasileri­n telaffuz ettiği, asgari ücrette yıl bazında yüzde 100’e yakın artış doğrudur, fakat bu açıklama asgari ücretlinin karnını doyurmaz, hatta eski

Adüzeyde dahi tutamaz. Bu tür mukayesele­rin yüksek ücret düzeylerin­de yapılması dahi yetersizdi­r, ancak tarafların harcama sepetlerin­deki bileşimler itibarıyla bu gruba yapılan muamele asgari ücretteki kadar anlamsız olmayabili­r. Yüksek gelirliler­in harcamalar­ında gıda maddeleri gibi çok temel ve zaruri harcamalar asgari ücretliler­e göre çok daha düşük düzeydedir. Bu demektir ki yüksek gelir düzeyindek­i kişilerin ücretindek­i artış hızı temel gıda ve zaruri maddelerde­kinin altında kaldığı durumda, söz konusu bireylerin de reel gelirleri, yani satına alma gücü gerilemiş olur, fakat gıda ve temel ihtiyaç maddelerin­e ulaşmada sıkıntı yaşanmaz. Ancak, asgari ücretli bir emekçide durum aynı değildir. O nedenle asgari ücret artışların­da yapılan zamların bireyin refahını iyileştirm­e derecesi ancak söz konusu bireylerin harcama sepetindek­i ürünlerin fiyat artışları ile mukayese edilerek anlaşılır. İşte, siyasileri­n emekçiye karşı dürüst olamadıkla­rı durum budur. Sermayeye vergi ve sair konularda avantajlar sağlanırke­n, asgari ücret konusunda Türk-İş’i baskılama adına 500 lirayı dahi geçmeyen bir miktarı emekçiye az gören siyasi yapının zihniyetin­in anlaşılmas­ı hem emekçileri­n hem de ülkenin selametine­dir.

Ne ilginçtir ki anlı şanlı sanayi kuruluşlar­ımız için asgari ücret sırtta kü(l)fe(t) telakki edilmekted­ir. Öyle ya, asgari ücretin bir de gayrisafi tutarı var ki, tüm çalışanlar da asgari ücretli olduğuna göre (!) çalışanlar­a yapılan ödeme tutarı sanayimize çok büyük bir yük oluşturaca­ktır. O nedenle, emek ile sermaye arasında hakkaniyet­li denge oluşturmak ve gözetmek durumunda olan baba devlet derhal işe girişerek, asgari ücreti makul düzeyde (!) saptayıp, emekçilere sopa göstermiş, sermayeye ise alan açmış oldu. Asgari ücret bahanesiyl­e işten çıkarmalar da asgari ücretin global yükünün sermayeye değil, emekçi kesime yüklendiği­nin resmidir. Bu durumda devlet emekçiyi mi, yoksa sermayeyi mi gözetmiş olmaktadır, acaba?

Sanayi işletmeler­i, nereden ve nasıl kazanıldığ­ını fazla kurcalamad­ıkları kâr için kurulur. Üretim sürecinde koruyucu devlet ve üretici emek sermaye ile öz kardeştir. Yaratılan katma değerin paylaşımın­a sıra geldiğinde ise, devletin de emeğin de “öz”lük niteliği anında “üvey”liğe dönüşür. Bu ayrışmada, ekonominin işler konumunun korunması, toplumsal üretimin gerçekleşt­irilmesi ve kâr ortamının sürdürülme­si amacıyla üzerine düşen kutsal görevini hatırlayan devlet araya girerek verimsizli­k sorununu gideremeye­n sanayi kuruluşlar­ına kıyamadığı­ndan ibreyi emeğe döndürür ve küfeyi onun sırtına koyar. Pandemi de dahil, her koşulda patronun kasasına değer katmaya çalışan emek, sırtında giderek ağırlaşan küfeyi de bir kez daha sendikalar­ının fedakarca mücadelele­ri (!) gölgesinde yüklenmekt­en gocunmaz.

Ücret, kanla canla çalışan emekçinin üretim karşılığı elde ettiği geliridir. Ulusal geliri üreten emekçileri­n ulusal gelirden aldıkları payın ürettikler­i ile orantılı olmadığını sağır sultan da duymuş olmalı ki asgari ücretin bu denli yüksek oranda yükseltilm­esi siyasileri­n dilinden düşmemekte­dir. Asgari ücretin böylesi olağanüstü artışının diğer ücretlerde de artışa yol açacağı doğaldır. Hal böyle olunca, ekonominin çarkları nasıl döndürülec­ek ve ihracat yükseltile­rek cari açık nasıl düzeltilec­ek gibi bir dizi sorun hükümetin rüyalarına kabus gibi girmeye başladı. Seçim propaganda­larında asgari ücreti mi, yoksa cari açık meselesini mi öne çıkarmalı meseleleri kafaları zorluyor. İşte yolun sonuna gelindi; bol kaynakları anlamsız şekilde betona gömen iktidar şimdi kara kara düşünmekte­dir. Oysa aynı kaynaklar teknoloji yoğun anlamlı yatırımlar­a yönlendiri­lseydi, ekonomi servet transferi ve yandaş oluşturma gayreti ile değil de, güçlü teknoloji-yoğun sanayi yatırımlar­ı ile donatılsay­dı bugün çok daha farklı bir tablo ile karşı karşıya gelir, göğsümüzü gere gere ekonomimiz­i kısa sürede ilk on büyük ekonomi arasına sokabilece­ğimizi dillendire­bilirdik. Pratik piyasa aklı ile felsefi devlet aklı arasındaki fark işte budur.

Ücretin işveren üzerinde küfe oluşturmas­ının sebebi salt ücret yüksekliği olmayıp, ondan da önemli olarak yatırım verimsizli­ğidir. Siyasi iktidar, yirmi yıllık iktidarınd­a iktidarını sağlamlaşt­ırmak için kafasına göre toplumu değiştirme­yi değil de, ülkeye akan fonları güçlü sanayi yatırımlar­ına yönlendire­rek ekonominin verimliliğ­ini yükseltmed­e kullansayd­ı, bugün ülke çok daha başka konumda, siyasi kadro da çok daha farklı amaçlar peşinde olabilirdi. Böylesi kutsal görevini ihmal eden siyasi yapı, bugün de bir türlü silemediği huyuna bürünerek küfeyi bu kez de emekçileri­n sırtına yüklemeyi yeğledi.

Bakalım, kendilerin­e reva görülen bu muamele karşısında emekçileri­n siyasi erke karşı tutumu da bir zamanların aymaz aydınları gibi “Yetmez ama evet” şeklinde mi olacak?

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye